Kriter > Dosya > Dosya / Toplum |

Ölümün Yalnızlaşması: Felsefe, Toplum ve “Gassal”


Gassal dizisi, sadece Baki özelinde ölümün varoluşsal ve bireysel yönünü değil; toplumsal boyutunu da eleştirel bir yaklaşımla ele alıyor; modern toplumda ölüm ritüellerinin oldukça yüzeysel bir hal aldığını ve toplumsal anlamını yitirmeye başladığını gözler önüne seriyor. Dizi, cenaze törenleri ve ölümle ilgili ritüellerin, artık gerçek bir dayanışma ve yas sürecini ifade etmekten uzak bir şekilde, daha ziyade biçimsel bir gereklilik olarak tecrübe edildiğini anlatıyor.

Ölümün Yalnızlaşması Felsefe Toplum ve Gassal

Geçtiğimiz aylarda TRT’nin Tabii adlı dijital platformunda yayınlanan Gassal dizisi gerek konusu ve karakterleri gerekse bu karakterlerin oyunculuklarıyla geniş yankı uyandırdı. Ancak diziyle ilgili en çok dikkat çeken hususlardan biri ölümü işleme biçimiydi. Zira gassal olan ve mesleği gereği hemen her gün ölü yıkayan birinin ölüm konusuna, en azından diğer insanlara nispetle, daha çok kafa yorduğu ve bu fikre daha alışık olduğu düşünülebilir.

Ancak dizide başkarakter Baki’nin bir grup gencin “bıçaklama” şakasına maruz kalana ve gerçekten bıçaklandığını düşünüp öleceğine inana kadar ölümle hiç yüzleşmediği görülüyor. Baki’nin bu trajikomik vaka ile ölümle yüzleşmesi ise esasında yaşamın kendisiyle yüzleşmesini ve bunca zamandır sürdürdüğü hayatı gözden geçirmesini beraberinde getiriyor. İşte bu noktada ölüm, yaşam, yalnızlık ve varoluş arasındaki karmaşık ilişki bir kez daha akıllara geliyor.

 

Ölümün Felsefi Yüzü: Varoluş ve Anlam Arayışı

Yaşamın en temel gerçeği ve kaçınılmaz parçası olan ölüm, insan var olduğu günden bu yana hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin bir anlam taşımıştır. Bu sebeple düşünürler, sosyologlar, sanatçılar, bilim ve din insanları tarafından farklı açılardan ele alınmıştır. Düşünce tarihinde de bilhassa varoluş düşünürlerinin ölüme atfettiği önem dikkat çekmektedir. Bu düşünürler, insanın ölüm gerçeğiyle yüzleşmesinin, varoluşunun anlamını kavramasında ve özgürlüğü keşfetmesinde belirleyici bir rol oynadığını savunmaktadır.

Örneğin Søren Kierkegaard, ölümü insanın varoluşuyla birlikte ele alır. Bu haliyle yaşam ve ölümü birbirinden ayırmak imkanızdır. Ona göre ölüm, fiziksel olarak kaçınılmaz olup aynı zamanda kişinin hayatını inşa etme ve değiştirme gücüne sahip olan bir imkandır. İnsan, ölümün kaçınılmazlığı karşısında zamanın ve seçimlerinin değerini kavrar. Kierkegaard için “yaşamın anlamı ölmektir”. Bununla birlikte ölümün, bilhassa yaşamdan yüksek beklentileri olan insanlar için kaygı verici ve zor bir olgu olduğunu kabul eder. İnsanın kolay olanı tercih etmeye meyyal olduğu ise açıktır. Ancak yaşamını anlamlandırmak isteyen bireyin, ölümle yüzleşmekten başka çaresi yoktur.

Karl Jaspers ise insanın değiştiremeyeceği, iradesini aşan sınır durumlarından söz eder. Buna karşın sınır durumlarının kişinin varoluşunu şekillendirdiğini savunur. Ölüm, acı, mücadele ve suç ise bu sınır durumlarıdır. Ona göre insan, yaşamı boyunca bu sınır durumlarını bir şekilde öteler ve değiştirebileceği durumlara yönelir. Fakat sınır durumlarıyla karşılaşmasıyla birlikte insanda “kaygı” ortaya çıkar. Buradaki kaygı ise Jaspers’e göre kaçınılması gereken olumsuz bir şey değil; insana rehberlik eden gerekli bir unsurdur. Zira kaygı, insanın kendi sınırlarını sorgulamasına, yaşamına daha derin bir anlam kazandırmasına vesile olur.

