22 Nisan 2024 tarihinde Türkiye, Irak, Katar ve BAE arasında imzalanan “Kalkınma Yolu Projesi Hakkında Ortak İşbirliği Mutabakat Zaptı”, Türkiye’nin hem bakanlıklar ve hem de diğer siyasi, ekonomik ve askeri girişimlerinin en az bir yıllık çabasının bir nüvesi olarak çok yönlü etkileri bünyesinde barındırıyor. Ticaret mallarının, yaklaşık bin 200 kilometrelik bir rota üzerinde hızlı tren ve kara yollarıyla Basra Körfezindeki Faw limanından Divaniye, Necef, Kerbela, Bağdat, Musul gibi Irak’ın önemli şehirlerinden Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya ulaştırılması planlanıyor.
Küresel Çıktılar
Günümüz uluslararası sistemi; Soğuk Savaş döneminin sert, katı iki kutuplu sitemi ile başlayan ve 1960’lardan itibaren yumuşama dönemine evrilen esnek iki kutuplu yapısından ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD’nin yaklaşık 15 yıl sürecek küresel hegemonyasından oldukça farklı. Bugün uluslararası sistem, üzerinde herhangi bir aktör küresel düzeyde hegemonya sağlayamadığından “çok merkezli” yapı olarak tanımlanabilirken, küresel yönetişimin seyrine etki eden aktör sayısı da çoğalmış durumda. Çok merkezlilik tahlili tam da bu noktada, Türkiye’nin başını çektiği “Kalkınma Projesi” kapsamında kendini ispatlıyor. Projenin jeopolitik havzası ise bölgesel bağlamdan çok daha geniş. Bugün hem küresel ölçekli projeler ağı hem de yükselen ve bölgesel güçlerin etkinliği ile çok merkezli hale gelen dünya düzeninde; Çin ve Rusya hem enerji arz ve talebi hem de siyasi olarak ağırlığını hissettirirken, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin stratejik değeri artmış, Hindistan alternatif üretim merkezi haline gelmiş aynı zamanda Pakistan, Gwadar Limanı vasıtasıyla ekonomik kalkınma yoluna girmiştir. Elbette sahip olduğu jeopolitik ve stratejik yönetim kabiliyeti sayesinde bölgesel güç olan Türkiye’nin, bütün bu küresel projelerin hem kesişim noktası hem de merkezi haline gelmesi ise kaçınılmaz olmuştur.
Çin’in, malların arz edildiği bir merkez olarak yükselmesi ile Kuşak-Yol projesini hayata geçirmesi, üçlü koridor (Kuzey, Orta ve Güney) üzerinden ilerlemektedir. Projenin Kuzey koridoru, Çin’in kuzeybatısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nden başlayarak Hazar Denizi’nin kuzeyinden Kazakistan üzerinden Rusya’nın batısına oradan da Almanya’ya kadar uzanmaktadır. Orta koridor ise Çin’in kuzeyindeki Şian kentinden başlayarak Sincan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Hazar Denizi üzerinden Kafkaslar, Türkiye ve Balkanlar’a buradan da Orta Avrupa’ya ulaşmaktadır.
Güney koridoru ise bugünkü Kalkınma Yolu Projesiyle stratejik açıdan kesişmektedir. Bu hat Çin’in Şian kentinden başlayarak Urumçi-Doğu Türkistan üzerinden Pakistan’da Karaçi ve Gwadar limanlarından Umman Denizi’ne gelmektedir. Kalkınma Yolu Projesiyle birlikte bahsi geçen hat, Basra Körfezi’ne kadar uzanarak önce Türkiye sonra Avrupa’ya kadar genişleyebilecektir. Bu hat, aynı zamanda Kuşak Yol projesinin Çin-Hindistan limanlarından hareketle deniz yoluyla Süveyş Kanalı’nı kullanarak, Akdeniz’den Avrupa’ya uzanan eksene de alternatif olabilecektir. Bu alternatifin hem Süveyş Kanalı’ndaki geçişlerin İsrail’in mezaliminden dolayı ortaya çıkan güvensiz ortamdan etkilenmesi hem de daha hızlı ve ekonomik olması, mevcuttaki projeyi kıymetlendirmektedir. Ayrıca Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Kuzey koridorunu sekteye uğratması da güneydeki koridorları daha önemli hale getirmektedir.
Bölgesel Çıktılar
2003’te ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan süreç, 2010’da yaşanan Arap Baharı ve bununla birlikle 2014’te DEAŞ terör örgütünün faaliyetleri, başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu’daki toprak bütünlüğünün dağılmasına sebep olmuş, milyonlarca insanın zorunlu göçüne sebebiyet vermiştir. Bu zincirleme felaketler dizini, günümüzde devam eden İsrail-Filistin savaşının etkileriyle daha da büyürken, İran’ın İsrail ile çatışmaya girişmesi, denklemi daha da karmaşık hale getirmiştir.
Yukarıda sınırlarını çizdiğimiz yangın ortamına Kalkınma Yolu Projesi’nin merhem olabileceği açıktır. Irak özelinde projenin hem küresel ekonomiye katılım açısından hem de iç refahın sağlanması bakımından kısa zamanda etkilerinin görüleceği düşünülmektedir. Elbette sadece Irak için değil, tüm bölge için stratejik önemi haiz, bu projeyle ortaya çıkacak katma değerden, Avrupa'dan Körfez'e kadar geniş bir coğrafyada milyonlarca insan faydalanacak; bölgesel iş birliği güçlenecek, ticaret ağı genişleyecek, beşeri münasebetler tahkim edilecektir.
