Kriter > Dosya > Dosya / Suriye |

“Suriyeliler”, “Afganlar” ve Türkiye’nin Sınır Güvenliği (2)


Türkiye son on yılda, sınır güvenliğini büyük ölçüde artırdı. Ancak özellikle İran sınırını zorlayan düzensiz göçün miktarı, Türkiye’nin aldığı ve almakta olduğu tedbirlerden çok daha büyük oranda arttı. Zaten yıllardır hiç durmamış olan düzensiz göç dalgası, pandeminin getirdiği ekonomik daralma ve özellikle de Afganistan’daki yönetim değişikliği ile bir sele dönüştü.

Suriyeliler Afganlar ve Türkiye nin Sınır Güvenliği 2
Türkiye-İran sınırının Iğdır-Ağrı bölümünde Türkiye'de üretilen son teknolojik silah ve teçhizatı aktif olarak kullanıyor. (Hilmi Tunahan Karakaya/AA, 16 Kasım 2021)

Kamuoyunda sıklıkla “göçmenler”, “mülteciler”, “sığınmacılar” vs. şeklinde farklı isimlerle tanımladığımız topluluk, son zamanlarda ülke gündeminin en hararetli tartışma konularından birine dönüştü. Bu yazıda karmaşaya mahal vermemek ve daha doğru tanımlamak adına kahir ekseriyeti Afganistan ve Pakistan’dan gelen ve ülkeye kaçak yollarla giren kişiler için “düzensiz göçmenler”; ülkemizde çok daha uzun bir süredir -10 yıla kadar- ikamet eden Suriyeliler içinse “geçici koruma altındaki Suriyeliler” (GKAS) terimleri tercih edilecektir.

Elbette önemli toplumsal, ekonomik, kültürel ve hatta güvenlik etkileri bulunan büyük ölçekli toplu insan hareketliliği, kabul eden ülke ve toplum açısından hazmedilmesi kolay bir mesele değil. Özellikle de bu kitlesel insan hareketliliğine eşlik eden son derece travmatik süreçlerin varlığı -iç savaş, terörizm, sınır ötesinden yapılan saldırılar vs.- meseleyi çok daha çetrefil hale getirmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin son on yılında özellikle Irak ve Suriye kaynaklı iç savaş ve istikrarsızlık sebebiyle başını ağrıtan bütün konu başlıklarında GKAS bir şekilde tartışmaya dahil edilmiş, onların Türkiye’deki varlığı ve geleceği farklı kesimlerce farklı tonlarda sorunsallaştırılmıştır.

GKAS’nin Türkiye’deki varlığı ve kaderi, Suriye savaşının gidişatı ve akıbetiyle de doğrudan bağlantılı olmuştur. Tıpkı Suriye ayaklanmasının “devrim”den iç savaş ve vekalet savaşlarına savrulmasındaki serencamına paralel olarak, Türkiye’deki GKAS de “geçici” ve “misafir” gözüyle bakılan bir topluluk olmaktan “mecburen yarı-kalıcı” ve geleceği hayli belirsiz bir kitleye dönüşmüştür. Türkiye GKAS dahil Suriye savaşının pek çok veçhesiyle uğraşırken bu defa da kabaca 2015 itibariyle İran sınırı üzerinden, çoğunluğu Afganistan ve Pakistan kökenli kaçak göçmen akınlarıyla karşılaşmıştır. O tarihte hem düzensiz göçmen miktarı hem de GKAS’nin Türkiye için külfeti bugüne kıyasla çok daha ihmal edilebilir seviyede olmasına rağmen yine de birtakım çevreler ve siyasi aktörler ucuz ve popülist yaklaşımlarla “göçmen” kitleyi toptancı bir şekilde hedef almaya başlamıştı. Bu hedef alma eyleminin dozu ise o günden bugüne kadar istikrarlı bir şekilde arttı. Siyasi aktörlerin öncülük ettiği ısrarlı bir şekilde tekrar edilen ırkçı ve kitlesel paranoyayı harekete geçirmeyi hedefleyen ezberler -“Türkiye sınırlarını koruyamıyor”, “mülteciler Türk kimliğini tehdit ediyor”, “bu gidişle ülkede Türk kalmayacak” vs.- bugün toplumda geçmişe kıyasla daha hatırı sayılır bir tutunum alanı kazandı.

 

Yakın ve Uzak Komşular-Sorunlar

Türkiye ne Ortadoğu ne de Batı’dan “izole bir ada” olmadığı için komşu coğrafyalardaki olumlu veya olumsuz hakim cereyanlardan kendi payına düşeni almaktadır. Türkiye son on yılda sınır olduğu İran, Irak ve Suriye gibi coğrafyalardan kaynaklı istikrarsızlık, savaş, terör ve düzensiz göçten nasıl derin bir şekilde etkilendiyse; yine son on yılda Batı’da dozu istikrarlı bir şekilde artan “aşırı sağın yükselişi”, “yabancı ve göçmen düşmanlığı”, “ırkçılık” ve “siyasetin sağa kayması” gibi makro cereyanlardan da nasibini alıyor. Türkiye’de on yıl öncesinde kimsenin itibar etmediği son derece marjinal tutum ve söylemler, bugün kısmen de olsa ana akım siyasi aktörler tarafından kullanılıyor. Batı’da 2008 Küresel Finans Krizi’ni takip eden yıllarda istihdam, üretim ve verimlilikte kriz öncesi döneme dönemeyen ülke ekonomileri, yükselen ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve aşırı sağın zeminini oluşturmuştur. İş ve nispi refah kaybına uğrayan hoşnutsuz kitleler, tepkilerini en savunmasız ve zayıf topluluğa, yani “yabancı” ve “göçmenler”e yöneltmiş, ırkçı ve aşırı sağcı siyasetçiler de bu dalganın üzerinde “sörf” yapmıştır. Türkiye’de de Batı’ya benzer şekilde ekonomik sorunlar, toplumun geneli açısından GKAS ve düzensiz göçmenlere bakışta bir kırılmaya yol açmıştır. Zaten on yıldır kararlı bir şekilde “Suriyeli” ve “Afgan” düşmanlığını pompalayan marjinal ve aşırı sağcı siyasetçiler de ekonomi kaynaklı toplumsal hoşnutsuzluğu kendi siyasi hedefleri açısından bulunmaz bir fırsat görerek tıpkı Batı’daki muadilleri gibi bu dalganın üzerinde “sörf” yapmaktadır. Bu da zaten kendi başına zor bir mesele olan GKAS ve düzensiz göçmenler meselesini toplumun zihninde/algısında, gerçekliğinin ötesinde ve orantısız bir konuma yerleştirerek yaygın bir endişe ve gerilime sebep olmaktadır.

Türkiye-İran sınırının Iğdır ve Ağrı bölümünde yapımı tamamlanan 145 kilometrelik beton güvenlik duvarı
Türkiye-İran sınırının Iğdır ve Ağrı bölümünde yapımı tamamlanan 145 kilometrelik beton güvenlik duvarında görev yapan "hudut kartalları", teröristler başta olmak üzere düzensiz göçmenler ve kaçakçıların yurda girişlerini önlemek için elleri tetikte gözleri hudutta gece gündüz görev yapıyor. (Hilmi Tunahan Karakaya/AA)

 

Kesin olan bir şey varsa o da “göç” veya “düzensiz göç”ün, siyasetin basitlemeci yaklaşım ve vaatleriyle çözülemeyecek derecede kompleks bir beşeri ve evrensel bir vakıa olduğudur. Türkiye’nin tek başına alacağı tedbirlerle hudutlarını düzensiz göçmenlerin kaçak girişlerinden koruyabilmesinin bir sınırı var. Zaten burada bahse konu olan topluluk esas olarak GKAS değil, İran sınırından geçmeye teşebbüs eden düzensiz göçmenlerdir. GKAS’nin sayısında yıllardır bir değişim söz konusu değildir, yani uzun yıllardır Suriye’den Türkiye’ye kaçak yollarla giriş büyük oranda bitirilmiştir. Fakat bu, ancak on yıla yakın bir süre içinde Türkiye-Suriye hudut hattı boyunca bir dizi askeri ve fiziki güvenlik tedbiri sayesinde mümkün olmuştur. 2015 itibariyle hayata geçen Sınır Fiziki Güvenlik Sistemi (SFGS) ve ona eşlik eden pek çok ilave askeri tedbir, Türkiye-Suriye hudut hattını öncesine kıyasla çok daha güvenli ve kontrollü hale getirmiştir. Ancak, Türkiye-Suriye hudut hattını asıl güvenli hale getiren şey hudut hattı üzerindeki fiziki ve teknik tedbirlerden ziyade, Türkiye’nin sınır ötesinde -Suriye tarafında- aldığı/almak zorunda kaldığı tedbirlerdir. Türkiye’nin sınırlarını terörden arındırmak maksadıyla icra ettiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları sınırın Suriye tarafında güvenlik ve istikrar cepleri oluşturmuş, Türkiye hem terör hem de yasa dışı hudut ihlali tehditlerini hudut hattına gelmeden önce karşılamıştır. Ancak bu şekilde Türkiye-Suriye hudut hattı boyunca alınan fiziki tedbirler, ikinci bir katman/bariyer olarak daha etkin bir işlev görmüştür. Bunun da ötesinde Türkiye, bir noktadan sonra mevcut GKAS’ye ek olarak ilave bir sığınmacı akınına müsaade etmemek için tavizsiz ve kararlı bir tutum benimsemiştir. Bu doğrultuda devamlı suretle demografik bir savaşın parçası olarak Suriyeli sivilleri Türkiye sınırına yığmaya matuf Rusya, İran destekli Şii milisler ve Suriye rejiminin saldırılarına icabında doğrudan kendi askeri gücüyle müdahale ve mukabele etmiş, İdlib’e çok büyük miktarda askeri güç konuşlandırmış, Bahar Kalkanı Harekatıyla da büyük bir mülteci akınını engellemiştir. Bugün Türkiye-Suriye hudut hattının güvenliği açısından bir başarı hikayesinden söz edebiliyorsak, bunu her biri için ayrı ayrı çetin müzakereler ve bedeller ödemeyi gerektiren Türkiye’nin sınır ötesi askeri varlığına borçluyuz.

