13 Mayıs 2014’te Manisa Soma’da kömür madenindeki facia nedeniyle 301 madenci hayatını kaybetmişti. O günden sonra ölümle sonuçlanan çeşitli kazalar oldu ama en son 21 Ocak 2025’te Bolu Kartalkaya’da otel yangını meydana geldi, 78 kişi hayatını kaybetti.
Soma ve Kartalkaya faciaları sonrasında hatta hemen hemen her ölümlü olay sonrasında doğal olarak konunun “sorumluları” merkezi, tartışma konusu oluyor. “İkaz vermesin veya ötmesin diye, emniyet kemer tokası satılan bir ülkede”, sorumluluk meselesinin kimde olduğunu tartışmak hayli zor bir durum. “Sorumluluk” meselesinin hukuki yönü zaten baştan aşağı yargı tarafından ele alınıyor. Ancak sorumluluk dendiğinde hukuktan öte (hatta önce) ahlak yönü göz ardı edilirse, benzer hukuki vakıaların olması kaçınılmaz.
Özellikleri ile Ahlakı Anlamaya Çalışmak
Ahlak, iyi ile kötü arasındaki ayrım üzerinedir, evrensellik ile görecelilik özelliğine sahiptir ve bozulma ile süreklilik arasında devinim üzere bir haldir.
“İyi”, insanın insan olmasını sağlayan değerler ve yaşadığı topluma faydalı kılan özellikler bütünüdür. “Kötü” ise insan olmaya zarar veren eksikliklerin toplamıdır.[1] İyi olanlara “ahlaklı”, kötü olanlara “ahlaksız” denilmesi bu ayrım nedeniyledir.
Öte yandan ahlak, aynı zamanda hem göreceli hem evrensel yönlere sahiptir. Ahlak görecelidir çünkü belirli kültür, grup veya kişiler açısından farklılıklar söz konusu olabilir. Ahlaki görecelilikte, tek bir iyi/lik yoktur; farklı kişilerin/toplulukların farklı iyileri/iyilikleri vardır. Ahlak; mekan, zaman ve kişiye göre şekillenir. Hatta ahlak, “insana ve insanına göre” bir şeydir. Örneğin, ilerleme ve refah Anglosakson ülkeleri için çok önemli iken, Eskimolar için adeta fakirlik bahtiyarlıktır. Çinliler ise büyük gösteriş ve merasimi “iyi” olarak değerlendirir.[2] Hatta meseleye ahlaki görecelilikten bakıldığında, örneğin bir kişinin, birini öldürmenin veya ölümüne sebep olmanın kabul edilebilir olmasını düşünmesi, ahlaki açıdan tartışılabilir olmamaktadır.[3]
Ancak ahlakın göreceli olduğu yaklaşımına karşı, evrensel olduğu görüşü ön plandadır. Ahlak, insanlarda evrenseldir. Ahlak ortama, şartlara ve zamana göre değişmez; ortak ilkeler ve kurallar ile vardır.[4] Ahlak tüm zamanlar ve her yerdeki tüm insanlar için geçerlidir. Dolayısıyla “ahlaki teklik” söz konusudur.
Nihayetinde ahlak, süreklilik ile değişebilir/bozulabilir olma özelliklerini de barındırır. Ahlakın süreklilik yönünde, alışkanlık haline gelmiş davranışlar olarak huy, karakter ve mizaç ön plandadır. Ahlak, insanın içine kazınmış ve insanda doğal bir davranışın ürünüdür.[5] Ahlak, insanda gelip geçici bir hal olmayıp bir meleke halini alan kabiliyetler bütünüdür. “Kırk yılda bir iyilik yapmak”, ahlaklılık değildir.[6] Her zaman ve zeminde aynı ilke ile hareket etmek, ahlakın sürekliliği demektir. Davranışta sürekliliğin olmaması ise, ahlakın yeterince gelişmediği anlamına gelir ki bu anlam, ahlakın bozulabilirliği ile ilgilidir. Ahlakın bozulabilir olması, kültürel zeminin bozulmasının uzantılarından başka bir şey değildir.
İş Ahlakının Faciaları Önleyebilme Gücü
Ahlakın varlığının veya yokluğunun görüldüğü mecralar tek değildir. Bireysel olduğu kadar toplumsal ahlak da vardır, kamusal alanda olduğu kadar iş dünyası için de ahlak alanı vardır. İş dünyası söz konusu olduğu zaman daha çok iş ahlakı kavramı kullanılır. İş ahlakı, iş dünyasının ortaya koyduğu davranışların ve fiillerin doğru ve iyi bir zeminde işlemesiyle ilgilidir.
Bu nedenle Soma’da, Kartalkaya’da veya başka bir yerdeki facia ve benzer olayların hukuki yönü kadar iş ahlakı yönü de söz konusudur. Esasında zaten hukuki yön (adalet) ile ahlaki yön (iyi/lik) birbirine mündemiçtir. Adalet (hukuk) en büyük iyilik (ahlaklılık), zulümse (hukuksuzluk) en büyük kötülük (ahlaksızlık) olarak görülebilir.[7]
Bu bakımdan, Kartalkaya’da yaşanan facia sonrasında mevzuatta bir problemin veya eksikliğin olup olmadığı ya da işletmelerin mevzuata aykırı davranıp davranmadığı hukukun konusudur. Hukukun konusu olduğu için de gerekli hukuki işlemler yapılmaktadır.
Ancak işletmenin mevzuatta eksiklik olsun veya olmasın ortaya koyduğu “tavır” ahlakla ilgilidir yani meselenin iş ahlakı boyutu da vardır. İşletme sahibinin ve yöneticilerinin, otelde kalanlara karşı tavrının veya tutumunun vicdani olup olmaması meselesi, iş ahlakına denk gelmektedir.
Sorunsa iş ahlakının dayandığı zihniyetin “homoeconomicus” (iktisadi insan) olmasıdır. Homoeconomicus zihniyetine dayalı işveren ve yöneticilerinden oluşan iş dünyası olunca sorunlar bitmiyor, hatta sorun facia boyutunda belirebiliyor.

İş Ahlakının Temelinde “Homoeconomicus” Olunca, Çözüm İçin “Güzel İnsan Profili” Gerekli
Homoeconomicusa dayalı insan tiplemesine göre, birey rasyoneldir; kendi ilgisi ve bilgisi dahilinde aklına göre hareket etmekte olan veya etmesi gereken, yani rasyonel davranış sergileyen bir varlıktır.[8] Rasyonel birey, kendi çıkarları peşinde olandır ve kendi çıkarlarını herkesten daha iyi bilendir. Hedefse, kendi çıkarlarını maksimum düzeye çıkarmaya dönük tercihler yapmaktır. Hedef, tüm ekonomik iş ve faaliyetlerde kazanç temin etme ve eldeki servetin para olarak çoğaltılmasıdır. En az çalışma/iş ile en çok servet elde etme amacı vardır.[9] Ortada olan, ahlaki kaygılar dikkate alınmadan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesidir. Ekonomik faaliyette mutlak serbestlik söz konusudur.[10]
Hal böyle olunca sorun, insanın ahlaklı (güzel insan) ile ahlaksız (kötü insan) (homoeconomicus) arasında yapmış olduğu tercihlerin sonuçları ile ilgilidir.
Bu noktada, Kartalkaya otel yangını faciası sonrası medyaya yansıyan haberlerden birine bakmak yeterlidir:
“… otelin tutuklanan sahibi X şahsının itfaiye raporundaki sekiz eksiğe rağmen ‘Şimdi bunları yapmak boşa olur. Sezon bitsin de öyle tümden bir tadilata girelim’ dediği iddia edildi. X şahsının tüm bu işlemleri, para hırsları yüzünden sezon sonrasına bıraktığı düşünülüyor.”
“İtfaiyenin yangın denetim raporundan sonra otel genel müdürü ‘eksiklikler çok masraflı, yapamayız’ demiş.”
İşletme sahipleri veya yöneticilerinin tavırları tipik homoeconomicus zihniyetine sahip olanların tavırları olduğu için sorun, sistemsel olmaktan ziyade insan profili ile ilgilidir. Başka bir ifadeyle, sadece kendi menfaat ve kârını merkeze alan bir işletme sahibi, mevzuatta eksiklik olmasa bile “minimum maliyet maksimum kâr” hedefine ulaşmak amacından dolayı “kitabına uydurmak” için iş ahlakına aykırı her türlü tavır içinde olacaktır. Birilerinin ölüp ölmemesi ahlaki açıdan çok da sorun değildir! Birilerinin varlığı, sadece maliyet yönünden iyidir veya kötüdür!
Bu nedenle, iş dünyası için en güzel kanunları çıkarmak yeterli değildir, en güzel insanlar iş dünyasında hakim olmalıdır ki en güzel kanunlar en güzel şekilde icra edilebilsin. Özetle, sorunların çözümü için güzel insan profillerinin çoğalması ve homoeconomicus profillerinin yerini alması gerekmektedir. Aksi halde Soma, Kartalkaya derken başka facialar da olmaya devam eder!
[1] A. Kadir Çüçen (2001), Felsefeye Giriş, Bursa: Asa, s. 254-255.
[2] Alexis Bertrand (2001), Ahlâk Felsefesi, Çev. S. Zeki, Ankara: Akçağ, s. 96.
[3] J. P. Thiroux & K.W. Krasemann (2007), Ethics: Theory and Practice, New Jersey: Pearson, s. 91.
[4] Özcan Köknel (2006), “Mutluluğun Kaynağı Ahlâk ve Akıl,” Küreselleşme: Ahlâk ve Değerler, Eds. Yurdagül & A. Ulvi Mehmedoğlu, İstanbul: Litera, s. 142.
[5] Şaban Haklı (2007), “İslam Ahlâk Teorileri,” Teorik ve Pratik Yönleriyle Ahlâk, Der. R. Kaymakcan & M. Uyanık, İstanbul: DEM, s. 120.
[6] Mustafa Çağrıcı (2006), Anahatlarıyla İslâm Ahlâkı, İstanbul: Ensar, s. 17.
[7] Abdulkadir Yıldız (2018), “Hukuk ve Ahlak Arasındaki İlişki,” Temelleri ve Uygulamalarıyla İş Ahlakı, Ed. N. Erdoğmuş vd., İstanbul: İGİAD, s. 359.
[8] Atilla Yayla (1992), Liberalizm, Ankara: Turhan Kitabevi, s. 171.
[9] Tahir Çağatay (1958), Kapitalist İçtimaî Nizam ve Bugünkü Durumu, Ankara: Türk Tarih Kurumu, s. 23.
[10] Sabahattin Zaim (1992), İslâm-İnsan-Ekonomi, İstanbul: Yeni Asya, s. 161, 165, 167.