ABD siyasetinin İsrail’in güvenliğine kayıtsız şartsız bağlılığı ve İsrail yanlısı Yahudi lobisinin ABD siyasetindeki tahakkümü, akademiden medyaya her kesimin malumudur. ABD’li siyasilerin, pek de hazzetmedikleri İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve radikal Siyonist kabinesinin Gazze’de icra ettiği soykırımı sonuna kadar desteklemesi şaşırtıcı değil. Ancak Washington’da İsrail’e verilen destek konusunda Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasındaki belirgin nüansın da şu aşamada ortadan kalkmış olması dikkat çekici. Bununla birlikte, ABD yönetiminin İsrail’e verdiği destekle, Amerikalı siyasetçilerin Gazze’deki soykırıma verdiği desteği iki boyutlu olarak incelemek gerekir. ABD’nin Ortadoğu politikasının son 70 yılda değişmeyen tek determinantı, İsrail’in güvenliği ve bölgedeki niteliksel üstünlüğüdür. HAMAS’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim baskını ile bu niteliksel üstünlük mitine darbe vurmuş oldu Dolayısıyla ABD yönetiminin verdiği reaksiyonun arkasında bu bağlamda bazı stratejik hesaplamalar ve çıkarımlar yatıyor. Diğer taraftan, 2024 seçimleri için ön çalışmaların başladığı dikkate alındığında, Amerikalı siyasilerin İsrail’e koşulsuz desteğinin arkasında bu stratejik çıkarımların yanı sıra Yahudi lobisinin ABD siyasetindeki tahakkümü var.
ABD Yönetiminin 7 Ekim Olaylarına Yönelik Stratejik Çıkarımı
El-Kassam Tugaylarının 7 Ekim’de Gazze’nin kuzeyinden İsrail’e girip kısa bir süre içerisinde Gazze şeridinden daha büyük bir toprak parçasını ele geçirmesi ve aralarında İsrail subaylarının da bulunduğu yüzlerce kişiyi rehin alması, sadece İsrail için değil ABD için de büyük bir şoktu. ABD Başkanı Joe Biden, Savunma Bakanı Lloyd Austin, Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral Eric Kurilla, İsrail’e destek ziyaretinde bulundu. Hatta Blinken, İsrail’de yaptığı açıklamada, oraya ABD’li bakan olarak değil bir Yahudi olarak geldiğini ifade etti. ABD kısa bir süre içinde İsrail’e 10’a yakın uçak dolusu mühimmat yardımında bulundu ve Akdeniz’deki USS Ford uçak gemisini İsrail kıyılarına yanaştırdı. Öte taraftan, bölgeye muharip kara ve hava gücü sevk etti ve USS Eisenhower uçak gemisini de gönderdi. Böylece ABD ordusu, bölgeyi kısa bir süre içinde kuşatmış oldu ve net bir mesajla başka güçlerin herhangi bir şekilde çatışmalara müdahil olmaması uyarısında bulundu.
ABD’nin bu süratli tepkisinin arkasında bazı stratejik hesaplamalar vardı. Öncelikli olarak İsrail’in güvenliği ve bölgede niteliksel üstünlüğü, Washington’ın Ortadoğu politikasının en kritik determinantıdır. Güçlü bir İsrail, ABD’ye ve daha geniş anlamda Batı’ya, Arap topluluklarına karşı psikolojik bir üstünlük sağlarken, bölgede jeopolitik bir alan da açıyor. İsrail’e karşı yenik ve sinmiş bir Ortadoğu, ABD için geniş ve engelsiz bir oyun alanıdır. ABD yıllardır bölgedeki rejimleri, bu sinmişliğin devamlılığı için Dış Askeri Yardım fonu ile besliyor. Diğer taraftan siyasi parti ve örgütleri parçalanmış, nüfusunun büyük kısmı mülteci durumunda olan Filistin’de de durum bölgenin genelinden farksızdır. İsrail’e karşı girişilen birçok çaba özellikle de dışardaki Filistin halkı için beyhude ve sonuçsuz görünüyordu. Ancak son yıllarda özellikle HAMAS’ın İsrail’e yönelik roket saldırıları ve Demir Kubbe’nin zaman zaman başarısız olması, Filistinli mülteci ve göçmenler arasında tersine göç söylemini güçlendirdi. ABD, uzun bir zamandır Filistinlilerin ülkelerine geri dönüşü veya tersine göç tartışmalarını engellemeye çalışıyor ve bu fikre açık bir şekilde karşı çıkıyor.
7 Ekim baskını, ABD’nin bölgedeki bu düzeneğini riske attı. Çünkü İsrail’in niteliksel üstünlüğü bu baskınla tartışmaya açıldı ve İsrail güvenlik mekanizmasının aşılmaz, yenilmez olduğu algısı kırıldı. 7 Ekim baskını, bu nedenle, ABD için sadece HAMAS’ın yüzlerce kişiyi rehin aldığı, yüzlerce İsrailliyi öldürdüğü bir operasyonu değil, bölgedeki birçok dinamiği oynatacak ve beklenmedik bazı tetiklemelere yol açabilecek bir olaydı. Bölgeyi kısa sürede kuşatmasının arkasında da bu stratejik çıkarım vardı. Pentagon büyük yığınaklar yaparak, bölgedeki dinamikleri şimdilik dondurmuş oldu. Bunun yanı sıra, Washington gelecekte bu tür girişimlerin tekrarlamaması için savaş suçları ve sivil katliamlarına rağmen İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına destek vermeye devam ediyor. Bu zamana kadar İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yönetimine ve İsrail’in yasa dışı yerleşim faaliyetlerine karşı mesafeli görüntü veren Biden yönetimi, insani krize rağmen süresiz ateşkes fikrine ise karşı çıkıp İsrail’in HAMAS’ı bitirene kadar Gazze’deki saldırılarını sürdürmesini desteklemeye devam ediyor.
Diğer taraftan, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bölgede Washington’ın kontrolü dışında bir ittifak oluşmaması için bölge ülkelerine defalarca ziyaretlerde bulundu. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ortak zirvesinin sonuçsuz kalmasına bakılırsa, ABD bu konuda başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu ziyaretlerin bir diğer önemli boyutu ise şudur: ABD’li uzmanlar, İsrail’in Gazze’yi işgal girişimini büyük ölçüde 1982’de Lübnan’da giriştiği işgal girişimine benzetiyor ve savaşın uzun sürmesinin İsrail’in aleyhine olacağı kanaatini ortaya atıyor. Biden yönetimi de bu ihtimal üzerine Gazze’ye uluslararası bir barış gücünün konuşlandırılması fikrini dolaşıma soktu. Bu fikir hem İsrail’in sıkışması durumda Gazze’den çıkışının yolunu açacak hem de çatışmaların başlamasından kısa bir süre sonra ilk kez Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından dile getirilen garantörlük mekanizmasının kurulmasının önünü almak üzere ortaya atıldı. Çünkü ABD’ye göre Fidan’ın ortaya attığı garantörlük mekanizması oyun bozucu bir nitelik taşıyor.
Yaklaşan Seçimler ve ABD Siyasetinde İsrail Katliamlarına Artan Destek Arasındaki İlişki
ABD yönetiminin, 7 Ekim baskını ve İsrail’in Gazze’deki saldırıları üzerine attığı askeri ve diplomatik adımların arkasında stratejik hesaplamalar yatarken, ABD iç siyasetinde konunun başka bir boyutu var. ABD Kasım 2024’te hem başkanlık hem de kongre seçimlerine gidiyor. 2020 seçimlerinde, dış politika neredeyse konuşulmamıştı ancak henüz yeni başlayan 2024 ön seçim hazırlıklarına dış politika ve Gazze damga vurmuş durumda. ABD’de siyaset yapıp İsrail’e destek vermemek büyük bir istisnadır. Bu istisnayı da Demokrat Parti’de İlhan Omar gibi bir iki Müslüman siyasetçi ve birkaç liberal isim temsil ediyor. Bununla birlikte İsrail’e destek koşulları konusunda Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında küçük de olsa bir nüans vardı. Şöyle ki, Demokratlar refah seviyesi yüksek iki devletli bir çözümü koşul olarak ortaya koyup ABD’nin İsrail’in güvenliğini teminat altına alması gerektiğini savunurken, Cumhuriyetçiler bağımsız ve kalkınmış bir Filistin devleti fikrine pek yakınlık göstermemektedir. 7 Ekim baskını ABD’de Cumhuriyetçi ve Demokratlar arasındaki bu nüansı şimdilik ortadan kaldırmış durumda. İki partiye bağlı siyasetçiler de koşulsuz bir şekilde İsrail’e destek verilmesine yönelik fikir beyan ediyor. Hatta Biden yönetimi, İsrail’e sağlanacak 14 milyar dolarlık yardımı 105 milyar dolarlık dış askeri yardım fonuna dahil edip Kongreden geçirmeye çalışırken, Kongre Ukrayna ve Pasifik ülkelerine verilecek yardımları reddedip sadece İsrail için talep edilen 14 milyar doları onayladı. 26 senatör Biden’a bir mektup göndererek İsrail’in HAMAS’ı yenme stratejisi ve Gazze’de sivillerin korunması için bütün önlemlerin alınıp alınmadığıyla ilgili daha fazla bilgi talep etti ancak mektupta İsrail’in devam eden sivil katliamlarına yönelik bir tepki söz konusu olmadı.
Kongredeki bu durum, ABD seçimlerinde Yahudi lobisinin tahakkümü ile açıklanabilir. ABD seçimleri tamamen bağışlarla finanse ediliyor. Yahudi lobisinin siyasete kampanyalar üzerinden tahakkümü kitaplara, doktora tezlerine konu olmuş bir gerçektir. Yahudi lobisi sadece bir siyasetçinin kampanyasını finanse etme vaadiyle o siyasetçinin imzasını ve görüşünü satın almıyor. Bazı durumlarda da eyaletlerde daha zayıf durumda olan ve kazanma ihtimali düşük siyasileri destekleyerek, görevdeki Kongre üyelerinin pozisyonlarını etkiliyor. Bu stratejik kaynak dağılımı hem İsrail yanlısı odaklara esneklik sağlıyor hem de ABD siyasetinde Yahudi lobisini önemli bir aktör haline getirmiş oluyor. 2024 seçimlerinde Temsilciler Meclisinin 435 koltuğunun tamamı, Senato’nun ise 100 koltuğunun üçte ikisi üzerinde yarış olacak. Temsilciler Meclisinde bu dönem çok az farkla Cumhuriyetçiler çoğunlukta, Senato ise çok az farkla Demokratların elinde. Bu dengenin değişme riski ve fırsatı ortada iken siyasetçiler, Yahudi lobisi ve İsrail yanlısı odakları karşılarına alma riskine girmek istemiyor. Bu durum, sadece siyaseti değil aynı zamanda iş dünyası, eğitim ve medya sektörünü de büyük ölçüde etkiliyor. Birçok medya mensubu, Gazze’deki katliama ses çıkardığı için işinden edildi. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Ukrayna halkına karşı ahlaki sorumluluk söylemini büyük bir nümayişle savunan Amerikan akademisi ve düşünce kuruluşlarında, İsrail’in katliamlarına ses çıkaran akademisyen sayısı oldukça az, çünkü günün sonunda ağır bedeller söz konusu.
Sonuç
ABD, hem askeri ve diplomatik hem de siyasi ve söylemsel düzeyde İsrail’in Gazze’de icra ettiği katliamlara destek veriyor. ABD’den İsrail’e verilen bu destek, iki boyutta ele alındığında, ABD yönetimi HAMAS’ın kısa süre içinde Gazze’den daha büyük bir toprak parçasını ele geçirmesinin Ortadoğu’da bazı dinamikleri harekete geçirme olasılığını değerlendirerek, İsrail’e askeri destek verdi ve bölgeyi kuşattı. Bu da stratejik olarak eksenini Asya-Pasifik’e kaydırmış olsa da ABD’nin Ortadoğu’da halen oyun bozucu pozisyonunu koruduğu ve dinamiklerin değişmesine müsaade etmeyeceği anlamına geliyor. İkinci boyutta ise ABD siyasetinde etkin bir Yahudi lobisinin varlığı, ABD siyasetinin ahlaki duruşundaki çarpıklığı net bir biçimde ortaya koydu. Çünkü Ukrayna’ya on milyarlarca dolar destek paketlerini ahlaki sorumluluk olarak açıklayan ABD siyaseti ve akademisi, yaklaşan 2024 seçimlerinde Yahudi lobisinin tahakkümünü göz önüne alarak bırakın İsrail aleyhine fikir beyan etmeyi, İsrail’e söylemsel desteğinin dozunu artırmış durumda. ABD yönetimi ve siyasilerinin bu pozisyonu, kısa vadede İsrail’e zaman kazandırabilir ancak ABD’nin başta İsrail-Filistin sorunu olmak üzere dünyadaki krizlerde arabuluculuk rol ve söylemini büyük ölçüde bitirdi.
Ayrıca, Rusya ve Çin’e karşı kullandığı kurallara dayalı uluslararası düzen söyleminin altını oymuş oldu. Biden, İsrail’e açık çek vermesinin, ülkesinin ulusal güvenlik menfaatlerine olduğunu düşünse de dış siyasette, özellikle de küresel güneyde çok kutuplu dünyanın diğer aktörlerine karşı bu duruşunun orta ve uzun vadede ağır bedelleri olacaktır.