Öte yandan Albert Camus, ölümü “saçma” olarak tanımlar. Camus’ye göre insan anlam, düzen ve amaç arayan bir varlıktır. Buna karşın evren, insana hiçbir derin anlam sunmaz. Saçma da tam olarak insanın bu anlam arayışı ve evrenin buna karşı kayıtsızlığı arasındaki çelişkiden teşekkül eder. Ona göre saçmanın içten içe hissedildiği belli başlı durumlar mevcuttur. Bu durumların en belirgin örneğini ise ölüm ve ölüme dair düşünceler oluşturur. Zira ne kadar çabalarsa çabalasın, insan bir gün öleceği gerçeği ile yüzleşmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki ölümün saçma oluşu onu önemsiz kılmamaktadır. Zira Camus’ye göre insan, ölüm gerçeğiyle yüzleşmeli, saçmayı kabul etmeli ve bununla mücadele etmelidir. Zira yaşam, değerini ve anlamını bu mücadele ve başkaldırı ile kazanmaktadır.

Martin Heidegger ise ölümü varoluşun merkezine yerleştirir. Ölümü bir olay olarak değil, varoluşsal bakımdan anlaşılması gereken bir fenomen olarak değerlendirir. Varlığı ve varoluşu insandan hareketle anlamaya çalışan Heidegger, insanı da “ölüme doğru varlık” olarak tanımlar. Yani esasında ölüm, sonradan başa gelen bir olay değil; dünyaya geldiği andan itibaren insanı devralan bir varlık minvalidir. Heidegger bunu meyvenin olgunlaşmasına benzetir. Zira ham meyve olgunlaşmaya doğru gider. Olgunlaşma, meyveye dışardan eklemlenen bir olgu, ani bir gelişme veya tecrübe değildir. Çünkü meyve kendini olgunluğa taşır. Bunun gibi insan da doğduğu andan itibaren ölüme yönelen bir varlıktır onun için. Buna rağmen insan sürekli bir şekilde ölümden kaçmaya çalışır.

Heidegger’e göre insan, yaşam içinde birçok kişinin ölümü ile karşılaşsa da bu hep “başkalarının” ölümüdür. Ölüm, kamusal alanda sıklıkla karşılaşılan bir olgu halini almıştır. Herkesin başına gelen ancak kişinin kendisine isabet etmeyecekmiş gibi algıladığı bir hadise haline gelmiştir. Heidegger bu durumu şöyle ifade eder: “Herkes ölecek ama bu herkesin içine ‘ben’ dahil değil.” Herkesin ölüme böyle baktığı bir yerde ise “herkes ölecek ama aynı zamanda kimse ölmeyecek” sonucuna varılabileceğini ifade eder. Bir başka ifadeyle ölüm elbette insana isabet eder ancak şahsen kimseye ait değildir. Ölüme ilişkin öznesi belli olmayan bu tür müphem düşünceler, ondan kaçınmayı kolaylaştırmaktadır. Heidegger’e göre bu kaçınma hali, gündelik hayata o kadar hakimdir ki ölmekte olan kişilere dahi yaşayacağı ve ölümü atlatacağı yönünde teselliler verilir. Ancak aslında bu teselli ölmekte olana değil, onu verenin kendisine yöneliktir. Her an ölümü yenebileceğimize yönelik telkinler, aslında kendimizedir.

TRT Tabii, Gassal dizisi
TRT'nin uluslararası dijital platformu tabii'nin orijinal dizisi Gassal'da, başrolleri Ahmet Kural (fotoğrafta), Sibel Aytan, Muharrem Türkseven, Ezgi Özyürekoğlu ve Serkan Ercan paylaşıyor. (Elif Öztürk / AA, 26 Mart 2024)

 

Ölümün Toplumsal Yüzü: Ritüeller ve Yalnızlaşma

Bireysel ve varoluşsal anlamının ötesinde ölüm, toplumsal hayat içinde de farklı şekillerde önem arz etmektedir. Bu açıdan bakıldığında ölüm, yalnızca bireyin yaşamının sona ermesi değil, aynı zamanda kolektif bir deneyimin parçasıdır. Zira ölümün ardından gerçekleştirilen cenaze törenleri, neredeyse tüm kültürlerde var olan ve ölen kişiyi uğurlama, anma ve onun yokluğunun bıraktığı üzüntüyü paylaşma amacı taşıyan ritüellerdir. Bu ritüeller, toplumun bir araya gelmesini, dayanışma duygusunu pekiştirmesini ve kolektif bir yas sürecini yaşamasını sağlar.

Ancak geleneksel toplumlardaki ölüme yönelik ritüellerin modern toplumlarda değişime uğradığını ve ölümün bu kolektif yönünün giderek zayıfladığını söylemek mümkündür. Bu değişim özellikle kentleşme, aile yapılarının dönüşümü ve bireyselleşme eğilimleriyle yakından ilişkilidir. Modern toplumda bireyler, geleneksel toplumların aksine daha bağımsız ve izole bir yaşam sürdürmektedir. Bu durum, ölümün de daha bireysel bir olgu olarak algılanmasına neden olmaktadır. Ölüm artık toplumun tamamını ilgilendiren bir olay olmaktan ziyade bireyin yakın çevresiyle sınırlı kalan bir deneyim haline gelmiştir.

