8 Aralık 2024’te Suriye’de gerçekleşen devrim sadece Esed rejimin sonunun getirilmesiyle sınırlı bir olay değildir. Zira bu değişiklik, bir şekilde Suriye’de bulunan güçler ve Suriye ile ilgili olan tüm aktörlerin de pozisyonlarını gözden geçirmelerine ve Suriye’ye yönelik planlarını revize etmelerine sebep olmuştur.
Suriye’deki yeni durum, özellikle Rusya ve İran gibi şimdiye kadar Esed rejimini ayakta tutan aktörler için bir kayıp olarak kabul edilirken, muhaliflerle kurmuş olduğu yakın ilişki nedeniyle Suriye’nin geleceğinde daha fazla söz sahibi olması beklenen Türkiye için ise kazanç olarak görülmektedir. Ancak bunların dışında Golan Tepeleri’ni işgal altında tutması nedeniyle İsrail’in ve sözde DEAŞ ile mücadele maksadıyla PKK/YPG terör örgütünü koruyup kollayan ABD’nin de bu rejim değişikliğinden etkilenmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Bu kapsamda, İsrail’i en çok rahatsız edecek konunun, şimdiye kadar Esed yönetimi tarafından Golan Tepeleri’nin geri alınmasına yönelik ciddi bir girişim olmamışken, yeni Suriye yönetiminin bu konuda daha talepkar olacağı şeklindeki beklenti olmuştur.
Hal böyle olunca İsrail, daha rejim değişikliği gerçekleşmeden Suriye’ye yönelik birtakım saldırılar başlatmış ve bu saldırılar 8 Aralık’tan sonra da bir süre devam etmiştir. Bununla yetinmeyen İsrail, bir taraftan da kısmi sınır işgallerine girişmiştir. Bu nedenle İsrail’i farklı bir yere koymamız ve bu saldırılarla, işgal girişimlerinin sebeplerini irdelememiz, konunun daha iyi anlaşılması için faydalı olacaktır.
İsrail’in saldırılarının sebeplerine geçmeden önce, İsrail ile Suriye arasındaki 8 Aralık öncesi statükodan bahsetmenin gerekli olduğu kanaatindeyiz. Zira bu statükonun, iki ülke arasındaki bazı gizli ve kirli ilişkilerinin üzerini örtmek için bir kılıf olarak kullanıldığı değerlendirilmektedir.
Suriye ile İsrail Arasındaki Statüko (1974-2024)
Suriye, İsrail ile Arap devletleri arasında cereyan eden üç savaşa da iştirak ederek İsrail’e karşı savaşmış bir devlettir. İsrail, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda Golan Tepeleri’ni işgal etmiş, 1973’teki Yom Kippur Savaşı’nda da bu bölge İsrail’de kalmıştır. İki ülke arasındaki savaş durumu, 1974’te imzalanan “Kuvvetlerin Ayrılması Anlaşması” vesilesiyle dondurulmuş olup, taraflar arasında şimdiye kadar nihai bir barış anlaşması yapılmamıştır.
Bu anlaşma ile İsrail, Golan bölgesini elinde tutarken, iki taraf arasında Hermon Dağı’nın doğu eteklerini ve Kuneytra bölgesinin bazı kırsal bölgelerini de içine alan 75 kilometre uzunluğunda ve yerine göre 200 metreden 10 kilometreye kadar derinliği olan bir tampon bölge oluşturulmuştur. Bu bölgedeki ateşkesin korunması ise BM tarafından oluşturulan çok uluslu bir barış gücüne emanet edilmiştir (United Nations Disengagement Observer Force, UNDOF). Bu tampon bölge içerisinde bir miktar Suriye köyü kalmış olsa da Suriye askerleri bu tampon bölgenin gerisine çekilmiştir. İsrail ise bölgede yaşayan Dürzilerin yanı sıra buraya Yahudi yerleşimcileri transfer ederek, bölgede kendine müzahir bir nüfus oluşturmayı hedeflemiştir.
