Dünya gündemini 2011’den bu yana meşgul eden Suriye fiiliyatta üç buçuk parçaya ayrılmış bir yapıda. Donmuş bir çatışma değil. Her an gerginliğin tırmanması ve dikte edilen statükonun “patlaması” mümkün. Çatışma literatüründe “yeni”yi tarif derken referans haline gelen Suriye’de vekil, hibrit ve asimetrik kelimeleriyle nitelenen “modern” yöntemler artık eskimiş halde. Diğer bir ifadeyle akademik heyecanla ele alınan yeni kavramların demode olduğu bir döneme girildi. İşte bu ortamda Suriye’nin geleceğine yönelik analizlerde “olamayan” siyasi çözüm ile “bitemeyen” çatışma hali öncelikle Suriye halkını bıktırdı (ama yıldırmadı).
Mülteci, koruma statüsü verilen veya yerinden edilen Suriyelilerin 12 milyonu geçen sayısı ile hayatını kaybeden milyonu aşkın sivilin durumu, doğal olarak, uluslararası toplumun tavrına yönelik eleştirilere geçerlilik kazandırıyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) geçtiğimiz Mart’ta yayımlanan raporunda ilginç rakamlar var. “Kanıksanmış” mevcut durum nedeniyle 6,9 milyonu (ülke içinde) yerinden edilmiş olmak üzere yaklaşık 14,6 milyon Suriyeli sivil insan yardıma muhtaç. Ayrıca yardıma muhtaç olanlar önceki yıla göre yüzde 9 artış göstermiş ve bu rakamın yüzde 75’i kadın ve çocuk. Diğer bir ifadeyle Suriye’deki güvensizlikten mütevellit insani durum iyileşmek bir yana her geçen yıl kötüleşiyor. Yani insan ve insanlık bağlamında “kendini” tüketen bir halde.
Neye-Kime Yardım?
Uluslararası toplumun sivillere yönelik yardımını da ele almak ve bu rakamlarla karşılaştırmak gerekir. BMMYK aracılığıyla Suriyeli sivillere yapılan yardım, 20 Haziran 2022 itibarıyla, 113 milyon dolardan biraz fazla. Bu yardımın 54,6 milyon dolarını ABD, 6,2 milyon dolarını Kanada ve 5,4 milyon dolarını Japonya sağlıyor. Öte yandan ABD’nin ilave 800 milyon ABD dolar insani yardım yapma sözü basına yansıdı. Ancak bu yardımın ziyadesiyle PKK/PYD/YPG bölgesine akması bekleniyor. Sonuç şu: İnsani yardıma muhtaç milyonlarca Suriyeli var, BM’nin yardımları çok sınırlı, donörler ise yardımlarını siyasi maksada matuf yapıyor.
İnsani yardım “beyhude” bir çaba olarak kalırken Suriyelilerin güven içinde yaşayabileceği yer sayısı sınırlı. Her ülke Suriyelilere kapısını açmıyor. Refah seviyesi yüksek Arap ülkeleri, Suriyelileri ağırlama konusunda ziyadesiyle isteksiz. Suriyelilerin 3,7 milyonu Türkiye, 837 bini Lübnan, 675 bini Ürdün, 532 bini Almanya ve 260 bini Irak’ta misafir ediliyor. Toplam mültecinin veya koruma altında olan Suriyelilerin yüzde 83’ü komşu ülkelerde yaşıyor. Körfez ülkelerinde yaşayanların sayısı ihmal edilecek kadar az. Bu nedenle malum haline gelmiş istatistiklerde ifade edilmiyor.
Uluslararası toplumun “yok” denecek kadar az ve Suriye’de çıkarı olanların ise kendi nüfuz bölgelerini kayırarak yaptıkları yardımlar bir hususu hatırlatıyor. Suriye’de bitmeyen savaşın yükü sivillerin ve Suriye’ye komşu ülkelerin üzerindeyken uluslararası toplumun insani yardım veya kalıcı siyasi çözümü dikte etme iradesi maalesef zayıf.
İnsani yardım yanında çatışmaların yoğunluğuna da dikkat etmek gerekiyor. ACU isimli yardım kuruluşu kayıtlarına göre Türkiye ile imza edilen 5 Mart 2020’deki anlaşmadan sonra Rejim ve Rusya tarafından ateşkesi ihlal eden saldırı sayısı 3 bin 176. Saldırılar Haziran 2021’de en yüksek seviyeye çıkmış. Nitekim o günlerde rejimin İdlib güneyine tehdidi söz konusuydu. Ancak saldırılar Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi sonrasında en düşük seviyeye gerilemiş. Terör örgütü PKK/PYD/YPG’nin saldırılarındaysa istikrarlı bir artış var. Terörizm Analiz Platformu’na (TAP) göre 26 Mayıs 2021 sonrası bir yıllık süre içinde toplam 98 saldırı gerçekleştirilmiş. Önlenenler bu rakama dahil değil. Bu saldırılar ya Suriye kuzeyinde Türkiye ve Suriye Milli Ordusu’nun kontrol ettiği alanı ya da Türk hududunu hedef alıyor.
“Modern” Dünyanın Çözüm Anlayışı
O halde sonuç şu: Ülkesini terk eden veya ülke içinde yerinden edilen insanların insani yardıma muhtaç olma durumu, ateşkes ihlali ve terör saldırıları nedeniyle kalıcı hale gelmekte. Suriyeliler güvenlik ihtiyacını Rejim ve PKK/PYD/YPG’den kaçarak ya komşu ülkelerde ya da Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde sağlamaya çalışmakta. Askeri bir müdahale olmaksızın Suriyelilerin kendi topraklarına dönmesiyse uzak bir ihtimal. Ayrıca Türk hududu ve Türkiye’nin kontrol altına aldığı bölgenin güvenliği bütüncül bir tedbir alınmadıkça tehdit altında.
Suriyelilerin kendi topraklarına geri dönüşü iki açıdan önemli. İlk olarak, Türkiye’nin konuk ettiği 3,7 milyon insanın kendi topraklarına dönmesi Türkiye’yi rahatlatabilecek bir husus. Nihayetinde dünya genelinde en fazla mülteci/koruma statüsü verilmiş insan Türkiye’de. Türkiye’nin hazmetme kapasitesi nedeniyle bu insanlar için uygun dönüş koşullarının oluşturulması ve kendi istekleriyle onurlu bir şekilde topraklarına dönmelerinin sağlanması gerekiyor. Bu maksatla Rejim veya terör örgütlerinin muhtemel dönüş noktalarından uzaklaştırılması lazım. Nitekim Suriyeliler ne Rejime ne de PKK/PYD/YPG terör örgütüne güvenmiyor.
O halde ikinci husus güvenlik. Türkiye’de misafir edilen insanların Suriye’de herhangi bir yere değil, kendi memleketlerine dönme isteği var. Dönüşlerinde kendi ekonomilerini oluşturabilmeleri, sosyal yaşamlarına devam etmeleri arzusu bulunuyor. Bu maksatla Tel Rıfat ve Münbiç gibi Türkiye’ye göç vermiş yerleşim alanlarının temizlenmesi geri dönüş için ön koşul. Ayrıca terör örgütünün Türkiye ve Irak’a ittiği Kürtlerin kendi topraklarına geri dönüşü için Haseke ve Kamışlı’nın terör örgütünden kurtarılması gerekiyor.
İnsani yardıma muhtaç insan sayısı, yeteriz yardımlar ve güvenlik sorunları ile bu sorunun çözümü için yöneltilmesi gereken gayret bu kadar aleniyken neden uluslararası toplum duyarsız? Bu sorunun “modern” cevabı 1990’ların “sorumlu devlet” ve “insani müdahale” gibi BM Raporlarında geçen kavramlarıyla çelişiyor. Suriye sorununu çözmek için BM’nin 2254 sayılı kararıyla belirlediği dört çözüm paketinin birincisi, yani anayasa taslağı üzerine uzlaşma başlığında bile hala yol alınabilmiş değil.
Türkiye’yi Askeri Çözüme İtmek
Türkiye, bu durumda ne yapmalı? Güvenliğini deruhte etmek ve insani yardımların bu kadar yetersiz olduğu bir ortamda geri dönüşü kolaylaştırmak için askeri müdahale bir seçenek. Eğer diplomasi ve uluslararası siyaset çözüm üretebiliyorsa, Suriyelileri barışa, uzlaşıya ve normalleşmeye sevk edecek yöntemler keşfedilebilir ve uygulanabilir. Ancak halen böyle bir durum söz konusu değil.
Bilakis Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrasında Suriye’deki dinamikler hareketlendi. Rusya ile Suriye’de üstü örtülü rekabet halinde olan İran, cesaret çizgisini yukarıya çekerek PKK/PYD/YPG ile iş birliğine başladı. Rusya, Rejimi kontrol altında tutmak için İran’ın bu eyleminde inisiyatifi elden bırakmak istemiyor. Diğer bir ifadeyle Moskova’da ofisi olan PKK’yı Rejime kendisi yaklaştırmak istiyor. İşin ilginç yanı Rejimle uzlaşması konusunda soğuk tavrı malum olan ABD, PKK/PYD/YPG’nin stratejisini “görüyor” olmasına rağmen ses çıkartmıyor. Aslında “DAEŞ ile mücadele” koşullanmasıyla İran ve Rusya ile dirsek temasındaki PKK/PYD/YPG’yi “hoş” görüyor. Yani bir ABD çelişkisi yine yaşanıyor.
Tüm gelişmeler devam ederken insani yardım veya Suriyeli sivillerin kendi topraklarına dönüşü bu aktörlerin gündeminde değil. Diğer bir ifadeyle umurlarında değil. Zira tüm sayılan devletler veya terör örgütleri zaten nüfuzları altına aldıkları topraklarda demografi temizliği istemişti. O halde bu devletlerin ortak noktası Türkiye dahil diğer ülkelere itilen Suriyelilerin “sürgün” hallerinin devam etmesi. Bu nedenle insani yardımı ya Rejim, Rusya ve İran koşula bağlayıp engelliyor ya da ABD gibi Batılı ülkeler “olması gerektiği” gibi yapmıyor.
Türkiye’nin Suriye’de askeri bir harekat söylemi işte bu noktada alevleniyor. Daha önce imza edilmiş anlaşmalara rağmen PKK/PYD/YPG’yi Türk hududundan uzaklaştır(a)mayan Rusya ve ABD, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını tahrik ederken insani yardım ilgisizliği ile birlikte Suriyelilerin mevcut mahrumiyetinin kalıcı olmasına katkı sağlıyor. İran’ın, İsrail ve mezhebi saplantısıysa kendi aralarındaki rekabeti Suriyeli siviller aleyhinde şekillendiriyor.