Modern toplumda cenaze törenleri de bu değişimden nasibini almıştır. Geleneksel toplumlarda geniş katılımlı ve toplumsal dayanışmayı ön planda tutan cenaze törenleri, modern toplumda daha küçük ölçekli ve daha az katılımlı hale gelmiştir. Ayrıca ölümle ilgili ritüellerin yerini giderek daha resmi ve kurumsal süreçler almaktadır. Örneğin cenaze işlemleri artık büyük ölçüde profesyonel kurumlar tarafından yürütülmekte ve bu süreçte toplumsal katılım daha sınırlı kalmaktadır. Söz konusu durum, ölümün toplumsal boyutunu zayıflatarak yas sürecini daha bireysel ve izole bir deneyim haline getirmektedir.

 

Ölümün Yalnızlaşması ve Gassal

Bu değişim, özellikle büyük şehirlerde daha belirgin hale gelmiştir. Kent yaşamının getirdiği tempolu ve izole ortam, bireylerin sosyal bağlarını zayıflatmakta ve insanları birbirinden uzaklaştırmaktadır. Bu durum, yalnız ölümler olarak adlandırılan bir olguyu da beraberinde getirmiştir. Yalnız ölümler, kişinin çevresinden kopuk bir şekilde hayatını kaybetmesi ve ölümünün fark edilmesinin gecikmesiyle karakterize edilir. Özellikle yaşlı nüfusun artması ve aile bağlarının zayıflaması, bu tür ölümlerin artmasına neden olmaktadır. Netice itibarıyla çoğu zaman defin işlemleriyle sınırlı kalıp geleneksel cenaze ritüellerinden mahrum kalmaktadır.

Bu bağlamda Gassal dizisi, sadece Baki özelinde ölümün varoluşsal ve bireysel yönünü değil; toplumsal boyutunu da eleştirel bir yaklaşımla ele alıyor. Modern toplumda ölüm ritüellerinin oldukça yüzeysel bir hal aldığını ve toplumsal anlamını yitirmeye başladığını gözler önüne seriyor. Cenaze törenleri ve ölümle ilgili ritüellerin, artık gerçek bir dayanışma ve yas sürecini ifade etmekten uzak bir şekilde, daha ziyade biçimsel bir gereklilik olarak tecrübe edildiğini anlatıyor. Bu durum da ölümün toplumsal boyutunun nasıl zayıfladığını ve yas sürecinin nasıl daha bireysel hale geldiğini gösteriyor.

Öte yandan, modern toplumda ölümün bireyselleşmesi, sadece toplumsal bağların zayıflamasıyla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda ölümle ilgili düşüncelerin ve kaygıların da daha bireysel bir hal almasına neden oluyor. Tıpkı Baki karakterinde olduğu gibi, ölüme yönelik kaygı toplumun diğer üyeleriyle paylaşıldığında bir rahatsızlık uyandırıyor. Bu durum ise bireylerin ölümle daha çok kendi başlarına yüzleşmek zorunda kalmasıyla sonuçlanıyor. Dolayısıyla ölümün getirdiği varoluşsal kaygılar daha da derinleşirken bireylerin yaşamlarını anlamlandırma çabaları da daha karmaşık hale geliyor.

Sonuç olarak Gassal, ölümü sadece bir son olarak değil, yaşamın anlamını sorgulatan ve bireyin varoluşsal gerçekliğiyle yüzleşmesini sağlayan bir olgu olarak ele alıyor. Baki karakterinin ölümle ilk gerçek karşılaşması, yaşamını gözden geçirmesine ve içsel bir hesaplaşma yaşamasına neden oluyor. “Ölünce beni kim yıkayacak?” sorusu ölümünden sonrası için değil, ölmeden önce yaşanan hayatın kendisi için bir sorgulamayı içeriyor. Zira bu soru, Baki’nin bugüne kadar hiç sorgulamadığı yalnızlığını, yaptığı seçimlerin anlamını gözden geçirmesinin bir sonucu; yeni alacağı kararlar ve yapacağı seçimler için ise bir rehber. Böylece Gassal, ölümün çok katmanlı gerçekliğini hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ele alarak, insan hayatındaki kaçınılmazlığını ve onunla yüzleşmenin getirdiği dönüştürücü etkiyi gözler önüne seriyor. Bu bağlamda, ölümle yüzleşmenin, sadece kaçınılmaz bir gerçeği kabul etmek değil, aynı zamanda yaşamı daha derinlemesine anlamlandırma çabası olduğu bir kez daha anlaşılıyor. Modern toplumda ise bu yüzleşme, bireysel ve toplumsal düzeyde yeniden ele alınmayı bekleyen bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası