“Ruslar nerede? Neden kendilerini bize dost ilan eden Ruslar, Amerikan pilotlarına karşılık vermiyorlar?”
Uzun yıllar boyunca gazeteci olarak görev yapan, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından dışişleri bakanlığı ve başbakanlık gibi en üst düzeyde görevlerde de bulunan Yevgeni Primakov (1929-2015) “Rusların Gözüyle Ortadoğu” kitabında 1967 Savaşı’nı anlatırken (142. sayfa) Arap ülkelerinde yaşanan şoku, bu cümlelerle aktarıyor. Düşman olarak tanımlanan aktörler değişse de 67 savaşından yaklaşık 57 yıl sonra bir kez daha Rus gücünü arkasında hisseden bir Arap rejimi, mukadder son ile karşı karşıya kaldı. Benzer cümlelerin rejim destekçileri tarafından 8 Aralık günü tekrarlandığını düşünmek yanlış olmayacaktır. Çok güvenilen ve daha öncesinde kendilerini kurtaran Rus desteği bu kez gerçekleşmedi.
Primakov kitabında, 20. yüzyılı merkeze alarak milenyumun ilk günlerindeki bazı gelişmelere de uzanan bir panorama sunuyor. Propagandist tutumdan uzak, gayet objektif yazdığı eserinde Sovyetlerin Ortadoğu politikasına dair ipuçları bulmak mümkün. Bununla birlikte ilişki kurulan Arap ülkeleri arasında Suriye’nin ayrı bir parantezle ifade edildiğini de söylemek gerekiyor. Sovyetlerin yıkılmadan hemen önce “Arap sosyalizmi” üst başlığıyla ve başka parametrelerin etkisiyle kurduğu ilişkilerde, Suriye ordusu Sovyet teçhizatlarıyla donatılmıştı. Bu yazıda da uzun tarihsel serencamı bir kenara koyarak Suriye’deki son gelişmelerin Rusya özelinde akisleri ön planda tutulacaktır. Ancak kısa bir özetle Suriye-SSCB ilişkisine değinmek faydalı olacaktır.
Baas Rejiminin Doğuşu ve Soğuk Savaş İttifakları
Ortadoğu’da İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip hissedilen soğuk savaş atmosferi ile iki süper güç ABD ve Sovyetler Birliği, farklı bağlam ve tonlarda bölgede hakimiyetlerini tesis etmeye çalıştı. O tarihlere değin bölgede aktif bir unsur olan İngiltere’nin sahne süresi çok daha azalmıştı. ABD cephesinde, özellikle İngiltere’nin bölgedeki etkisinin azalması sonrasındaki korkulardan biri de Sovyetler Birliği’nin bu boşluğu doldurmasıydı.
Mısır, devlet başkanı Cemal Abdünnâsır’ın 1970’deki ölümünün ardından dümeni Batı blokuna kırdı. Günümüzde çok hatırlanmasa da İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde Arap ülkelerinin tek bir çatı altında buluşması gibi tartışmalar yüksek sesle yapılmış, Mısır ve Suriye’nin birleşmesiyle oluşturulan Birleşik Arap Cumhuriyeti (1958-1961) kısa sürede farklı sebeplerle sona ermişti. Özellikle 1958’deki Irak darbesiyle birlikte Irak, önce sancılı bir döneme geçiş yapmış, sonrasında ise Baas rejimi-Saddam Hüseyin dönemi ile birlikte başka bir yörüngeye oturmuştu. Bağdat Paktı gibi bölgede ABD tesirini artıracak kümelenmelere karşı Sovyetler Birliği de kendi ittifak gruplarını oluşturmak durumundaydı. Bu yapıların başında Baas rejimleri gelecekti.
Suriye’ye verilen değer, diğer Arap ülkelerinin bir adım önünde oldu. Sovyetler Birliği kendisine ideolojik olarak benzer yörüngede hareket edebilen iki ülkeyi de radarına almış, ancak Irak’tan ziyade Suriye ile ilişkiler çok daha ileri seviyeye taşınabilmişti.
1974-1985 arasında Suriye'nin ithal ettiği silahların yaklaşık yüzde 90'ı SSCB'den geliyordu. Soğuk Savaş yıllarında ABD-Sovyet silahlarının dağılımındaki aritmetik, casusluk faaliyetlerine de kapı aralıyordu. Suriye gibi Arap ülkelerine temin edilen Sovyet mühimmat ve araçları, İsrail tarafından bir şekilde ele geçirilip, ABD’nin istihbarat birimleriyle paylaşılıyordu. Böylelikle Soğuk Savaş sürecinde ABD için birincil derecede sahadan bilgi akışı da sağlanabiliyordu.
Sovyetler Birliği döneminin sona ermesi ile Ortadoğu’da etkisi azalan Rus unsurlarının sahaya tam anlamıyla geri dönmesi için Suriye İç Savaşı’nda havlu atmak üzere olan Esad rejiminin sendeleyerek çökmeye yüz tutması gerekecekti.
Suriye İç Savaşında Rusya’nın Rolü
Rusya için yakın zamandaki ilk izolasyona maruz kalacağı hamlesi, Kırım’ın ilhakı (2014) oldu. Ardından Suriye’de rejimin zor durumda kaldığı bir anda sahneye çıktı, birçok uzman için Esad rejiminin vadesini uzatan inisiyatifi almış oldu.
Rusya’nın resmi olarak Suriye İç Savaşı’na girdiği tarih olan 30 Eylül 2015, savaşın seyrini değiştiren bir dokunuş oldu. 2016’nın son günlerinde Halep’ten ayrılmak zorunda kalan Suriyelilerin acı serüvenlerini başlatan süreç, Rusya’nın sahaya inmesi olmuştu. Bu müdahaleye zemin hazırlayan faktörler arasında birçok unsur sayılabilir.
Temmuz 2015’te dönemin İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani Moskova’yı ziyaret etmiş, Rus yetkililere Rusya savaşa giderse domino taşlarının devrilmesi gibi rejim için zafere nasıl ulaşılacağını anlatmıştı. Mübalağa tonuyla Rusya’yı ikna eden görüşme olarak da lanse edilen bu görüşmenin ardından Rusya-İran ekseni Suriye rejimini ayakta tutan kolonlar oldu.
Bir başka önemli faktör olarak da Sovyetler Birliği dönemindeki nüfuza olan özlemini defaatle belirten Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in müttefik Suriye rejimini kaybetmek istememesi yer alıyordu. Üstelik küresel boyutta ortak bir tehdit olarak tanımlanan DEAŞ’a yönelik hamle de bu giriş için gerekli bahaneyi sağlıyordu. Rus cephesi savaşa girişini “terörist saldırganlığa” karşı askeri müdahale olarak tanımlıyordu. Üstelik Rusya’nın Esad’ın koltuğunu kurtarması ile birlikte dünya genelindeki müttefik ülkelerin rejimlerine de “zor durumda kalırsanız arkanızdayız” mesajı veriliyordu.
Wagner gibi paralı askerler ve Rus Silahlı Kuvvetlerin aktif varlığı ile güvenlik ihracatı da sürecin diğer kazanımı oldu. Bu maddenin ne denli verimli ve önemli olduğuna bir işaret de Rus savaş mekanizmasının tüm unsurlarıyla birlikte dünya genelinin farklı noktalarındaki çatışma sahalarına ihraç edilmesi olarak gösterilebilir. Libya, Mali, Mozambik gibi Afrika ülkelerinden Orta Asya’daki yönetimlere kadar geniş bir skalada Rus savaş mühimmatları/unsurları kullanıldı ve kullanılmaya devam ediyor. Burada Suriye sahasındaki mevcut askeri varlık ve adeta laboratuvar olarak kullanılan savaş sahası kolaylaştırıcı faktör oldu.
Peki, Rusya nasıl Suriye’den vazgeçti? Aslında sahadaki mevcut durumun da ortaya çıkardığı tablo, rasyonel bir çerçeve sunuyor ancak devlet adamlarının her zaman karar alış süreçlerinde mantığı en ön planda tutmadığına tarih birçok defa şahitlik etti. Burada Putin yönetimini sessiz sakin bölgeden çıkartan saikin Ukrayna savaşının akıbeti olduğu belirtilebilir. Üçüncü yılına yaklaştığımız savaşta Rusya artık Suriye gibi bir yükü operasyonel olarak taşımak istemedi. ABD Başkanı Donald Trump’ın da yeni dönemine sayılı günler kala Ukrayna’da maksimum faydalı bir anlaşmanın daha pragmatik olacağı değerlendirmesi yapılmışa benziyor. Bunun için de Ukrayna sahasında daha fazla güç kazanmanın maksimalist politika olarak seçildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Diğer yandan Rusya’nın elindeki Akdeniz kıyısındaki Tartus deniz üssü ve liman kenti Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim Hava Üssü’nün geri alınması konusunda da ABD tarafından baskı bulunuyor. Ancak az önce vurguladığımız sıcak çatışma sahalarına Rusya’nın ulaşabilmesi için üslerin varlığı elzem.
Bir başka önemli nokta da inşa edilemeyen devlet mekanizması oldu. Rus güçlerin yardımıyla 2016’da muhalifler püskürtüldü, ancak geride kalan Suriye halkının refahı yükseltilemedi, en basit hizmetleri olağan kılacak zemin oluşmadı. Türkiye’nin kılavuzluğunda (İdlib gibi yerleşimlerde) daha dar bir alan ve coğrafyada gerçekleşen temel yönetim şeması, Suriye genelinde tatbik edilemedi. Rusların azınlıkları öne sürerek Birinci Dünya Savaşı sürecinden bu yana etkin olma çabası içerisinde olduğu Suriye’de kültürel-coğrafi kodlarda eşleşme olmadı ve tamamen operasyonel bir saha olarak görülen kadim Suriye coğrafyasında doku tutmadı.
Suriye’de Rus Bayrağı İnecek mi?
Suriye’de muhaliflerin zaferinin hemen ardından devrik lider Beşar Esad ve ailesinin Rusya’da olduğu bilgisi de ortaya çıktı. Aslında en uygun destinasyonun Rus toprakları olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi.
Rus yönetiminin Sovyet dönemine dayanan mirasından geriye uydu görüntülerine yansıyan geri çekilme manevraları kaldı. Merak edilen ülkedeki Rus askeri mevcudiyetin ve askeri üslerin durumu, kısa zamanda yanıt bulamayabilir. Ancak orta ve uzun vadede Ukrayna’da zor bir sınav veren Rusya’nın yeniden benzer bir hakimiyetle Suriye sahasına dönmesinin ya da bunu istemesinin çok da mümkün olmadığını söylemek riskli bir tahmin olmayacaktır.