İsrail, 1981’de Golan Tepelerini ilhak ettiğini açıklamış olsa da başta BM olmak üzere hiçbir ülke bu ilhak kararını tanımamıştır. Dolayısıyla Golan Tepeleri uluslararası hukuka göre halen Suriye toprağıdır ve İsrail burada işgalci konumundadır. Ancak bu durum 2019’da, dönemin ABD Başkanı Trump’ın yaptığı açıklama ile değişme eğilimine girmiştir. Zira Trump, 2017’de Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğuna dair gayrihukuki kararından sonra 21 Mart 2019’da da Golan Tepelerini İsrail toprağı olarak kabul ettiğini açıklamıştır.
Trump’ın bu kararı, tıpkı İsrail’in ilhak kararı gibi ne Suriye ne de başka bir ülke tarafından kabul edilmemiş olsa da nihayetinde sahada defakto olarak İsrail işgali devam etmektedir. Hatta Suriye tarafının şimdiye kadar İsrail’e yönelik yapmış olduğu tüm tehdit ve kınamalara rağmen Golan Tepelerini kurtarmak için herhangi bir girişimde bulunduğu da gözlemlenmemiştir.
Ancak İsrail ile Suriye arasındaki 50 yıllık bu statüko, 8 Aralık’ın hemen öncesinde bozulmuş ve 8 Aralık’tan sonra İsrail’in başlatmış olduğu saldırılar ve tampon bölgeye girilmesiyle, geçici de olsa İsrail’in lehine bir durum arz etmeye başlamıştır.
İsrail ile Suriye arasındaki statükoyu sunduktan sonra şimdi İsrail’in, Suriye’deki yönetim değişikliği sürecinde yapmış olduğu saldırılarının arka planını açıklamaya çalışalım.
İsrail’in Fırsatçılığı: Durumdan Vazife Çıkartmak
İsrail’in Suriye’deki gelişmeleri en az Türkiye kadar yakından izleyen bir aktör olduğu bilinmekteydi. Hatta, daha 27 Kasım’da İblib ve çevresinde muhaliflerin hareketlenmesi başladığında, zaten Lübnan’a yönelik saldırılar nedeniyle teyakkuz durumunda olan kuzey ordusu, henüz Lübnan ile sağlanan ateşkes hayata geçirilmiş olmasına rağmen alarm durumuna geçirilmişti.
Muhalifler kısa sürede Halep’i alıp güneye Hama ve Humus’a doğru ilerlemeye başlayınca, bunun Şam’ı hedef alan bir girişim olduğunu fark eden İsrail, Suriye’deki bazı noktaları vurmaya başlamıştır. Önce Halep civarında bulunan bazı PKK/YPG unsurlarını muhaliflere karşı korumak için hava saldırıları düzenlediği söylenen İsrail’in, aslında kimyasal ve biyolojik silah üretim tesisleri ve depolarını vurduğu ortaya çıktı. Ancak bu saldırılarının zamanlaması ve muhtevası hâlâ soru işaretleri içermektedir. Keza İsrail’in kimyasal ve biyolojik silah üretim tesislerinin yerini biliyorsa neden daha önce vurmadığı anlaşılamamıştır!
Muhaliflerin Şam’a girmesinin hemen ardından da Esed rejiminin sona ermesini bahane eden İsrail Başbakanı Netanyahu, mevcut koşullarda 1974 anlaşmasının geçerli olmadığını ileri sürüp, mavi hattın gerisinde bekleyen orduya ilerleme emri vermiştir. Bunun üzerine bir açıklama yapan İsrail Genelkurmay Başkanı Halevi ise savaşın artık Suriye cephesine kayacağını ifade etmiştir.
Bunun üzerine İsrail askerleri, Golan’daki sınır hattını geçip 1974’teki anlaşmada tampon bölge olarak belirlenen bölgeye girmeye başladı. Zaten bu bölgede az sayıda bulunduğu bilinen rejim askerlerinin son gelişmeler üzerine mevzilerini terk etmesi sayesinde İsrail ordusu Kuneytra civarının kontrolünü sağladıktan sonra, stratejik Hermon Dağını da ele geçirmiştir.
İsrail askerleri bir taraftan tampon bölgede kırmızı hat olarak belirlenen sınırı geçerken, diğer taraftan İsrail hava kuvvetleri Şam’daki Muhaberat karargâhı, içişleri bakanlığına bağlı pasaport işlemleri merkezi ve gizli belgelerin muhafaza edildiği arşiv binasını vurmuştur.
