Donald Trump’ın seçimleri kazanarak ikinci kez Beyaz Saray’a dönmesi, hem Washington’da hem de Ortadoğu’da önemli tartışmaları beraberinde getirdi. Özellikle Körfez bölgesinin önde gelen aktörleri olan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar, Kuveyt, Bahreyn ve Umman; Trump’ın ilk döneminde şekillenen ilişkiler bağlamında yeni dönemin olası fırsat ve risklerini dikkatle değerlendiriyorlar. Bu anlamda, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ABD-Körfez ilişkilerinin nasıl şekillenebileceği, mevcut bölgesel-küresel gelişmelerin ve liderlerin gündemlerindeki önceliklerin bu ilişkilerde hangi dönüm noktalarına yol açabileceği merak konusu haline gelmiştir.
Tarihsel Arka Plan ve İlk Dönem Bağlantıları
Trump’ın 2017-2021 yıllarındaki ilk başkanlık döneminde, Körfez ülkeleriyle kurduğu ilişkiler, büyük ölçüde “kişisel diplomasi” ve “çıkar odaklı yaklaşım” olarak nitelenebilecek bir stratejiye dayanıyordu. Özellikle Suudi Arabistan ve BAE liderleriyle güçlü kişisel bağlar kuran Trump, İran’a karşı “maksimum baskı” politikası benimseyerek Körfez’deki şahin kanadı memnun etmişti. Silah satışları ve savunma anlaşmaları, bu dönemin kilit unsurlarındandı. Aynı zamanda insan hakları veya iç siyasete yönelik eleştirileri minimum düzeyde tutarak, Körfez monarşilerinin egemenlik ve iç istikrar kaygılarına olumlu yaklaşan bir başkan profili çizdi.
Bu kişisel yakınlaşma, ilk dönem sonunda yerini bir belirsizliğe bırakırken, Trump Beyaz Saray’dan ayrılsa da kızı Ivanka Trump ve damadı Jared Kushner gibi isimler aracılığıyla Körfez’le kurduğu ticari ve diplomatik ilişkileri sürdürdü. Dahası, 2022-2024 arasında Trump ailesi ve yakın çevresi; Suudi Arabistan, BAE ve Katar liderliğiyle farklı vesilelerle bir araya geldi, çok sayıda emlak ve yatırım projesi için anlaşmalar yapıldı. Örneğin, Jared Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna (Affinity Partners) Suudi Kamu Yatırım Fonu’ndan 2 milyar dolarlık yatırım sağlandığı, New York Times ve diğer uluslararası kaynaklarda gündeme geldi. Bu tür gelişmeler, Trump’ın 2025’teki ikinci döneminde, Körfez ülkeleriyle ilişkilere ticari boyutun yine güçlü şekilde etki edeceğine işaret etmektedir.
İsrail-Körfez Normalleşmesi ve İbrahim Anlaşmalarının Genişlemesi
Trump’ın dış politikadaki önemli miraslarından biri olan İbrahim Anlaşmaları, BAE ve Bahreyn’in 2020’de İsrail’le diplomatik ilişkileri normalleştirmesiyle somutlaştı. İlk başkanlık döneminin sonuna doğru Fas ve Sudan’ın da bu sürece kademeli katılması, ABD’nin Ortadoğu’da kurduğu yeni ittifakların önemli bir parçasıydı. İkinci dönemde Trump’ın bu anlaşmaları genişletmek ve en prestijli hedef olarak görülen Suudi Arabistan’ı da sürece dahil etmek istediği tahmin edilmektedir.
Ancak, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten 19 Ocak 2025’e kadar Gazze’de sürdürdüğü soykırım, 75 yıldır Batı Şeria’da yürüttüğü yerleşim, işgal ve etnik temizlik politikaları, Doğu Kudüs’te artan baskı ve Filistin yönetimi lideri Mahmud Abbas’la yaşanan sürtüşmeler, bu süreci zorlaştırmaktadır. İsrail’in Batı Şeria’yı kısmen ilhak etme ihtimali veya “fiili ilhakı” derinleştirecek adımlar atması, Körfez ülkelerinin İsrail’le tam normalleşme yolunda ciddi çekinceler doğurmaktadır. Suudi Arabistan, Kral Selman döneminden beri Filistin meselesinde “iki devletli çözüm” çerçevesine bağlı kalacağını çeşitli platformlarda belirtmiştir. Bu nedenle Riyad, Batı Şeria’nın resmen ilhakını içeren bir senaryo karşısında normalleşme adımını erteleyebilir; bu da Trump’ın “büyük barış anlaşması” planlarını sekteye uğratabilir.
