Üniversitelerimizde pedagojik formasyon dersleri, önce müstakil bir program ile daha sonra da seçmeli ders olarak verilmeye başlandı. Üzerinde konuşmamız ve tartışmamız gereken bu uygulama, maalesef ülkenin gündemine giremedi. Bu uygulamadan sonra bir gelişme daha oldu. Resmi Gazete’nin 10 Ekim 2024 tarih ve 32696 sayılı sayısında Öğretmenlik Mesleği Kanunu yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanuna göre kurulan Milli Eğitim Akademisi’nin temel görevi, MEB’in istihdam edeceği öğretmenleri bir sınavla belirledikten sonra Hazırlık Eğitimi adı verilen bir programla yetiştirmek, pedagojik formasyon olarak bilinen ve üniversitelerde verilen eğitimi vermek.
MEB, 1963-1980 arasında öğretmen yetiştirme ve atama konusunda tam yetkili idi. 1982 Anayasa değişikliğinden sonra öğretmen yetiştirme sorumluluğu YÖK’e, ataması da MEB’e devredilmişti. MEB, çıkan bu kanunla 1980 öncesi olduğu gibi hem öğretmen yetiştirme hem de atama yetkisini bünyesinde toplamış oldu.
Aslında Milli Eğitim Akademisi kurma fikri çok yeni değil. Daha önce yapılan eğitim şuralarında konu tartışılmış ve akademi kurulması tavsiye edilmişti. Kurulmasını tavsiye eden birçok eğitimcinin akademiden beklediği, okul yöneticilerinin mesleki gelişmelerini desteklemek ve yetkin eğitim yöneticileri yetiştirmek idi. Ayrıca öğretmenlik formasyonu almış öğretmen adaylarını, öğretmenlik mesleğine ve okul hayatına hazırlamak ve yaşam boyu öğrenme kapsamında, gelişmeleri ve yenilikleri mesleki hayatları boyunca takip etmelerini sağlamak amaçlanmıştı. Kurulan akademi, şuralarda üzerinde durulmayan ve pek tartışılmayan bir görevi de üstlendi: Pedagojik formasyon vermek, yani öğretmen yetiştirmek. Bakanlık, üniversitelerin verdiği pedagojik formasyon derslerini yetersiz bulmuş olacak ki öğretmen yetiştirmeyi de tekrar uhdesine almak istedi. Bir üniversite mensubu olarak itiraz etmem gereken bu karara maalesef güçlü bir şekilde itiraz edemiyorum. Üniversiteler, pedagoji formasyon eğitimini o kadar önemsizleştirdiler ki neredeyse giren herkesin başarılı olduğu rutin bir bürokratik işleme dönüştü.
Bu yazıda Milli Eğitim Akademi’sinin kurulma gerekçelerini ve önemini tartışmak istiyorum. Tartışmaya geçmeden önce dünyada ve bizde öğretmenlerin nasıl yetiştirildiğini hatırlatmakta fayda var.
Dünyada Öğretmen Yetiştirme Modelleri
PISA sınavlarında üst sıralarda yer alan ülkelere ve Batı Avrupa’ya baktığımızda iki farklı öğretmen yetiştirme modeli olduğunu görürüz: Eş zamanlı ve ardışık yani üniversiteden mezun olduktan sonra. Özellikle ilkokul ve ortaokul öğretmenleri, eğitim fakülteleri bünyesinden eş zamanlı olarak verilirken lise derslerine girecek öğretmenler, branşları ile ilgili fakültelerden mezun olduktan sonra aldıkları en az bir yıllık eğitimin ardından öğretmen olarak başvurmaya hak kazanırlar. Okul sonrası eğitim, yüksek lisans programları altında olabildiği gibi müstakil sertifika programı altında da verilir. Dolayısıyla mezun olan öğrenci, ciddi bir eğitimden geçtikten sonra öğretmen adayı olma hakkını kazanır.
Özellikle Batı Avrupa ülkelerinde üzerinde çok durulan bir diğer husus stajyerlik dönemidir. Öğretmen olarak atanıp stajyer olarak göreve başladıktan sonra eğitim devam eder ve staj en erken üç yılda biter. Böylesine ciddi bir süreçten geçen öğretmen adayı, başarılı bulunduğu takdirde öğretmen olarak atanabilir.
Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme
Bizde 19. asrın ikinci yarısında kurulan muallim ve muallime mektepleri ile başlayan öğretmen yetiştirme okulları, cumhuriyetle de devam etmiş, ülkenin içinde bulunduğu şartlara ve ihtiyaçlara bağlı olarak çok farklı modeller denenmişti. Muallim ve muallime mektepleri ile başlayan 150 yıllık süre içinde birçok model tecrübe edildi. Köy enstitüleri, köy öğretmen okulları, orta muallim mektepleri, terbiye enstitüsü, iki ve üç yıllık eğitim enstitüleri, yüksek öğretmen okulları kuruldu. Ayrıca öğretmenler yedek subaylar arasından seçildi, hızlandırılmış programla kısa sürede yetiştirildi, mektupla yetiştirildi, askerlik öğretmen olarak yaptırıldı, lise mezunları öğretmen atandı. YÖK kanunu, üniversiteleri düzenlerken eğitim enstitülerini dört yıllık fakülteye dönüştürerek bu farklılığa nispeten de olsa bir standart getirdi.
Eğitim fakültelerinin YÖK’e bağlanması, tartışmaları bitirmedi. Bu sefer eğitim fakültelerinden daha çok, alan dersleri öğretmenlerine kaynaklık yapan fen-edebiyat fakültelerinde formasyonun nasıl verileceği tartışma konusu oldu. YÖK’ün 2007’de hazırladığı rapora göre, 1982-2007 arasında üç önemli gelişme yaşandı. 1989’da ilkokul öğretmeni yetiştiren iki yıllık okullar, dört yıla çıkarıldı. Bundan dolayı sınıf öğretmenliği bölümleri birkaç yıl mezun veremedi. Ortaya çıkan öğretmen eksikliği ise 26 hafta süren pedagojik formasyon kursuna katılan muhtelif fakülte mezunları ile karşılandı.
İkinci gelişme, YÖK’ün MEB ile iş birliği içinde 1996’da başlattığı ve 1997’de yürürlüğe soktuğu eğitim fakültelerindeki yeni düzenlemelerdir. Bu düzenleme ile öğretmen yetiştirme tamamen eğitim fakültelerine verildi. Bunun altında daha iyi öğretmen yetiştirmek kaygısından çok dönemin ruhunun yansıması olarak ilerici ve çağdaş öğretmen yetiştirme arzusu yatıyordu. Bu dönemde yapılan son değişiklik, 2006’da pedagojik formasyon derslerinin uygulama ağırlıklı olarak yapılmasına yönelikti.
2007’den sonra da değişikler devam etti. Pedagojik formasyon programı, Batı Avrupa’da olduğu gibi tezsiz de olsa bir yüksek lisans programına dönüştürüldü. Üç yarıyıllık eğitimini tamamlayan öğrenciler, öğretmen olarak atanabilecek duruma gelmiş kabul ediliyordu. Bu, o tarihe kadar öğretmen yetiştirmek için yapılan programların en iyisi ve dünya standartlarına uygun olanı idi.
Daha sonra tezsiz yüksek lisans programları kaldırıldı ve pedagojik formasyon sertifika programına döndü. İsteyen herkesin aldığı bu program, birkaç yıl sonra bu sefer eğitim fakültesi dışındaki fakültelerin son sınıf öğrencilerine de verilmeye başlandı. Birkaç yıldır devam eden bu uygulama, daha sonra okulun son iki yılı içinde seçmeli ders olarak verilmeye başlandı. Bu uygulama hızla yayıldı ve neredeyse tüm üniversiteler, pedagojik formasyon derslerini seçmeli vermeye başladı.
Hâl böyle iken üniversitelerimizde verilen pedagojik formasyon derslerinin değerini ve anlamını yitirdiği, bir formaliteye dönüştüğü bir zamanda kurulan Milli Eğitim Akademisi’nin pedagojik formasyon derslerini uhdesine almasına kimse itiraz edemedi. Çünkü içinde bulunmuş olduğumuz durum, itiraz edecek olanların elindeki tüm argümanları almıştı.
Türkiye’de bir öğretmenin nasıl yetiştirilmesi gerektiğine dair çok sayıda yetkin çalışma ve araştırmalar yapıldı ve bu konuda herhangi bir eksiklik olduğunu söylemek mümkün değildir. Dünyada öğretmen yetiştirme modelleri belli ve Amerika’yı da yeniden keşfetmeye hiç gerek yok. Eş zamanlı veya okul sonrası sistemlerden biri tercih edilir ve uygulanır. Veya bölümlere göre kimi eş zamanlı kimi okul sonrası olabilir. Bunlardan hangisi tercih edilirse edilsin hiçbir eğitimci itiraz etmez. Çünkü bu sistemde ne öğretmen yetiştirme programı ne de bölümlerin müfredat sistemi bozulur.
Bologna ve Yeterlilikleri ve Kazanımları
Türkiye 2001’de Bologna Süreci’ne katıldı ve üye ülkelerin yapmakla mükellef oldukları yükseköğretim sisteminde ulusal yeterlilikler çerçevesini tamamladı ve yükseköğretim kurumları müfredatlarını bu yeterliklere göre gözden geçirdi.
Bu yeterlilikler, herhangi bir bölümden başarılı olarak mezun olan bir kişinin neleri bileceği, neler yapabileceği ve nerelerde yetkin olacağını gösterir. Böylece ulusal ve uluslararası yükseköğretim kurumlarınca tanınan ve ilişkilendirilebilecek ve karşılıklı diploma, not transferi ve geçişler yapılabilecekti. Bunun için de öğrenme çıktıları belirlendi.
Anlaşılabilir olması bakımından konuyu somutlaştıralım. Bir öğrenci, bir bölümden mezun olmak için 240 AKTS almak zorundadır. Bu da üniversitenin tercihine göre bir öğrencinin dönem başına 30 AKTS ve 750-900 saat, mezun olmak için ise toplam 6 bin ile 7 bin 200 saat arasında çalışması demektir. Bir öğrenci bu kadar saat çalışarak 30 AKTS’lik dersi başarmak zorundadır. Bir bölümde derslerin ne olduğu ve her dersin kazanımı bellidir. Kazanımlar, bölüm kazanımları ile uyumlu olmalıdır. Üniversiteler alan yeterliliklerini Türkiye Yeterlilikler Çerçevesini (TYÇ) zemin kabul edip öncelik verdikleri becerileri de ekleyerek hazırlarlar. Bugün ne TYÇ’de ne de üniversitelerin Bologna Bilgi Paketleri’nde kazanımları ve yeterlikleri ilan ettikleri sayfalarda öğretmen yetiştirmeye dair bir kazanım veya yetkinlik bulunmaz. Dolayısıyla müfredatta da pedagojik formasyon dersleri yer almaz, alamaz.
Mevcut müfredatta değişiklik yapılmadan ilave seçmeli ders ile verildiği takdirde, öğrencinin iş yükü, altından kalkamayacağı şekilde artar. Seçmeli dersler yerine konulduğu takdirde ise bu sefer öğrenci, bölümden mezun olmak için kazanması gerekli olan becerileri ve kazanımları elde edemeyecektir.
Meselenin bir diğer boyutu öğrencilerin bir dönemde alabilecekleri AKTS sayısı yönetmeliklerde belirlenmiş iken ve 30 AKTS’den fazla ders alabilmek not ortalamasının yüksek olması gibi birtakım şartlara bağlanmış iken herhangi bir şart aranmadan öğrencilerin 45 AKTS’ye kadar ders alabilmelerine izin verilmesidir. Diğer dersleri alırken gösterilen hassasiyetin pedagojik formasyon dersleri alınırken gösterilmemesi, idarecilerin verdiği değeri bir diğer deyişle değer vermediklerini gösteren bir diğer işarettir.
Seçmeli Ders Niçin Alınır?
Üniversitelerde seçmeli derslerin kendi içinde tutarlı bir gerekçesi vardır. Bir üniversite, öğrencilerine, vizyon ve misyonuna bağlı olarak estetik kültür ve değerler ile bir dünya görüşü kazandırarak olaylara bakacağı bir açı ve habitus kazandırmaya çalışır. Bunu da her öğrencinin almak zorunda olduğu bölüm dışı ortak dersler ile sağlamaya çalışır.
Üniversitede verilen zorunlu dersleri iki grupta inceleyebiliriz. Birinci zorunlu dersler grubunda, alan dersleri yer alırken ikinci zorunlu dersler gurubunda her üniversite öğrencisinin mutlaka kazanması gereken eleştirel düşünme, kendini yazılı-sözlü ifade edebilme, okuduğunu anlama ve yorumlama gibi dil ve düşünme becerisini geliştirmeyi amaçlayan dersler yer alır. Verilmesi gereken temel derslerden bir diğer grup da artık hayatın ayrılmaz parçası olan teknoloji ve kimi program ve uygulamaların bilgisinin öğretilmesi ve kullanma becerisinin kazandırılmasıdır.
Seçmeli dersler de iki grup halinde verilir. İlk grup, öğrencinin bölümünde uzmanlaşmak istediği alanda seçeceği bölümün seçmeli dersleridir. İkinci grup seçmeli ders ise öğrencinin bireysel olarak kendini geliştirebileceği sanat, müzik ve spor ile merakını mucip olan konularda öğrenme arzusuna cevap verebileceği derslerdir. Bu dersleri vermede temel amaç, öğrencileri, meslek sahibi olarak yetiştirmenin yanı sıra ülkesinin ve dünyanın sorunlarına karşı duyarlı, doğaya karşı sorumlu, insanlara karşı saygılı, sanat ve kültürle ilgili bireyler olarak yetiştirmektir.
Üniversite eğitimi, günümüzce tek amaç haline gelen sadece iş odaklı ve ekonomik çıkarlar gözetilerek verilmemelidir. Öğrenciler, kişisel çıkarlarından bağımsız olarak, kendilerini zihnen ve ahlaken geliştirebilecekleri bir ortamı üniversitede bulmalıdırlar. Bir öğrenci, üniversite müfredatında, doğal hukuk, insan ve doğası, uygarlık tarihi ve güzel sanatlar ile ilgili belirli dersleri seçmeli olarak almalıdır. Bu derslerin verilmesindeki asli gaye, öğrencilerin bir dünya görüşünün oluşması, çağdaş hayata dair belli davranışları ve etik kalıpları temellük edinmesi için belli bir birikim edinmesine aracılık etmektir.
Her biri bir kazanım ve beceri düşünülerek tasarlanmış programlarla keyfi ve rastgele günü kurtaracak çözümler bulmak amacıyla oynamak ve değişiklikler yapmak, yetiştirilmek istenen öğrencinin yetkinliğini ve kazanması arzu edilen becerileri doğrudan etkileyeceği için asla düşünülmemesi gereken bir iştir.
Öğretmenlik Mesleğine Saygının Azalması
Pedagojik formasyon derslerini seçmeli olarak veya ilaveten vermenin bir mahzuru da öğretmenlik mesleğine duyulan saygıyı azaltmasıdır. Dersleri takip etmeden verilen notlara çalışarak ve çoktan seçmeli sınavlara girerek başarılı olan bir öğretmen adayının öğretmenlik hakkındaki bilgisi ve ona duyacağı saygı da az olacaktır. Mezun olduktan sonra bir sınavı kazanarak girip bir veya iki yıl öğretmenlik eğitimi aldıktan sonra aldığı belgenin değeri şüphesiz çok daha fazla olacaktır. Belgenin değeri, aynı zamanda öğretmenliğe verilen değeri de artıracağı için dersleri geçiştirmekten ve önemsizlikten kurtaracaktır. Ayrıca seçmeli ders olarak dönemlere ayrılarak verilmesinin, ilgili fakülteleri gayriresmî eğitim fakültesi yapacağını da hatırlatmak isterim.
Özetleyecek olursak; yazının başlında Milli Eğitim Akademisi’nin öğretmen yetiştirme işini üniversitelerin elinden almasına itiraz etmem gerektiği halde itiraz edemediğimi ifade etmiştim. Sanırım neden itiraz edemediğim anlaşılmıştır.