Kriter > Dosya > Dosya / FETÖ ve 15 Temmuz |

FETÖ’den CHP’ye Eleştiri, Geçişkenlik ve Liyakat Söylemi


15 Temmuz sonrası iyi değerlendirildiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı istenmeyen adam konumuna yerleştiren küresel çevreler ile muhalefetin söylemi önemli ölçüde örtüşüyor. Bu konuda FETÖ içerik üretiminde CHP, HDP ve sol çevreler ise taşıyıcı konumda iş birliği içinde olmuştur.

FETÖ den CHP ye Eleştiri Geçişkenlik ve Liyakat Söylemi

Emile Gentile “Realizm konusunda hiçbir zaman yeterince realist olunmaz” der ve şöyle devam eder: “Gerçek bazen en gerçekçi öngörülerimizi beklenmedik bir anda yalanlayarak bizi şaşırtmaktan zevk alır.” Türkiye’de uzun zamandır kindar bir savaşçı gibi eleştiri yapan, muhalifliğin ötesinde düşmanlık güden hınçla yüklü bir çevre var. Konjonktür icabı gidişata muhalif duran bu kesimlerden bazıları siyasetten uzaklıklarını ya da uzaklaştırılmalarını ahlaki gerekçelere bağlayarak 2010 öncesindeki konumlarını unutturmaya çalışıyorlar. Hatırlanacağı üzere bu yıldan itibaren AK Parti’ye dönük eleştirilerin kavramsal çerçevesinde ve sınırlarında bir farklılaşma meydana gelmiştir. Sol Kemalist ve liberal çevrelerin önemli ölçüde tıkanıklık arz eden şablonlarına Fetullahçıların ileri sürdüğü kanaatler eklenmiştir. Çok farklı biçimler alabilen İslamcılığın ölümü, çoğulcu demokrasinin yok edilmesi, otoriterleşme yoluna sapılması, dindar nesil, kibir, ülkeyi uçurumun kenarına getirmek, ehliyet ve liyakat anlatısı üzerinden dile getirilen hususlar yeni antagonizmaların ortaya çıkmasına ve süreklilik kazanmasına yol açmıştır.

Bir bütün olarak ve daha geniş bir perspektifle bakıldığında bu hususlarda hem açık açık hem de ima yoluyla söylenenlerin bağlamı göz ardı edildiği için çok konformist yorumlar yapılabiliyor. İşte bu sebeple bugünkü manzarayı bihakkın anlamak için biraz geri gitmeye ihtiyacımız var. 2012’den günümüze bu konuda çok kolaycı çıkarımlarla oyalanılıyor. Dindar nesil hususunda Fetullahçıların, Kemalist sözcülerin, CHP’nin, HDP’nin ve yeni solun neredeyse tüm unsurlarının aynı kelimelerle söz aldığı görülmüştür. Türkiye’deki sorunların altında İslamcılığın yer aldığı şeklindeki açıklama biçimi Fetullahçılarla sınırlı kalmamıştır. 15 Temmuz sürecinde yeniden eski yatkınlıklarına dönen sol çevreler ve partiler bunu “dinci faşizm” kavramıyla daha sert bir söyleme dönüştürerek harlamıştır. Bilhassa şu son dönemde gazete haberlerinden yazılan makalelere, kitaplara ve yapılan araştırmalardan, projelerden katılım gösterilen kongrelere, konferanslara dek o kadar çok örnek birikmiştir ki. Elbette her yerde ve her durumda olduğu gibi istisnalar yok değil ve iyi ki de var yoksa durum daha da vahim olurdu... Tabii “İstisnalar kuralı doğrulamak içindir” de denmiştir.

 

Eleştirinin Sınırları

Arap Baharı, Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve Mısır’da Muhammed Mursi’nin askeri darbeyle alaşağı edilmesi gibi bir dizi olay sol çevrelerde, Kürt milliyetçilerinde “siyasi İslam’ın çöküşü”, “laik ve aydınlanmaya dönüş” başta olmak üzere birtakım klişelerin menteşelerini yeniden birleştirdi. 31 Mart 2019 seçimlerinin ardından gerek içerideki hınçlı yayın organları gerekse dışarıdaki çevrelerin öne çıkardığı temel hususta herhangi bir değişiklik meydana gelmedi.

Din, toplum ve siyaset ilişkisini tartışmaya toplumsal mücadele açısından önem atfeden hatta bu bağlamda liyakati öne çıkaran onlarca metnin göz ardı ettiği husus siyaset ve iktidar mücadelesidir. Gelgelelim karar anlarında belli bir siyasi tercih yapan İslamcıları, siyaset karşısındaki özerkliklerini yitirdiğini söyleyen sosyalistler bile inanılması güç bir şekilde tereddüt göstermeden kendilerini CHP’ye eklemlediler. Bu çevreler de tek taraflı eleştirinin sonsuz değil sınırlı ve yanılabilir olması dikkate alınmadığı için eleştiriye mesiyanik bir anlam yükleniyor. “Sen neoliberal iktidarın maşalığını yaparken ben iktidara karşı dosdoğru konuşuyorum!” diyerek oldum olası öz eleştiri yapmayan, hep ötekileri itham etmeyi seven sol Kemalist çevrelerin gazete ve dergilerinde CHP, HDP başta olmak üzere destekledikleri siyasi partilere; kendi vakıf ve derneklerine yönelik eleştirileriyle, İslamcıların yayın mecralarındaki eleştiriler arasında ciddi bir fark var. Çünkü hümanist düşüncenin değerleri etrafında radikal ihtilafçı başkalığının harikalarını anlatmayı seven mahfillerde tarihsel blokun eski ve yeni aktörlerine karşı bırakın henüz yeteri kadar eleştirel olmamayı tümüyle suskun kaldıkları bir gerçek. Haliyle 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili analiz ve yorumları bu darbeye çok net bir karşı çıkışı içermiyor. Elbette politik bakımdan ilkesel olarak bir siyasi partiyi tercih etmek anlaşılabilir. Bu durumda sosyalist veya “medeni cumhuriyetçi” olduğunuz için ilkesel destek verdiğiniz partilere de eleştirel bir mesafede konumlanmanız gerekmez mi? Özellikle 15 Temmuz sonrası iyi değerlendirildiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı istenmeyen adam konumuna yerleştiren ABD ve AB çevreleri ile muhalefetin söylemlerinin önemli ölçüde örtüştüğünü net biçimde görmekteyiz.

Bu nedenle muhalefetin yüzleşmesi gereken çok büyük meseleler var, ayrıca bahsettiğimiz mahfillerdeki eleştirinin “reel” politikasını daha kapsamlı bir şekilde düşünmek için şunlar sorulabilir: Siyasi eleştirinin çeşitliliği niçin bu kadar sınırlı? Neden “düşmanlar” söz konusu olduğunda dil çözülüyor da sevilenler söz konusu olduğunda dil tutulması yaşanıyor? Belli bir aklilik rejimi arz eden “sınırsız” eleştiriye sonuna kadar güvenmenin beraberinde getirdiği bir dizi soruna işaret için elbette başka sorular da gündeme getirilebilir. Fakat “öz eleştiri kültürü”nü sadece kendilerine mal eden “seküler kibir” konusunda netice değişmez. 

2013 sonrasında AK Parti’nin İslamcı bir çizgiye yaslandığını iddia edenlerin aynı zamanda partinin İslamcılığı bitirdiğini söyleyenlerle yeni birliktelikler oluşturdukları da görülmüştür. Yukarıda vurguladığımız gibi sol çevrelerin İslamcılık tartışmasına Fetullahçılardan daha farklı bir yerden girdiği teslim edilmeli fakat müşterek oldukları husus İslamcılığın zararlı ve kötü olduğu bakış açısıdır. Aynı şekilde AK Parti’nin derin yapılarca ele geçirildiği gibi komplocu düşünme alışkanlığının izlerini yansıtan Fetullahçı analizler 11 Nisan 2019’da Paris Üniversitesi’ndeki “Beş Yıl Sonra Türkiye” başlıklı kolokyumda sosyolojik ve son derece “bilimsel” bir dille ifade edilmiştir. Siyasette dost/ düşman ilişkilerinin merkeziliğine dikkat çekerek neredeyse AK Parti dışındaki tüm özneleri belli husumetler eşliğinde bir araya getirme stratejisinin çeşitli boyutlarından haberdar olmak için her şeyden önce yeni ve eski konumların durağanlığını terk etmek gerekir.

Liyakat Anlatısı

Harcıalem her şeyi açıklamak için kullanılan liyakat “layık olmak, yakışma” manasındaki “lyk” kökünden türemiş “liyaka” kelimesinden gelir. Liyakat için en büyük bahtsızlık ona hiçbir şeyin direnememesidir. Günümüzün sol, liberal hatta muhafazakar “yeni demokrasi” düşünüşü hakkında çok şey söyleyen çerçeveler aynı zamanda kendilerini rasyonalist, evrenselci ve liyakatli bir formda sunarlar. Ekrem İmamoğlu ise henüz hiçbir icraat yapmadan seçilir seçilmez kendisini liyakatin ve ahlakın temsilcisi şeklinde sunmaktan çekinmemiştir.

Dişlerini gıcırdatan soft Kemalistlerle, başka muhaliflerle irtibata geçme, kendi mikro iktidarını kurma, varlık kazanma için kutuplaştırma söylemini araçsal kılma, diyalog, buluşma hatta “kucaklaşma” gibi tavırların liyakat gibi masum ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir anlatıyla gerçekleşeceğini sanıyorlar. Oysa antagonizmadan vazgeçilebileceği şeklindeki siyasetsiz vizyonun özünde siyasi olan pek çok noktada sınıfta kaldığı da bir gerçek.

Oysa vakti zamanında kendileri birinci ve ikinci AK Parti dönemlerinde devlet sektöründe kamu hizmeti veren kurumlardayken tarihsel blok bürokratlarca liyakat yoksunluğuyla töhmet altında bırakılmışlardı. Hatta liyakate o derece mugayir davranmışlardı ki bir kapalı kült grubu gibi hareket ederek, kendilerinden başkasına geçiş izni vermedikleri gibi pervasız şekilde en zayıf ehliyetlileri bile en yüksek makamlara taşımışlardı. Türkiye’de mesela Dışişleri Bakanlığı bürokrasisindeki üstenci dilin yakın tarihli “medeni cumhuriyetçi” bir anlatısı için Aydın Selcen’in Gözden Irakta (2019) adlı anı-kurmaca karışımı kitabına bakılabilir. Dolayısıyla bürokrasinin en alttan en üste kadar tüm kadrolarının artık sadakat ilkelerine göre düzenlendiğini öne çıkaran kibirli liyakat anlatısını özünde sadece ahlaki bir eleştiri olarak değil aynı zamanda hatta daha çok kariyerist siyasi veçhesiyle ele almak gerekir.

Görünüşte ahlak vurgulu olan ama aslında siyasi söylemdeki fakirleşmeyi yansıtan liyakat anlatısının altında seçkinler arası yer değiştirme mücadelesi yatar. Nitekim 1970’lerin sonundan itibaren öne çıkan hemen tüm kişiler ve çevreler 2000’lerde kamuda siyasi iktidarın tasarrufuyla bir şekilde görev üstlendi. Tüm bu süreçleri göz ardı ederek “yeni bir sınır” oluşturulurken demokrasi, millet, dindarlık, İslamcılık, eğitim, dindar nesil, kültürel alan ve diğer hususlarda 2013 sonrasında söylenenlerin bugünkülerden farklılık göstermesi anlaşılamaz. Liyakat deyip duran kararsızlar tıpkı Gezi sürecinde Fetullahçılardan gelen “Bak işte görüyorsun, tek başına yapamıyorsun. Liberalleri öteledin, söylem üretemiyorsun, bizi öteledin” şeklindeki tepkilerini andıran bir üslupla hareket ediyor. Şayet liyakatin içerdiği hususların tümü can çekişseydi hemen hiçbir şeyin yürümemesi gerekirdi oysa böyle bir durum yok ortada. Elbette bunu söylemek liyakat önemsizdir demek değildir. Sadece bunu sıkça gündeme getirenlere kulak kabartanların, resmin bütününden habersiz olduğunu dolayısıyla sınırlı bir “bakış” ve “kavrayış” yeteneğine sahip olduğunu hatırlatmaktır. Uzun zamandır yelkenlerini “ulaşılamayacak uzaklıktaki” liyakat anlatısı rüzgarıyla dolduranların Ankazade Halil Efendi’nin Tuti İhsan Efendi’ye yazdığı mektuptaki şu satırları hatırlamaları gerekir:

“Evet, ehliyet ve salahiyet tam olmalı ama sadakat ehli de olmadan olmaz. Şimdi ne salahiyet ve liyakat kaldı ne de maalesef sadakat. Sizdeki sadakat inşallah liyakatinizi de tamam eder halde tecelli eder.”

Hemen her tarafa yayılan sinizmin insanı umutsuzluğa sevk eden etkilerine hayıflanmamak imkansız ama yerleşik bir düşünce tarzının yönünü değiştirmenin en iyi yolunun ona karşı silahlanmak değil ilham verici alternatifler bulup ortaya koymaktan geçtiğini unutanların sayısı hayli fazla. Bunların önemli bir kısmı çeşitli kurumlarda şu ya da bu şekilde görev de alıyor. Ne var ki başkalarından bilhassa siyasi iktidardan beklediği liyakate ve iş ahlakına dayanan modern yasal-rasyonel iş yapmayı buralarda hiç umursamıyor. Çeyrek asrı geride bırakan eğitim ve kültürle ilgili kurumlar belli politikaları eleştirdikleri noktalarda söylentilerin ötesine geçebilen sahici teklifler oluşturabilmiş değiller. Niceliksel olarak hayli yüksek olan çalışmalar niteliksel bakımdan içler acısı bir halde. İleri sürülen argümanlardan hareketle liyakat adına konuşan, yazan ve kanaat oluşturanlar var ama “liyakat yok” diyebiliriz. Sonuçta FETÖ tarafından dolaşıma sokulan belirli kavramların süreç içinde CHP, HDP ve sosyalistler tarafından iştahla satın alındığını ve kullanıldığını gösteren geçişken bir tablo var ortada.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası