M.S. 66 yılında Filistin bölgesinde Yahudilerin işgalci Roma güçlerine karşı başlattıkları isyan Romalılar tarafından oldukça kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Kudüs ve Yahudi dini hayatının merkezi olan “İkinci Mabed” yıkılınca “rabay” denen din adamlarının kontrolünde “Rabbinik Yahudilik” dönemi başlamıştır. Din adamlarının merkezde olduğu Rabbinik Yahudilik özellikle 1789 Fransız İhtilali’ne kadar Avrupa coğrafyasında yaşayan Yahudilerin en belirgin özelliğiydi. Bu dönemde Yahudiler, Hıristiyanlardan çok ciddi baskı ve zulüm gördükleri ve eğitim hayatı dahil toplumsal hayattan tamamıyla dışlandıkları için din adamlarının merkezde olduğu getto hayatı yaşamak zorunda kalmışlardı. Fransız İhtilali’nin ardından Avrupa’da yayılan Aydınlanma düşüncesi Yahudileri de ciddi olarak etkilemişti. Bu yeni dönemde Avrupa’da artık eşit vatandaş olma statüsü elde eden Yahudiler kimliklerini koruyarak avukat, öğretmen, mühendis, doktor gibi meslek gruplarında yer alma, oy kullanma ve ulusal parlamentolarda üye olma hakkına kavuşmuştu. Özgürleşme süreciyle birlikte Yahudilerin Avrupa toplumlarıyla ve onların ulusal çıkarlarıyla özdeşleşmesi geleneksel Yahudi din algısı, kültürel menfaatleri ve en önemlisi de Filistin yurdunda tekrar bir İsrail devleti kurma ideallerine ciddi zararlar vermeye başlamıştı. Çünkü bu süreç geleneksel biçimiyle dini ve etnik unsurları bir arada barındıran Yahudiliği, Yahudi toplumunun varlık sebebi ve başlı başına kimliği olmaktan çıkarıp sıradan ve modern anlamıyla bir inanç sistemi ve Yahudi kimliğinin bireysel ve cüzi bir parçası konumuna getiriyordu.
Getto düzenine son verip Yahudilere eşit vatandaş ve daha da önemlisi birey olma imkanı sunan Yahudi Aydınlanması olumlu adımların atılmasını sağlamasının yanında geleneğe dayalı dini otoritenin zayıflaması anlamına da geliyordu. Dahası Yahudilerin eşit vatandaş olarak yaşadıkları toplumlara entegrasyonu ve sosyalleşme süreci en başta “şabat” ve “koşer” kuralları ile sinagog ibadeti olmak üzere geleneksel Yahudi dini kimliğinin temel dinamikleri olan uygulamaların da artık yeniden gözden geçirilmesine yol açmaya başlamıştı. Yaşanan gelişmeler Yahudiliğin ve bağlılarının rabayların kontrolünden çıkması anlamına geldiğinden bu durum değişime açık olmayan din adamlarının Yahudi toplumu üzerindeki hakimiyetlerinin hızlı bir şekilde sona ermesi demekti. Aydınlanma ile Yahudi toplumunda başlayan bu değişime karşı kendi merkeziliklerini kaybetmek istemeyen rabaylar Torah ve onun yorumu olan Talmud’da her şeyin en ince ayrıntısına kadar yer aldığını savunarak yeni olan her şeyi reddeden dolayısıyla da değişime kapalı “Ortodoks Yahudilik” adı verilen yeni bir akımın doğmasına önayak olmuştur.
İçtihatların Zamanla Değişmesi
Son yıllarda ülkemizde din alanında yaşanan tartışmalara baktığımızda bunların Yahudi geleneğindeki bu gelişmelerle benzerlik arz ettiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki 2002’de AK Parti iktidara gelene kadar devamlı örselenen, baskı altına alınan ve eğitim dahil toplumsal hayat, devlet bürokrasisi ve hatta iş hayatından dışlanan muhafazakar Müslüman kitle artık erkeğiyle kadınıyla oldukça iyi eğitim almaya, modern yaşamın ve iktidar olmanın nimetlerinden istifade etmeye ve böylece toplumsal yaşama entegre olmaya başladı. Bu durum daha önce jakoben elitler tarafından uğradığı ayrımcılık ve dışlanmışlıktan dolayı zorunlu olarak dışa kapalı bir nevi getto hayatı sürmek zorunda bırakılan dini hassasiyet sahibi Müslüman kitlenin sadece geleneksel dini yaşamının değil aynı zamanda mevcut din algısının da değişmeye başlaması anlamına geliyordu.
Aslında bu durum 1856 Islahat Fermanı’ndan sonra Ahmet Cevdet Paşa önderliğinde hazırlanan Mecelle’de “Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz” (Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar olunamaz) prensibiyle zamanın ruhuna göre dini hayatı düzenleyen içtihatların dolayısıyla da fetvaların değişmesinin kaçınılmaz olduğu açıkça ifade edilmişti. Mecelle’nin bu altın kuralı Osmanlı toplumunda ve Devlet-i Aliyye’nin yıkılışından sonra kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan siyasi, sosyal ve kültürel travmalardan dolayı ilmi boyutta varlığını devam ettirse de pratikte bir türlü geçerlilik kazanamadı. 8 Mart Dünya Kadınlar günü etkinliğinde Sayın Cumhurbaşkanı’mızın İslam alimlerinin kendi dönemlerinde verdikleri fetvaların ve yaptıkları içtihatların ortaya çıkan yeni şartlar ve durumlara uygun olarak güncellenmesi gerektiğini ifade etmesiyle Mecelle’nin bu altın kuralı tekrar ülke gündemine girmiş oldu.
Bazı Örgütlü Yapılar Dini Hayatı Kontrol Etmek İstiyor
Konuyu uzmanlarına bırakarak esas konumuz olan son yıllarda örfi ve kültürel hususların bazı din adamları, cemaat sözcüleri ve alim kisvesine bürünmüş din bezirganları tarafından niçin devamlı ön planda tutulmaya çalışıldığı konusuna geri dönelim. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Aydınlanma sonrası dönemde Yahudi halkının geleneksel dini uygulamaları sorgulamaya açması karşısında dini hayatın kontrollerinden çıktığını gören Yahudi din adamları şartların ve zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesinin asla söz konusu olmayacağını iddia ederek Yahudi dini hayatının kontrolünü ellerinde tutmaya çalışmışlardı.
Benzer şekilde ülkemizde de son yıllarda başta eğitim olmak üzere modern yaşamın tüm imkanlarından yararlanan muhafazakar Müslümanların avuçlarının arasından kayıp gitmekte olduğunu gören değişime kapalı bazı örgütlü cemaat ve tarikat oluşumları ile bu tür oluşumlardan medet umanlar ve dini kendi çıkarı için kullanma konusunda zerre miktarı tereddüt etmeyenler dini hayatın her alanıyla ilgili hükümlerin geçmişte söylendiğini dolayısıyla Müslümanın görevinin kendilerine nakledilen hükümleri sorgulamaksızın olduğu gibi yerine getirmek olduğunu yüksek sesle dillendirir olmuşlardır.
Bunu yaparken de jakoben laiklerin ve darbeci çıkar gruplarının 28 Şubat Darbesi’nde olduğu gibi kendi hegemonyalarını sürdürmek için başörtüsü yasağı üzerinden dini kimlikleriyle toplumda var olma mücadelesi veren dindar kadınların eğitimlerine engel olarak toplumsal yaşama katılma haklarını ellerinden almaya çalışması gibi, bu zümreler de geleneksel kadın algısı üzerinden toplumun şekillenmesinde ciddi katkısı olan kadınların toplumsal yaşamdaki görünürlüklerini engellemeye çalışmaktadır. 28 Şubat’ın yasakçı zihniyeti ile geleneği gelenekçilikle karıştırarak kadınlar üzerinden topluma ayar çekmeye ve negatif algı oluşturmaya çalışanların zihin dünyasının dindar kadının toplumsal hayattan dışlanarak evine mahkum edilmesi konusunda birbiriyle örtüşmesi doğrusu oldukça manidardır.
Yine bu insanlar tıpkı Ortodoks Yahudilerin kendilerini tek gerçek Yahudi grubu olarak nitelendirmesi gibi kendilerini İslam’ın gerçek savunucusu, değişim taraftarı olanları da sapkın görmek suretiyle hakikat tekelciliği yapmaktan da geri durmayarak hegemonyalarını devam ettirme yoluna gitmektedirler. Böylece klasik dini yorumların yeniden gözden geçirilmesini gerektiren değişim ihtiyacına karşı çıkarak bireyin ve toplumun dini hayatını kontrollerinde tutmaya çalışma konusunda bazı zümreler Yahudi din adamlarıyla adeta bir yarış içerisine girmiş görüntüsü vermektedir. Kuşkusuz gelenekle birlikte tevarüs edilen birikimi tümüyle yok sayan aşırılıkları da bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
Yıllardır baskı altında tutulan ve kendi dini kimlikleriyle okumaları engellenen dini hassasiyete sahip insanımızın özellikle de kadınlarımızın iyi eğitim alarak toplumun her alanında görünür olmasına söz konusu kesimlerin hangi mantıkla engel olmaya çalıştığını anlamakta doğrusu güçlük çekiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AK Parti iktidarlarıyla marjinallikten ve getto yaşamından kurtulan dini hassasiyet sahibi Müslüman bireylerin özellikle de kadınların toplumun hemen her alanında görünür olması geleneksel din algılarının zamanın ruhuna uygun olacak şekilde güncellenmesini gereklilikten çıkararak artık bir zorunluluk haline getirmiştir. Çünkü değişim macunu artık sığmadığı tüpten çıkmıştır ve aynı tüpe tekrar konma şansı yoktur. Bu nedenle ilahiyat ilimleriyle uğraşan bilim insanlarının öncülüğünde yaygın ve örgün dini eğitim veren kurumların değişim macunu için yeni bir tüp üretme zamanı geldi de geçmektedir.