Daha bu saldırıların sebebi tam olarak anlaşılamamışken, Lazkiye limanında bulunan Suriye donanmasına ait gemilerin İsrail tarafından vurulduğu haberleri gelmeye başladı. Hemen arkasından da Suriye ordusuna ait ne kadar silah deposu, cephanelik, havaalanı ve korunak varsa hedef alındığı ve bu kapsamda Suriye ordusunun envanterinde bulunan; hava savunma sistemi bataryaları, savaş uçağı, helikopter ve diğer hava araçlarıyla, tank ve zırhlı personel taşıyıcı gibi araçların imha edildiği öğrenildi.
Önleyici Saldırı?
İsrail tarafından saldırıların gerekçesine yönelik yapılan açıklamada, Esed döneminde Suriye ordusunda bulunan muhtelif silah ve cephanenin, HTŞ’nin liderliğindeki muhaliflerin eline geçmemesi ve muhtemelen ileride İsrail’e karşı kullanılmaması için yapılmış önleyici bir saldırı olduğu belirtilmiştir.
Yani İsrail, Suriye’deki yönetim değişikliği nedeniyle yaşanan boşluğu fırsat bilerek, bir taraftan Golan Tepeleri’nde belirlenen tampon bölgeden öteye geçip daha fazla Suriye toprağını işgal ederken, diğer taraftan da Suriye ordusunun neredeyse tüm silah envanterini ortadan kaldırmıştır. Böylelikle bu silahların muhaliflerin eline geçmesi ve ileride kendilerine karşı kullanılması da engellenmiştir.
Sahada bu gelişmeler olurken Netanyahu, Golan’daki askerlerini ziyarete gelmiş ve Golan Tepeleri’nin sonsuza kadar İsrail toprağı olacağını ifade etmiştir. Ancak Netanyahu’nun bu sözleri, başta müttefiki ABD tarafından olmak üzere AB ve BM ile tüm bölge ülkeleri tarafından kınanmış ve kabul edilemez bulunmuştur. Bu gelişme üzerine bir açıklama yapmak durumunda kalan savunma bakanı Katz ise İsrail’in Suriye’de istikrar ve güvenlik sağlandıktan sonra, kendileri için herhangi bir tehdit oluşmadığının görülmesi halinde askerlerin geri çekileceğini ifade etmiştir. Zaten kısa bir süre sonra da İsrail askerleri kırmızı hattın gerisine, tampon bölgenin içine çekilmişlerdir.
Bu açıklamalara rağmen İsrail’in, Hizbullah’ı gözetim altında tutmak ve Şam’a karşı hakim bir pozisyonda bulunmak için ele geçirdiği Hermon Dağı’ndan geri çekilmek istemeyeceği değerlendirilmektedir.
Buna mukabil Suriye’nin yeni yönetimi de İsrail’in Suriye’deki askeri üslere yönelik saldırılarını ve sınır ihlallerini kınayıp, konuyu bir mektupla BM’ye şikayet etmiştir. Mektupta, İsrail’in yaptıklarının Suriye’nin egemenliğine saygısızlık olduğu vurgulanmış ve tampon bölge çevresinde bulunan BM barış gücünün, İsrail ordusunun kırmızı hattını geçerek ilerlemesine mani olmadığı ve bu nedenle de BM misyonunun görevini yapmadığı belirtilerek, BM’nin barışı koruma sorumluluğunu yerine getirmesi talep edilmiştir. İsrail’e de bir çağrı yapan yeni yönetim, İsrail’in işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmesini talep etmiştir.
Saldırılar Neyin Üzerini Örtmeye Çalışıyor?
Her ne kadar İsrail uçakları Şam’daki bazı kritik yerleri vurarak, geride fazla bir şey bırakmasa da, muhaliflerin Şam’ı tamamen ele geçirmesinden sonra Esed yönetimiyle İsrail arasında gizli ilişkilerin olduğunu ortaya koyan bazı bilgi ve belgelere ulaşılmıştır.
