1941-1945’te Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Almanya’sında, Heinrich Himmler’in komutasındaki Schutzstaffel güçleri, yaklaşık 6 milyon Yahudi’yi öldürdü. Holokost ya da Yahudi Soykırımı olarak adlandırılan bu hadisede ölü sayısı hakkında kesinlik yok. Bazı kaynaklar, Holokost tanımına Romanlar, Sovyet tutsaklar, Polonyalılar, engelliler, eşcinseller vb. farklı gruplar dahil edildiğinde, Nazi Almanya’sının 10 milyona yakın insanı öldürdüğünü yazar. Holokost aşama aşama gerçekleşir. Bu süreçte Alman bürokrasisi üzerine düşen rolü başarıyla yerine getirir ve günün sonunda Üçüncü Reich bir Soykırım Devleti’ne dönüşür.
On Günde 65’i Çocuk 39’u Kadın 232 Kişi Katledildi
Tarihler 1948’i gösterdiğinde, 1917 sonrası İngiltere mandası altındaki Filistin’e sistematik olarak yerleştirilen Yahudiler, İsrail devletini kurdu. 1952 sonrası dönemde Almanya, ödediği tazminatlar ile Ortadoğu’da kurulan yeni İsrail devletini abad etti. İsrail, bir yandan ekonomik olarak gelişti diğer yandan da altyapı ve üstyapı yatırımları ile bölgesel bir güç olarak konumlandı. 5 Haziran 1967’deki 6 Gün Savaşı sonrası Ortadoğu haritası büyük oranda değişti. 1967 sonrası İsrail; sömürgeci zihniyetin doğal sonucu olan “yerleşimci” politikası ile işgal temelli genişlemesini sürdürdü. Bugün İsrail, 27 bin kilometrekarelik Filistin topraklarının yüzde 85'ini işgal etmiş durumda. İşgal tüm hızıyla devam ediyor. Mayıs 2021’de, İsrail devleti dünyanın gözü önünde on gün içinde 65’i çocuk, 39’u kadın olmak üzere 232 kişiyi katletti.
Tıpkı Nazilerin Yahudileri katlettiği gibi İsrail, Filistin topraklarındaki Müslümanlara karşı sistematik şekilde hareket ediyor. Tıpkı Nazi Almanya’sının bürokratik kademelerinin soykırımı desteklediği gibi bugün de İsrail bürokrasisi Müslümanlara karşı yapılan zulmü destekliyor. Tıpkı Nazilerin öldürülen Yahudiler karşısında attıkları sevinç çığlıkları gibi bugün de Siyonizm taraftarları Mescid-i Aksa’dan yükselen ateş karşısında sevinç çığlıkları atıyor. Dünün mef’ulü bugünün faili, fiil ise aynı fiil; katliam.
Fiyasko!
İsrail devletinin Filistin topraklarındaki zulmü karşısında dünya kamuoyu uzun bir süre sessizliğini korudu. Dünyanın gözü önünde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar öldürülürken “İsraillilerin öldürdüğü o Filistinli küçük çocukların görüntülerini gördün mü? ABD bu görüntüleri kınamaktan neden geri kaldı” sorusu karşısında, kelimeler ABD Dışişleri Sözcüsü’nün ağzında büyüdü. Avrupa Birliği’nin lokomotifi Almanya, İsrail’in kanlı saldırılarını kınamaktan kaçındı. Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Christofer Burger "İsrail güvenlik güçlerinin camide ve Doğu Kudüs’teki insanlara yönelik saldırılarını ölçülü buluyor musunuz veya bu şiddeti kınıyor musunuz?" sorusunu cevapsız bıraktı. Birleşmiş Milletler, toplanmaktan başka iş yapamaz hale geleli çok oldu! Örnekler çoğaltılabilir… Sonuç ise ortada; ne uluslararası örgütler ne kendilerini dünya barışının teminatı olarak gören ülkeler ne de insan hakları, demokrasi ve özgürlük çığırtkanlığı yapan küresel medya kuruluşları; İsrail’in devlet eliyle yürüttüğü teröre “dur” diyemedi. Tam bir fiyasko!
Erdoğan, Dünya Mazlumlarının Sesidir
Yaşananlar karşısında dün olduğu gibi bugün de Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye, tüm dünyaya örnek olacak bir irade ortaya koydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail zulmü karşısında yoğun bir diplomasi trafiği yürüttü ve açık şekilde Türkiye’nin her zaman Kudüs’ün izzetini korumaya devam edeceğini vurguladı. Bu samimiyetin ve iradenin en büyük göstergesi ise İsrail’in menfur saldırıları karşısında hayatını kaybeden Filistinlilerin tabutlarına Türk bayrağı örtmeleri ve Allah’ın etrafını bereketlendirdim dediği Mescid-i Aksa’da bir umut olarak arşa yükselen “Erdoğan” nidaları oldu. Bu iki durum iki gerçeğin göstergesidir; (i) Türkiye, Türkiye’den büyüktür, (ii) Erdoğan, dünya mazlumlarının sesidir.
“Türkiye, Türkiye’den Büyüktür”
Neden Türkiye, Türkiye’den büyüktür? Bugün, neden zulme uğrayan Müslümanların dilinde Erdoğan nidaları yankılanır? Her iki sorunun da cevabı Türkiye’nin tarihi kaderinde yatıyor. Bizzat yaşadığım iki olay üzerinden aktarayım.
Yıl 2015. Tel Aviv Ben Gurion uluslararası havalimanına indiğimizde Cuma namazına yaklaşık dört saat vardı. Havalimanında bavulları alır almaz otobüslere binip, Kudüs’e doğru yola çıktık. Mescid-i Aksa’ya vardık. Kıble Mescidi’ne geçtik. Cuma namazını eda ettim. Ardından öğle namazına durdum. Öğle namazının son sünnetinin tahiyyatında iken gayr-i ihtiyari yanı başımda birinin durduğunu fark ettim. Selam verdim. Başımı yavaşça yukarı kaldırdım. Boyuna selvi, enine kapı gibi olan zat ile göz göze geldim. Keskin nazarlarıyla derin derin baktı, “Es- selamu aleyküm” dedi. “Ve aleyküm es-selam” diyerek karşılık verdim. Hafifçe gözlerinin içi doldu, titrek bir ses ve zayıf bir Türkçeyle; “Osmanlı, Türk, Osmanlı”, dedi. “Eyvallah” diyerek karşılık verdim. Yavaşça dizlerinin üzerine çöktü. Başımı, kocaman ellerinin arasına alarak yanaklarımdan öptü. Gözlerinden birer damla yaş süzüldü. Yavaşça ayağa kalkarken elini öptüm. Doğruldu. Hızlı adımlarla mescitten çıktı.
“Buranın Kiracıları Biz, Sahibi Sizsiniz”
Bir akşam namazı sonrasıydı. Mescid-i Aksa’dan çıktık. Kudüs’ün tarih kokan dar ve kendine has mimarisiyle insanı yıllar öncesine götüren sokakları arasından geçerken, bizleri dikkatle ve korkuyla izleyen Yahudilerin kem bakışları arasında bir sokağın başına vardık. Namazdan çıktığımızdan beri bize eşlik eden bir Kudüslü Müslüman kardeş, vedalaşmak için grubumuzu durdurdu. Söyleyecekleri vardı. Yarım bir Türkçe ile konuşuyordu… Gözleri, dilinden daha çok şey anlatıyordu. Damla damla yaşarıp, yanağından süzülürken yaşlar, şunları söyledi:
“Kardeşlerim, buralar, bu yapılar, bu topraklar, bu Kudüs, sizi özlüyor. Sizi istiyor. Çünkü her ne kadar biz buralarda doğsak da buralarda yaşasak da aslında buranın kiracılarıyız biz. Buranın sahipleriyse sizlersiniz. Evet, buranın emanetçisi, sahibi sizlersiniz. Bizler değiliz. Şu duvarlar, şu pencereler, şu taşlar, sizin ecdadınızın el emeği, göz nuru. Bunlar onların eserleri. Bu topraklar sizin ecdadınız ile güldü, huzur buldu. Sizin ecdadınız ile Kudüs’ün kanı durdu. Siz gittiğinizden beridir, kan ağlıyor ve huzursuz Kudüs. Bakın şu taşlara, bir dönüp bakın. Bu taşların bir dili yok ama onlar konuşuyor. Ben şimdi şu elimi, şu avucumu bu taşlara koysam, bu taşlar bu eli tanımaz. Ama siz koysanız, bu taşlar, sizin ellerinizi tanır. Çünkü onlar, sizin atalarınızın elleriyle hayat buldu. Buralara kondu. Lütfen, buraları siz, sizsiz bırakmayın. Buraları, kimsesiz bırakmayın. Bu taşlar. Bu şehir. Sizin döneceğiniz günü bekliyor.”
Benim yaşamışlığım bana yetti. Başta Kudüs olmak üzere tüm dünya mazlumları “Türkiye’nin tarihi kaderini” icra etmesini bekliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’ye “tarihi kaderini” hatırlattı. Bugün Türkiye’den büyük bir Türkiye var. “Dünya beşten büyük” diyen bir Türkiye var. “BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail'e ilişkin kararları uygulanmıyor. O zaman BM ne işe yarıyor? Aldığımız kararlarla tesirli olamıyorsak adalet nerede temerküz edecek" diyen bir Türkiye var. Dünya mazlumlarına el uzatan bir Türkiye var. Bugün, düşünce ve tefekkür hududu misak-ı milli sınırlarını aşmış bir Türkiye var. Filistinli şehitlerin tabutlarına sarılan Türk bayrağı da Mescid-i Aksa’dan arşa uzanan “Erdoğan” nidaları da bunun en net göstergesi.