İran’ın projeye bakışı ise halen muğlaktır, İranlı yetkililer; İkinci Karabağ Savaşı sonrasında Batı Türkistan’dan Azerbaycan’a ve oradan Nahcivan üzerinden Türkiye’ye bağlanan Zengezur Koridoruna tepki göstermişti. Ancak Kalkınma Yolu Projesi hakkında İran'dan henüz kayda değer bir açıklama gelmemiştir. İran, Kızıldeniz ve Süveyş hattının Husiler ve diğer korsanlık faaliyetleri nedeniyle giderek istikrarsızlaşması nedeniyle Avrupa ile olan ticaret ağının kendi kıyılarına, bu projeyle yönelmesini ve Hürmüz Boğazı sayesinde kontrolü belirli derecelerde sağlayabileceğini ummaktadır. Aynı zamanda Kalkınma Yolu rotasının Necef, Kerbela gibi İran’ın bölgedeki etkisini de yansıttığı ve Şia mezhebi için önemli şehirlerden geçmesi ve böylelikle refah düzeyini artırma durumu, İran’ın daha temkinli davranmasına yol açmaktadır. Bölgedeki Şia grubun entegrasyonu ilk bakışta makul gibi görünse de, Sadr grubunun Irak siyasetine tekrar katılımı, BAE ve Katar’ın projeye dahil olması, İran’dan bağımsız bir Şia merkezinin oluşabileceğini ve bölgesel kalkınmanın yavaş yavaş bu durumu güçlendireceğini düşündürmektedir.
Türkiye Merkezdedir!
Türkiye, bölgesel güç olarak kabul görmek için, kendi “jeopolitik kodlarını”, milli güvenlik ve milli çıkarlarına göre belirlemeye devam etmektedir. Türkiye merkezdedir ve kendi jeopolitiğinde çekim gücüdür. Türkiye; yakın jeopolitiğindeki Suriye iç savaşı, İkinci Karabağ Savaşı ve Libya’da, sorun çözücü aktör olarak hem milli güvenliğini hem de milli çıkarlarını korumuştur. Türkiye’ye kara sınırı olan devletlerin, doğrudan bir güvenlik tehdidi oluşturma potansiyeline sahip olmadıkları düşünülürken, bu devletlerin daha gelişkin orta güçteki devletler ve küresel güçler karşısındaki kırılgan yapıları, demografik durumları ve ontolojik/tarihsel düşmanlık algıları, tam tersine tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle bu devletlerin kalkındırılması başlı başlına önem arz etmektedir.
Türkiye-Irak ilişkilerinin 2017’den itibaren tekrar gelişmesi, bu proje vasıtasıyla neredeyse doruğa çıkmıştır. Türkiye’nin Kalkınma Yolu projesini sahiplenmesi, Irak’ın siyasi geleceği açısından da büyük önem kazanmaktadır. Mutabakat zaptı çerçevesinde;
- Terör konusu, iki devlet arasında en üst seviyede kayda geçmiş; PKK, KCK ve türevleri, FETÖ ve benzeri yapılar konusunda, Irak hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti hükümeti arasında tam bir anlaşmaya varılmıştır.
- İki devletin askeri kurumları, karşılıklı anlaşmalarla hedeflerini pekiştirmiş; Irak’ın siyasi bütünlüğünün sağlanması için gerekli imkanın sağlanması kararlaştırılmıştır. İlişkiler, stratejik iş birliği seviyesine çıkarılmış bu amaçla bizzat en üst makamlarının takibine imkan sağlanmıştır.
- Sınır güvenliği konusunda çok ciddi adımlar atılırken, Türkiye, bölgedeki her hareketi, güvenliği açısından takip edecek, gerekirse ortak güçle terör grupları bölgeden süpürülecektir. İki ülke arasındaki ticaret hacmini kısıtlayan her vakıa dikkatle incelenecek ve çözümü sağlanacaktır. Ayrıca Musul ve Telafer şehirleri başta olmak üzere orta ölçekli sanayi kurulumu, KOBİ’lerin geliştirilmesi, dijital dönüşüm ve fiber altyapı, Türkiye’nin tecrübesi ve öncülüğünde devam ettirilecek ve altyapı yeniden kurulacaktır.
- Eğitim ve kültür alanında ortak iş birliği geliştirilerek yeni yatırımlar yapılma protokolü imzalanmıştır. Özellikle Türkmenlerin Irak’taki siyasi gelecekleri teminat altına alınarak, uğradıkları haksızlıkların giderilmesi konusu önemli görülmüş ve bu konuda ortak çaba ve çözüm çalışmaları yapılması mutabakata bağlanmıştır.
Kalkınma Yolu Projesi Türkiye’yi diğer küresel projelerde olduğu gibi merkezde tutacakken, sadece bölgesel güç olmanın gereklerinden biri olan kalkındırma politikalarının gerçekleştiği görülebilecektir. Eğer Türkiye’nin güney sınırındaki bu proje, sorunsuz bir şekilde işletilebilirse bunun gelecekte diğer sınır komşularına da örnek teşkil edebileceği düşünülmektedir.
Koruyan, sorun çözen Türkiye, aynı zamanda kalkındıran devlet rolü ile uluslararası sitemdeki prestijini artıracaktır.