Ayrıca İsrail’in nokta atışlarıyla vurduğu Suriye ordusuna ait hedeflerin koordinatlarının da, kaçmadan hemen önce uçağının engellenmemesi şartıyla Beşar Esed veya kardeşi Mahir Esed tarafından veya belki de kişisel ikbal ve güvence talep eden Esed’in bazı komutanları tarafından İsrail’e verilmiş olabileceği, bu sayede İsrail’in de eliyle koymuş gibi bu hedefleri bulup, imha ettiği de ortaya atılan iddialar arasındadır.
Esed’in bazı generallerinin de İsrail ile iş birliği içerisinde olduğu, hatta “Musa” kod adlı bir İsrail ajanının, eski Savunma Bakanı Korgeneral Ali Mahmud Abbas ve eski Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı Ali Memlük ile irtibat halinde olduğu da ileri sürülmüştür. Musa kod adlı İsrailli ajan ile bahse konu Suriyeli yetkililer arasındaki yazışmalar, ele geçirilen “GİZLİ” damgalı ve Suriye rejimi antentli evraklar sayesinde ifşa olmuştur.
Dolayısıyla Esed’in sözde düşman olduğu İsrail ile özellikle 7 Ekim’den sonra koltuğunda kalabilmek için, Rusya’nın arabuluculuğunda iletişim kurduğu tahmin edilmektedir. İsrail’in ise Esed’in koltuğunda kalmasına karşılık olarak; İran ve Hizbullah’ın Suriye topraklarındaki faaliyetlerinin önlenmesini, önlenemiyorsa da en azından İran ve Hizbullah faaliyetlerinin kendilerine bildirilmesini istediği anlaşılıyor.
Yani İran’ın bölgede İsrail’e karşı kurmuş olduğu direniş eksenin önemli bir parçası olan Esed’in, aslında İsrail’in bir aparatı olduğu ve bu sayede İsrail’in; HAMAS ve Hizbullah liderleriyle Devrim Muhafızlarının komutanlarına rahatlıkla suikastlar düzenleyebildiği anlaşılmaktadır. Hal böyleyken İsrail’in neden öncelikle Muhaberat karargâhını ve arşiv binasını vurduğu daha iyi anlaşılıyor.
Görüldüğü üzere İsrail, Suriye’deki geçiş sürecinde yaşanan boşluğu fırsata çevirerek; bir taraftan 57 yıldır işgal altında tuttuğu Golan Tepelerinin çevresindeki tampon bölgeyi genişletmeye çalışmakta, diğer taraftan da Suriye ordusunun silah ve cephane envanterini ortadan kaldırarak, muhaliflerin eline geçmesini önlemeye ve yeni yönetimi kendisi için zararsız hale getirmeye çalışmaktadır. Ayrıca Suriye istihbaratın karargâhı ve gizli belge arşivi de vurularak, İsrail ile Esed rejimi arasındaki gizli ilişkilerin ortaya çıkması önlenmeye çalışılmıştır.
İsrail’in yeni Suriye yönetiminin gücünü azaltmaya ve sınırlandırmaya matuf bu hamlesinin arkasındaki sebeplerden birinin de Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak maksadıyla PKK/YPG terör örgütüyle karşı karşıya gelindiğinde, durumun PKK/YPG (ABD’nin tabiriyle SDG) lehine olmasını sağlamak olduğu da değerlendirilmektedir.
İsrail’in tüm bu hamlelerine rağmen, yeni Suriye yönetiminin ülkede güvenliği sağladıktan sonra uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanarak, İsrail’in işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmesini talep edeceği, ayrıca İsrail’in hava saldırılarında vermiş olduğu zararı da tazmin yoluna gideceği değerlendirilmektedir.
Şimdi hepimiz, yeni Suriye yönetiminin ülkenin toprak bütünlüğünü sağlamasını ve Esed rejiminin kalıntılarını temizleyerek, ülkeyi yeniden inşa etmesini bekliyoruz. Bu kapsamda İsrail’in de uluslararası hukuka uygun hareket etmesi ve işgal ettiği topraklardan çekilerek, Suriye’nin egemenliğine saygı duyması beklenmektedir.
Zira artık Suriye’de İran’ın varlığı gibi bir bahanesi kalmamıştır. Aksi takdirde yeni Suriye yönetimi de İsrail’e düşman olacaktır. Ama Esed gibi sözde değil, gerçekten düşman olacak ve eninde sonunda işgal altındaki topraklarını kurtaracaktır.