 

İran Hududundaki Durum

Düzensiz göçmenlerin sıkça ihlal etmeye teşebbüs ettiği İran hududuna gelince; bu hududun Suriye hududundan önemli farklılıkları bulunuyor. Türkiye öncelikli olarak Suriye hududu için SFGS’yi hayata geçirdiğinde İran hududuna da beton duvarlar başta olmak üzere ilave tedbirler koymaya başlamıştı. Ancak uzunluk, terör, iç savaş, kitlesel göç, otorite boşluğu ve istikrarsızlık açısından Suriye hududundan gelen tehdit büyüklüğü İran hududuna kıyasla çok daha büyük ölçekli olduğu için doğal olarak İran hududunda, Suriye hududu seviyesinde bir güvenlik ve kontrol söz konusu değildir. Halihazırda Türkiye-İran hudut hattını daha güvenli hale getirmeye yönelik fiziki tedbirler artırılmaktadır. Ancak Türkiye-İran hudut hattında hakim olan hayli dağlık arazi yapısı, burada uygulanacak tedbir ve sınır rejimini Suriye hududundan farklılaştırmanın yanı sıra, çok büyük zorlukları da beraberinde getirmektedir. Bütün bunlardan daha önemlisi ise Suriye hududundaki başarının “altın formülü”nün, yani sınır ötesi askeri varlık bulundurmanın, İran hududu için söz konusu olmamasıdır. Türkiye, sınırın İran tarafını kendisi güvenli hale getiremeyeceği için buradaki hudut hattını güvenli hale getirmede kendi kontrolünün dışında -İran’ın ise kontrolünde- çok büyük bir alan kalmaktadır. Dolayısıyla sınır güvenliği konusundaki temel prensipler ve mekanik burada da devrededir: Türkiye İran hudut hattında “mükemmel” ve “yüzde 100” oranında -dünyada böyle bir sınır yok- fiziki tedbirler alsa dahi, İran aktif bir şekilde göç akınını engellemek için çaba göstermediği sürece İran hududumuzdan düzensiz göçmen geçişinin sıfıra indirilmesi mümkün olmayacak. İran’ın bu konudaki sorumluluğunu yerine getirip getirmeyeceği; halihazırdaki uygulamalarında ihmal ya da kastın varlığı ise apayrı bir tartışmayı gerektiriyor.

Türkiye özellikle son on yılda, sınır güvenliğini şüpheye yer bırakmayacak ölçüde artırmıştır. Ancak Türkiye’nin sınırlarına yönelik tehditler, özellikle de İran sınırını zorlayan düzensiz göçün miktarı, Türkiye’nin aldığı ve almakta olduğu tedbirlerden çok daha büyük oranda artmıştır. Zaten yıllardır hiç durmamış olan düzensiz göç dalgası, küresel pandeminin getirdiği ekonomik daralma ve özellikle de Afganistan’daki yönetim değişikliği ile insani kriz sebebiyle devasa bir sele dönüşmüş durumdadır. Nihayetinde düzensiz göç ve diğer tehditler karşısında sınır güvenliği, üzerinde kati bir zafer ilan edilebilecek bir mücadele değildir. Kolay “zafer vaatleri”, sadece sahiplerine günü kurtaracak siyasi primi kazandırabilir; ülkenin sınır güvenliğine ve son derece karmaşık “göç” meselesine zerrece katkı sunamaz.

*Bu yazı Eylül 2021’deki 60. sayımızda yer alan “Afganlar”, “Suriyeliler” ve Türkiye’nin Sınır Güvenliği (1) başlıklı yazının devamı niteliğindedir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası