Biden yönetiminin göreve gelir gelmez dış politikada kurumsallığa öncelik vereceğini açıkladığı hatırlanacaktır. Böylelikle Türk-Amerikan ilişkilerini, Trump ve Erdoğan arasında olduğu gibi başkanlar düzeyinde ele alma tutumu da rafa kalkmış oldu. Bu gelişme aslında ABD’deki önceki yönetiminin nasıl davranacağının kestirilememesinden, kimi zaman da çok başlılığından kaynaklanan belirsizlik ortamını büyük ölçüde azaltmıştır. Bilindiği gibi Trump döneminde, Türkiye-ABD ilişkileri en hafif deyimi ile oldukça sorunluydu. ABD, Doğu Akdeniz doğal gaz meselesinde Türkiye’yi dışlayan bir kurumsallaşmayı, Doğu Akdeniz Gaz Forumunu ve East-Med projesini desteklemiş, Suriye ve Libya gibi sahalarda Ankara’nın varlığını sınırlandıracak ve bölgenin tansiyonunu arttıracak ittifak kuşaklarının oluşturulmasına onay vermişti. Ayrıca Trump’ın Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması ve S-400 alımı nedeniyle yaptırımlarla cezalandırılması gibi hususlarda Kongre’yi yeterince dizginleyemediği de zaman zaman ifade ediliyordu. Tüm bu nedenlerle Biden yönetiminin işbaşına gelmesiyle Washington ve Ankara arasındaki ikili ilişkilerde beyaz bir sayfa açılması beklentisi de ortaya çıkmıştı.
Türkiye’nin Beklentileri
Ankara’nın, Biden yönetiminden birçok beklentisi bulunuyor: Bunlar; (i) Suriye’de ABD’nin PYD’ye verdiği desteğin kesilmesi, (ii) terör örgütü FETÖ’ye karşı sonuç alıcı adımlar atılması, (iii) S-400 füze savunma sistemleri hakkında mantıklı bir tutum takınılması ve dolaysıyla Türkiye’ye uygulanan yaptırımların kaldırılması. Ayrıca F-35’lerde ortak üretici olan Ankara’nın S-400 bahanesiyle programdan çıkarılmış olması ve parası ödenmiş olmasına rağmen iki F-35 uçağının Türkiye’ye teslim edilmemiş olması büyük bir hatadır. Türkiye bu konuda yapılan hatanın giderilmesini beklemektedir. (iv) Washington’ın Doğu Akdeniz politikasında Türkiye’ye karşı bugüne kadar yapmış olduğu hataları telafi etmesidir.
Ancak, beklenenin aksine Biden yönetimi ilk yılında, bir önceki yönetimden devraldığı Ankara-Washington arasındaki güvenlik meselelerini olumlu bir çözüme ulaştıramadı. Bu hayal kırıklığına rağmen 2021’in sonunda iki ülke arasında yeniden olumlu bir gündem beklentisinin ortaya çıktığını gözlemliyoruz. Bu olumlu gündem beklentisinin ise ikili ilişkilerdeki gelişmelerden ziyade, jeopolitik zorlamalar neticesinde ortaya çıktığını düşünüyoruz.
Öncelikle Afganistan’dan hızla çekilme kararı alan Biden yönetimi, kararını Batılı müttefiklerine açıklamakta zorluk çekerken ve kıyasıya eleştirilirken, Türkiye’nin Afganistan meselesinde sergilediği yapıcı tutumu göz ardı edemedi. Hatta bir süredir kopuk olan Ankara ve Washington hattında taraflar arası diyalog, ansızın Afganistan odaklı yeni bir zeminde tekrar başladı. Aslında ABD’nin çekilme kararının hemen öncesinde yapılan NATO Zirvesinde gerçekleşen Biden ve Erdoğan görüşmesinde, belirli güven artırıcı adımların gelebileceği sinyali verilmişti. Nitekim, kısa bir süre içerisinde de kanımızca önemli bir güven artırıcı önlem mekanizması olarak çalışması planlanan Ortaklık Mekanizması kuruldu. Bu mekanizma sayesinde, taraflar belirli zaman aralıklarında kurulacak heyetler aracılığıyla bundan sonra ikili ilişkilerde yaşanacak yeni krizleri önleme şansına sahip olmayı planlıyorlar. Ayrıca Ortaklık Mekanizmasının konu bazlı iş birliği imkanlarını tespit etme şansını taraflara vermesi bekleniyor. Dolayısıyla Ortaklık Mekanizması kanalıyla ikili ilişkilerde kompartımanlaştırmanın sağlanmasının önü açılabilir.
Doğu Akdeniz’in Yeni Jeopolitiği
Biden yönetimi göreve başladıktan sonra, Çin’in hızlı yükselişi karşısında caydırıcı bir strateji olarak Obama döneminde ilk kez gündeme gelen Asya’ya yöneliş (pivot) politikasını hayata geçirmek istedi. Tüm enerjisini Hint-Pasifik’e yoğunlaştırmak için Washington, Ortadoğu ve diğer bazı bölgelerdeki Amerikan varlığını azaltıp, buralardaki müttefik ve ortaklarını kendi savunma yükünü üstlenmeleri konusunda cesaretlendirmede çok kararlıydı. Bu nedenle, Biden yönetimi başta Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Körfez’de Trump döneminde kurulan, güvenlik ve savunma maliyetlerini yükleyebileceği ittifaklardan faydalanmayı düşünüyordu. Ancak Biden yönetimi Trump dönemi ittifaklarını kullanma konusunda bazı sınırlamalarla da karşılaştı. Örneğin Doğu Akdeniz’de Trump dönemi ABD tarafından desteklenen ittifaklar, Türkiye karşıtı stratejik bir görünüm almıştı.
Bu stratejik görünüm, Ankara’nın deniz ve kara sahalarında göstermiş olduğu haklı direnç karşısında fazla dayanamadı ve belirgin kırılganlıklar sergiledi. Keza, bu ittifaklara belirli bir kazanç beklentileriyle eklemlenmiş olan çeşitli ülkeler de arzu ettikleri derecede kazanca ulaşamadılar. Hem güvenlik riski olarak direnen bir Türkiye ile karşı karşıya gelme durumu hem de arzu edilen kazancın sağlanamaması, sonuçta Türkiye’yi dışlayan ittifak üyeleri arasında bir hayal kırıklığı dalgası meydana getirdi. Diğer yandan, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve AUKUS sürecinde ortaya çıkan pürüzler, ABD’nin müttefiklerini terk edeceği kanısını güçlendirdi. Arap Baharından beri süregelen jeopolitik mücadele içerisinde yorulan bölge aktörleri, neticede ABD tarafından terk edilme riski ile karşı karşıya kalınca bölgesel yumuşama süreçlerinin parçası olmaya karar verdiler. Özellikle, Türkiye-BAE, Türkiye-Suudi Arabistan, Türkiye-İsrail, Türkiye-Mısır arasında gerçekleşen karşılıklı ziyaretler ve telefon diplomasisi, Trump dönemi bölgede hakim olan kutuplaşmanın sona ermesinin önünü açmıştır. Bu durum, ABD’nin Trump dönemi ittifaklarını kullanabilme esnekliğini de sınırladı ve eski ittifak ilişkilerine yani NATO ittifakına ve NATO müttefiklerine bu arada Türkiye’ye daha ciddi bir gözle bakmasının önünü açtı.
NATO’ya Dönüş
Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliği, en ciddi krizlerinden birini Ukrayna krizi bağlamında yaşıyor. Hem NATO hem de ABD bu krizin sadece Karadeniz bağlamında ele alınamayacağının, Karadeniz-Akdeniz bağlantısı üzerinden değerlendirilmesi gerektiğinin farkında. Ukrayna sorunu üzerinden Ukrayna ve Rusya arasında sıcak bir çatışma çıkmış olması sonucunda bir Karadeniz ülkesi ve NATO üyesi olarak Türkiye’yi NATO/ABD ve Rusya karşısında zor bir seçim bekleyebilir.
Ukrayna krizinde şu ana kadar Türkiye’nin tansiyonun düşürülmesi için göstermiş olduğu diplomatik girişimler hem NATO hem de ABD yönetimi tarafından takdirle karşılanmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Türkiye’nin taraflar arasında arabuluculuk yapabileceğini belirtmesi ve gene Ankara’nın Ukrayna krizinde NATO üyesi olarak mükellefiyetlerini yerine getireceğini söylemesi oldukça önemlidir. Ancak, bu açıklama asla Ankara’nın Rusya karşıtı bir pozisyon almak istediği anlamına gelmiyor, aksine Türkiye diplomasi aracılığıyla Moskova ve Washington’ın Ukrayna üzerinden yaşadıkları bu gerilime çözüm bulmak ve böylece Kiev odaklı krizde tansiyonu düşürmek arzusunda. Ukrayna krizi Türkiye açısından Batı güvenlik mimarisinin aktörleri NATO ve ABD ile yeni bir diyalog hattının açılması anlamına da geldiğinden Washington Ankara arasında iş birliği için bir fırsat alanı oluşturabilir. Kanımızca, ABD’nin küresel yeni güç mücadelesinde Çin’e ilaveten Rusya’yı da güvenlik radarı içine dahil etmesi, Washington’ı iki şeye zorluyor: NATO üyesini, Türkiye’yi dışlayan ittifak kuşaklarını yeniden gözden geçirmeye ve Karadeniz-Akdeniz hattında bölge ülkeleri arasında ortaya çıkan yumuşama/normalleşme dalgasını kendi küresel mücadelesi lehine kullanmayı düşünmeye.
Rusya-ABD kutuplaşmasının tetiklediği bu jeopolitik türbülans ortamında, Washington’ın Rusya’yı sadece Yunanistan odaklı çevreleme politikası ile durdurması, aynı anda iki NATO üyesi ülke (Yunanistan ve Türkiye) arasında çıkabilecek krizi kontrol altında tutması neredeyse imkansız denebilecek kadar zordur. Türkiye, ABD’nin Moskova’nın sınırlandırılması planları doğrultusunda gerek Montrö Boğazlar Sözleşmesi gerekse de Malatya’daki Kürecik radarı ve tabii ki NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olmak gibi önemli stratejik vasıflarıyla, Washington’ın bölge güvenlik tasarlamaları içinde artık göz ardı edemeyeceği “fevkalade önemli bir aktör” haline gelmiştir. Nitekim ABD-Türkiye ilişkilerinde jeopolitiğin zorladığı dönüşümün ilk işaretleri de geçtiğimiz günlerde geldi.
Bu açıdan ilk sinyal, Washington’ın Yunanistan’ın tüm çabalarıyla AB ve ABD’yi ikna etmiş olduğu EastMed boru hattı projesinden çekilme kararını almış olmasıydı. İkinci sinyal, Ankara’ya yeni atanan ABD Büyükelçisi Jeffry Flake’ten geldi. Ankara’nın NATO’ya katılımının 70. yıl kutlaması sebebiyle açıklama yapan Flake Türkiye’nin NATO’ya yapmış olduğu katkıların şimdi her zamankinden daha önemli hale geldiğini söyleyerek, Ankara’yı “kritik öneme sahip bir müttefik” olarak tanımladı.
Türkiye Somut Adım Bekliyor, Jeopolitik ABD’yi İş Birliğine Zorluyor
Türkiye’nin ABD’den yazımızın başında da bahsettiğimiz güvenlik alanındaki beklentileri devam ediyor. S-400’ler konusunda, Rusya’dan Türkiye’nin aldığının üç katı S-400 alan Hindistan’a muafiyet gösteren ABD yönetimi ve Kongre’nin kararı, Ankara’da hayal kırıklığı doğurmuştur. Haziran’da açıklanacak olan NATO’nun yeni Stratejik Konsepti için 2019 Londra Zirvesi akabinde yapılan önerilerde kaleme alınan, İttifak içinde belirli askeri kapasitelerin ortak üretimi ve teknoloji paylaşımı fikri NATO bünyesinde kabul görürse, bu durum pekala Türkiye-ABD arasındaki S-400 meselesini hafifletecek bir gelişme olabilir. Zira, Ankara Rusya’dan S-400 edinimi öncesinde, Washington başta olmak üzere Batılı müttefiklerine füze savunma tedariki ve teknoloji transferi için talepte bulunmuştu. Ama sonuçta Ankara’nın bu talepleri reddedilmiş, S-400 alımı ile sonuçlanan süreç başlamıştı.
Biden yönetimi, Türkiye-ABD ilişkilerinde açılım sağlayacak somut adımlar için 2023 seçimlerine kadar bekleme taraftarı olabilir. Kongre’nin Türkiye’ye zorluk çıkaran bakış açısı devam edebilir. Ancak bölgemizin içinden geçtiği yeni jeopolitik türbülans ortamı, ABD ve Türkiye gibi eski iki müttefiki bazı önemli savunma ve güvenlik konularında zorunlu bir iş birliği sürecine doğru itiyor. Washington ile Ankara arasında tesis edilen yeni Ortaklık Mekanizması aslında bu mecburiyetin bir sonucudur. Taraflar arasında belirli konularda güvenlik ve savunma alanında iş birliğinin önü yeniden açılırsa -ki Türkiye’nin Washington yönetiminden talep ettiği F-16 modernizasyonu meselesi başlangıç için iyi bir fırsat olabilir- Ankara tıpkı Rusya ile tesis ettiği ilişkiye benzer biçimde ABD ile de ilişkilerini bu yeni jeopolitik koşullarda kompartımanlaştırarak sürdürebilir.