Ayrıca, İsrail’in saldırganlığı nedeniyle patlak veren Gazze krizi, Körfez kamuoyunda normalleşmeye karşı yükselen tepkileri artırmış, yönetimler için iç meşruiyet kaygısı oluşturmuştur. Dolayısıyla İsrail-Körfez yakınlaşmasının geleceği, Trump’ın ikinci döneminde, bir yandan ABD’nin Tel Aviv üzerindeki baskı gücüne, diğer yandan da İsrail’in Filistin topraklarındaki politikalarına bağlı olacaktır.
İran Dosyası: Maksimum Baskı 2.0 mı, Yoksa Diplomasi mi?
Trump’ın ilk döneminde İran’la Nükleer Anlaşma’dan (JCPOA) tek taraflı çekilmesi, İran ekonomisine ağır yaptırımlar getirmesi ve İran’ın bölgesel etkisine karşı sert söylem kullanması, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin güvenlik kaygılarıyla örtüşüyordu. Ancak bu politikalar, Husilerin İran’dan işaret alarak 2019’da Suudi Aramco tesislerine saldırması ve “maksimum baskı” yaklaşımının, İran’ın faaliyetlerini tamamen sınırlayamadığının anlaşılmasıyla Körfez ülkelerinde de tedirginlik oluşturmuştur. Nitekim 2023’te Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile İran arasında yürütülen diplomatik yakınlaşma, Körfez’de risk azaltma ve ekonomik önceliklere dönme isteğinin göstergesidir. Bu çerçevede, Trump’ın ikinci dönemde İran’a karşı yeniden sert bir tavır takınması –örneğin ek yaptırımlar veya bölgede askeri gerilimi tırmandırabilecek hamleler–, Suudi Arabistan ve BAE’nin geçmişe kıyasla bu tavra daha temkinli yaklaşmasına yol açabilir. Körfez ülkeleri, bir yanda ABD ile güçlü stratejik bağlarını sürdürmek isterken diğer yanda İran’la yeniden bir çatışma sarmalına sürüklenmek istememektedir. Öte yandan, Washington’ın İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlamaya yönelik diplomatik bir çabaya girişmesi de olasıdır. Trump’ın “daha iyi bir anlaşma” elde etme söylemiyle yola çıkacağı; ancak bunu yaparken yine sert yaptırım araçlarını masada tutabileceği tahmin edilmektedir. Bu süreçte Körfez ülkelerinin tutumu, İran’la normalleşme arayışı ile ABD’nin güvenlik şemsiyesine duyulan ihtiyaç arasında denge kurma çabası şeklinde tezahür edecektir.

Yemen’de Barış Arayışları
Yemen krizi, 2015’ten itibaren Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonun Husilere karşı başlattığı askeri operasyonlarla derinleşti. Trump, ilk döneminde Suudilere silah satışına onay vermiş ancak Husilerin, Suudi petrol tesislerine yönelik saldırılarına karşı net bir askerî yanıt vermemişti. Biden döneminde ise Kongre’nin de baskısıyla Suudi Arabistan’a silah satışları kısmen kısıtlanmış; ancak 2022-2024 arasında sahada görece bir ateşkes ortamı oluşmuş ve arabuluculuk girişimleri hız kazanmıştır. 2023’te Suudilerin İran’la yakınlaşma süreci, Yemen’de de diplomatik çözüm arayışlarını desteklemiştir. İkinci Trump döneminde, Suudiler savaşı sonlandırıp Yemen’de nihai bir barış anlaşması yapmayı önceleyebilir. Zira Riyad, büyük maliyetli bir savaşın sürmesinin, 2030 Vizyonu gibi ekonomik dönüşüm hedeflerini zora soktuğunu görmüştür. Trump yönetimi açısından bakıldığında ise Suudilerin Yemen’den “zaferle” veya en azından “onurlu bir çıkışla” ayrılmak istemesi, ABD’nin silah satışlarını ve Körfez’deki nüfuzunu korumasını destekleyebilir. Ancak Trump’ın 2019’daki Aramco saldırılarında Suudileri tatmin edecek sert bir yanıt vermemesi, Riyad’da temkinli bir beklentiye yol açabilir.
Suriye’de Yeni Sayfa
Suriye’de iç savaşın 2020’lerin ortalarında farklı bir aşamaya evrildiği, yeni bir geçiş hükümetinin (Ahmet Şara liderliğinde) göreve başladığı ve çeşitli Arap ülkeleriyle normalleşme sinyalleri verdiği bir süreçte, Trump’ın ABD’ye geri dönmesi, sahadaki dinamikleri etkileyebilir. Fakat Ahmed Şara’nın Trump’ın başkanlığını tebrik etmesi ve yeni Suriye yönetiminin ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapması, Suriye’de ABD-Suudi Arabistan iş birliğine işaret olarak görülebilir. Trump, Suriye dosyasında temel olarak İran ve Rusya etkisini kısıtlamayı önceleyebilir; ancak doğrudan askeri bir müdahale yerine, bölgedeki müttefiklerine sorumluluk devretme yaklaşımını sürdürmesi beklenebilir. İsrail’in de Suriye sınırında İran yanlısı milisleri hedef alması, Körfez-İsrail ekseninde sınırlı bir ortaklık olarak gündeme gelebilir. Suudi Arabistan ve BAE ise Suriye’nin Arap Birliği’ne kademeli dönüşüyle siyasi ve ekonomik nüfuz alanları genişletme peşinde olabilir. Bu çerçevede ABD, Suriye’nin yeniden inşasında Körfez finansmanını teşvik eden bir kolaylaştırıcı rol oynayabilir.
ABD-Körfez Ticari İlişkileri ve Güvenlik Anlaşmaları
Trump döneminde Washington ve Körfez arasındaki ilişkileri şekillendiren ana eksenlerden biri, doğrudan yatırım ve ticari projeler ile savunma anlaşmalarıdır. 2024-2025 arasındaki geçiş döneminde Trump ailesinin ve yakın çevresinin Körfez’deki emlak, turizm, lüks konut ve golf sahası projelerine yatırım çektiği görülmüştür. Bu tür “özel girişimler,” Trump yönetiminin dış politikada daha esnek davranmasına ve liderlerle yakın iş birliğine yol açabilir. Örneğin, BAE merkezli emlak şirketi Dar Global ile Trump markasının Dubai ve Suudi Arabistan’daki lüks konut-golf projeleri, The New York Times ve Reuters tarafından teyit edilen çok milyon dolarlık iş birlikleridir.
Öte yandan Suudi Arabistan ile Trump yönetiminin ilişkileri, “para karşılığı güvenlik” olarak nitelendirilebilecek bir zeminde şekillenme potansiyeli taşımaktadır. Nitekim Trump, Suudi Arabistan Veliaht Prensi ile görüşmelerinde Riyad yönetiminin ABD’ye 600 milyar dolarlık yatırım yapacağına dair söz verildiğini iddia etmiş; hatta bu rakamın 1 trilyon dolara ulaşmasını beklediğini çeşitli platformlarda dile getirmiştir. Bu iddialar, Suudi Arabistan’ın yüksek miktardaki doğrudan yatırımları karşılığında Washington’un, Trump döneminde, Riyad’ın güvenlik kaygılarına geniş ölçüde destek vermesi ve insan hakları ihlalleri gibi konulara görece düşük seviyede tepki göstermesi ile ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla, Trump’ın 20 Ocak 2025 itibarıyla ikinci kez Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin büyük oranda “finansal katkı karşılığında güvenlik garantisi” çerçevesinde yeniden canlanacağı öngörülebilir.
Sonuç
Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, ABD-Körfez ilişkilerinde çok boyutlu dinamikler barındırmaktadır. Körfez ülkeleri, İsrail’le normalleşme girişimleri, Batı Şeria’daki olası ilhak planları ve Gazze’deki krizlerin ortaya çıkardığı hassas dengede, Filistin meselesini göz ardı etmeden ABD ile stratejik ortaklıklarını sürdürmeyi hedeflemektedir. İran politikasında “maksimum baskı” yaklaşımının yeniden devreye girmesi riski, Körfez için jeopolitik istikrarı tehdit ederken, 2023 Suud-İran yakınlaşması bölgesel diplomasiyi farklı boyutlara taşımaktadır. Suudilerin Yemen savaşından çıkış arayışları, Trump’ın savunma anlaşmaları ve silah satışı politikasının gölgesinde ilerlemekte ve bu durum, Riyad’ın bölgesel güç dengesinde meşruiyet çabalarını desteklemektedir. Suriye dosyasında İran’ın sahadaki varlığı, Körfez-ABD yakınlaşmasının kilit belirleyicisi olmaya devam edebilir. Öte yandan Trump’ın Körfez’deki özel sektör bağlantıları, yüksek maliyetli savunma ve yatırım anlaşmalarını şekillendirme potansiyeline sahiptir. Sonuç olarak, Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, bölge monarşilerinin rejim güvenliği ile ABD’nin talepleri arasında denge arayışlarını daha karmaşık hale getirebilir.