Kriter > Siyaset |

Liberal Tahakküm


1990’lara damgasını vuran ve küreselleşme olarak adlandırılan modern tekamül süreci ekonomi ve kültür alanının devlet iktidarından bağımsızlaşmasıyla bireylerin özgürleştiği tezini işlemiştir.

Liberal Tahakküm

Netflix başta olmak üzere dijital yayın platformlarının RTÜK’ün denetimi altına alınması ilk bakışta tepkiyle karşılanabilir. İçinde yaşadığımız modern zamanların en temel düsturlarından birisi bireylerin kendi hayatlarına dair kararları ve bu kararların sorumluluklarını alabilecek yetkinlikte olduğudur. Gelenek ya da devlet gibi kuşatıcı otoriteler bireylere neyin doğru olduğunu söyleme yetkisine sahip değildir. Akıl ve irade sahibi birey kendi kararlarını kendisi alabilir. Elbette bireyi kutsayan bu modern liberal anlayışın bu denli kritik bir konuma yükselmesi devletin kontrolünden bağımsız bir kamusal ve sivil toplum alanının ortaya çıkmış olmasıyla mümkün olmuştur. Birbirini besleyen bu iki süreç zamanla öyle bir noktaya ulaşmıştır ki devletin egemenliğinin ortadan kalktığı ve devlet-sonrası bir siyasal düzene evrildiğimiz iddia edilmiştir.

1990’lara damgasını vuran ve küreselleşme olarak adlandırılan bu modern tekamül süreci ekonomi ve kültür alanının devlet iktidarından bağımsızlaşmasıyla bireylerin özgürleştiği tezini işlemiştir. Bu bakış açısına göre insanların yönetilmesi ve üzerlerinde iktidar kurulması sadece siyasal alana has bir durumdur ve onun dışındaki alanlarda iktidar ilişkilerine rastlanmaz. Siyasal alan karşısında ekonomi ve kültür alanının bağımsızlaşması adeta siyaset sonrası ya da iktidar ilişkilerinden arındırılmış bir dünya yaratmıştır. Büyük bir coşkuyla karşılanan bu “özgür” dünyanın tüm farklılıklara kucak açan, herkesin kendisini istediği gibi var ettiği ve mutlak anlamda otonom bir dünya olduğu ileri sürülmüştür.

Orta sınıfların ortaya attığı bu tez herkes tarafından kabul görmemiştir. Marksistler aristokrasinin hakimiyetindeki feodal düzenden burjuva sınıfının damga vurduğu kapitalist düzene geçişin öyle iddia edildiği gibi bireyler için, özellikle de sermayenin dışında kalan geniş emekçi kesim için özgür bir dünya sunmadığını iddia etmiştir. Devlet iktidarının zayıflaması ya da burjuva aparatına dönüşmesiyle ortaya çıkan yeni şartlar feodal düzenden çok daha kapsamlı ve ince bir iktidar ağını ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar kategorik olarak insanın varoluşu kamusal ve özel alan ayrımına tabi tutulsa ve özel alanının iktidar ilişkilerinden bağımsız olduğu fikri ileri sürülse de ekonomi başta olmak üzere bireylerin hayatının tüm alanları iktidar ilişkileriyle örülmüştür. Bireyler hem siyasal hem de ekonomik anlamda tahakküm altına alınmıştır. Bunun sonucunda devasa bir sorun olan yabancılaşma problemi ortaya çıkmıştır. Yabancılaşmanın sınırı bireylerin kendi ürettikleri ürünler üzerinde kontrolü kaybetmesinin de ötesine geçmiş, bireyler hem hemcinslerine hem de kendilerine yabancılaşma sürecine girmiştir.

 

Liberal Tahakküm

Başta Çanakkale Belediyesi olmak üzere pek çok CHP’li belediye kurumsal hesaplarından benzer içerikler paylaşarak küresel kapitalizmin bir dayatma aracına dönüştürülen LGBT propagandasının taşıyıcılığını yaptı.

 

Hakimiyet Sorunu

Modern liberal toplumun sıkıntıları sadece ekonomik ilişkilerle sınırlı kalmamıştır. Yirminci yüzyılın başında Frankfurt Okulu adı altında bir araya gelen düşünürler devlet iktidarının kontrolü dışında ortaya çıkan sivil toplum alanının bir kültür endüstrisi tarafından kontrol edilen bir alana dönüştüğünü iddia etmiştir. Kültür endüstrisi bireyleri birbirine benzeterek ve onları güderek Aydınlanma’nın başlarında öne sürülen rasyonel bireyin otonomi ve özgürlük elde edeceği vaadini dumura uğratmıştır. Martin Heidegger ve Jürgen Habermas gibi düşünürler teknolojik aklın insan rasyonalitesine ve yaşam dünyasına galebe çaldığını, modern bireyleri bir müşteriye dönüştürdüğünü ileri sürmüşlerdir. Hegelyen bir şekilde ifade edecek olursak sivil toplumun hakimiyeti bireyler arası ilişkileri ekonomik ve materyal etkileşime yani çıkar ilişkisine mahkum etmiştir. Birbirinden kopuk atomize bireylerden müteşekkil toplumsal hayat anlamsızlık sorunuyla cebelleşen yabancılaşmış ve değerlerden arındırılmış nihilist bir dünya ortaya çıkarmıştır.

Aynı dönemde yaşamış Fransız sosyolog Emile Durkheim ortaya çıkan bu yeni dünyayı “anomie” yani toplumsal yapıların ve kültürel kodların zayıflamasıyla bireylerin hayatlarına anlam veremeyen başıboş yaratıklara dönüşmesi şeklinde nitelendirmiştir. Yine aynı dönemde yaşayan Alman sosyolog Max Weber aşırı bireyselleşmiş, kurumsallaşmış ve rasyonelleşmiş modern dünyayı bir “demir kafes”e benzetmiş, insan için dünyanın sihrinin başka bir ifadeyle değer ve anlamının kaybolduğunu ifade etmiştir. Bir nesil öncesinde Alman düşünür Friedrich Nietzsche ise insanın içinde bulunduğu bu nihilist çağı kutsamış ancak insanın içkin olarak anlam yaratması ya da başka bir ifadeyle Tanrı ya da geleneğe yaslanan aşkın ahlakın yerine kendi ahlakını kendisinin oluşturması gerektiğinin altını çizmiştir. Böylece değerlerin olmadığı bir dünyayı reddetmiştir.

 

Toplum Değişmezleri

1970’lerde neşvünema bulan toplulukçu düşünce ekolü de insan varoluşunda gelenek, tarih ve toplumun önemine vurgu yapmıştır. Bu ekolü oluşturan düşünürler toplumsal ve kolektif bağlardan bağımsız Kantçı “aşkın birey” etrafında dizayn edilen modern liberal toplumsal düzenin zaaflarını ortaya koymuştur. Buna göre bir yandan insanın ne kadar çabalarsa çabalasın ait olduğu toplumun değerlerine referansla kendisini tanımlamaktan kurtulamayacağı dile getirilmiştir. Diğer yandan toplumun kapitalist ekonomik şartlar ve modern iletişimin mekanı ortadan kaldıran gelişmişliği karşısında zayıflamasıyla bireylerin daha insancıl bir dünyaya kavuşmadığı fikri öne sürülmüştür. Bu düşünürlere göre bireyler hayatın artan hızı karşısında karakter aşınmasına maruz kalmakta, haz peşinde koşan tatminsiz ve köksüz varlıklara dönüşmektedir.

Postmodern düşünürler de bireyin rasyonel ve otonomluğuna fazladan prim verildiğini iddia ederek modern liberal ideolojiyi yapı sökümüne uğratmıştır. 1960’larda Fransız düşünür Jacques Lacan, öncülü olan psikanalist Sigmund Freud’un bireyin sanıldığı gibi rasyonel olmadığı, bilinçaltının etkisi ya da dürtüleriyle hareket ettiği tezini daha da radikalleştirmiştir. Lacan’a göre birey rasyonel bir öze sahip değildir. Özden yoksun ve eksiklikle malul birey dışarıdaki maddi ve sembolik dünyayla etkileşim içerisinde ve onunla özdeşim kurarak bir varlık kazanır. Yani bireyin kendi dışındaki kolektif yapılardan bağımsızlaşması söz konusu değildir. Bireyin dışarıyla ilişkisi modern liberalizmin ortaya koyduğu resmin tam tersidir. Bireyi sınırlandıracak üst bir kanun ya da daha şık bir ifadeyle bir “baba” figürü olmaksızın birey kendisini üretemez ve bir özneye dönüşemez. Fransız düşünür Michel Foucault da bireyin dış dünya ya da mevcut iktidar yapıları tarafından belli bir özneye dönüştürüldüğü ve iktidar ilişkilerinin dışına çıkılmasının imkansız olduğu fikrini işlemiştir.

Görüldüğü üzere modern Batı’da modern liberal-kapitalist dünyaya karşı geniş ve etkili bir itiraz geliştiren düşünce ekollerinin varlığı söz konusudur. Burada verilen örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bir kısım düşünür moderniteyle birlikte bireyin özgürleştiği fikrini kutsasa da ortaya çıkan yeni şartların daha başka ve büyük sorunları ürettiğini ifade ederken daha karamsar olanlar ise bireyin modern liberalizmle birlikte özgürleştiği iddiasını gerçekçi ve inandırıcı bulmamaktadır.

Sonuç olarak öncelikle Batı’nın bir bütün olarak diğer toplumları şekillendirdiği fikrine biraz şüpheyle yaklaşmak gerekir. Batı’nın son iki yüz yılda kendi içindeki değişimlerinin elbette diğer toplumları da bir değişim sürecine soktuğu su götürmez bir gerçektir. Ancak Batı’nın kendi içinde de bu siyasi, ekonomik ve kültürel değişim sürecine karşı güçlü bir itiraz olduğu ortadadır. İkincisi devletin toplumsal alanı kontrol etmeye yönelik adımlarının özgürlük karşıtı olarak sunulması ikna edici değildir. Devletin kontrolü dışındaki ekonomi ve kültür alanlarının da belli iktidar odakları tarafından kontrol edildiği açıktır. Bu durumda meselenin “otoriterliğe karşı özgürlük” çerçevesinde değil bireylerin ve içinde yaşadığımız toplumsalsiyasi düzenin şekillendirilmesine yönelik bir iktidar mücadelesi çerçevesinde ele alınması daha doğru olacaktır. Devlet iktidar odaklarından sadece birisidir ve kendisine vatandaşlık bağıyla bağlı olan bireyleri dışarıdaki iktidar odaklarına karşı koruma yükümlülüğüne sahiptir. Nasıl ki bireylerin dışarıdaki iktidar odaklarına tabi olma hakkı varsa devletin ve daha genel olarak da toplumun kendi iktidarını ve değerlerini koruma hakkı bulunmaktadır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası