Kriter > Dış Politika |

Türk-Alman İlişkilerinin Boyutu, Kapsamı ve Etkileşim Mekanizmaları


Her iki ülke tarafından deklare edilmemiş olsa da ilişkilerin stratejik nitelikte olduğu dillendirilmeyen bir gerçek. Hem Almanya hem Türkiye bu ilişkilerin olumlu ve yapıcı bir düzlemde sürdürülmesinin, kendi milli çıkarları açısından kaçınılmaz olduğunun da bilincinde.

Türk-Alman İlişkilerinin Boyutu Kapsamı ve Etkileşim Mekanizmaları
Almanya’nın başkenti Berlin’de bulunan Branderburg Kapısı, Getty Images

Türkiye ve Almanya’nın ikili ilişkileri tarih, coğrafya, dil, din, kültür ve medeniyet bağlamında birbirlerinden farklılıklar arz etmesine rağmen çok boyutlu ve geniş kapsamlı bir çerçevededir. Bununla birlikte ilişkiler (ekonomik, sosyal, kültürel ve güvenlik alanlarında olmak üzere) yaklaşık iki yüz elli yılı aşkın bir geçmişe sahip, dostane temele ve karşılıklı çıkara dayanıyor. 1961’de imzalanan “İşgücü Alımı Anlaşması” bu ilişkilerin derinleşme sürecinde önemli bir kilometre taşı mahiyetinde. Bugün Almanya’da Türkiye kökenli takriben 3,5 milyon insan yaşıyor. Bu kitle, sosyo-kültürel, hukuki, siyasi ve ekonomik boyutları ile toplumsal bir realite olarak belirmiş durumda. İkili ilişkilerin ekonomik boyutu büyük önem arz ediyor. Yaklaşık 7 bin 500 Alman şirketinin Türkiye’de yatırımı mevcut ve iki ülkenin ticari hacmi 2018’de yaklaşık 37 milyar avro olarak gerçekleşti. Aynı zamanda Almanya’nın Avrupa Birliği (AB) bünyesinde ekonomik gücüyle, kilit ülke konumunda olduğunu da unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla Almanya, AB’nin yürürlükteki politikaları ve yapısal dönüşüm modellerinde etkili olması sebebiyle, Türkiye-AB ilişkilerinin seyrinde de belirleyici ülkelerden biri.

İki ülke tarafından deklare edilmemiş olsa da ilişkilerin stratejik nitelikte olduğu dillendirilmeyen bir gerçek. Hem Almanya hem Türkiye bu ilişkilerin olumlu ve yapıcı bir düzlemde sürdürülmesinin, kendi milli çıkarları açısından kaçınılmaz olduğunun da bilincinde.

Bağların bu denli sağlamlığı Türkiye’de ve Almanya’da siyaset, ekonomi, sosyal ve kurumsal alanlardaki gelişmelerin, iki ülkenin iç ve dış politika alanlarında zaman zaman kesişmesini de kaçınılmaz kılıyor. Haliyle karşılıklı iç işlere müdahale ithamları söz konusu olabiliyor. Bu etkileşim ve müdahale mekanizmalarının işleyişine bakıldığında, örneğin, Türkiye’nin terörle mücadelesinin, Alman hükümeti tarafından temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması perspektifinden değerlendirildiği gözlenmekte. Bu bağlamda Almanya tarafından insan hakları vurgusu yapılarak, Türkiye’nin terörle mücadele bağlamındaki meşru önlemleri, sürekli eleştirel bir bakış açısıyla ele alınıyor. Diğer taraftan Almanya’da ikamet eden Türk toplumuna yönelik ırkçı ve terör örgütü mensupları tarafından gerçekleştirilen saldırılar veya Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerinin (PKK, FETÖ) Almanya’da hareket alanı bulması Türk hükümeti tarafından mütemadiyen kınanıyor.

Haliyle ortak çıkarlar ve karşılıklı bağımlılıklar her iki ülkeyi birbiriyle iş birliğine mecbur kılsa da karşılıklı meydan okumalara ve siyasi restleşmelere yol açmakta. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ikili ilişkilerde sıkça karşılaştığımız bu etkileşim mekanizması son 2 yılda azalmış olsa da mevcudiyetini koruyor.

 

Türkiye Karşıtları Homojen Değil

Almanya tarafında ikili ilişkilerin gerginleşmesine sebebiyet veren aktörlere bakıldığında şöyle bir genel tespit mümkün: Almanya’da kendi içinde homojen olmayan bir Türkiye karşıtı aktörler camiası mevcut. Buna göre PKK sempatizanı aşırı sol gruplar ve bunları temsilen siyasetçiler (özellikle Türkiye kökenli şahıslar), aşırı sağ ve muhafazakar siyasetçiler ve son zamanlarda transatlantik formasyonlu düşünce kuruluş ve medya organları. Alman kamuoyunu Türkiye aleyhinde yönlendirmeye odaklanmış bu yapıya, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ mensupları da dahil oldu ve ideolojik formasyon gözetmeksizin bu yapının aktörleri ile iş birliği içerisinde hareket ediyorlar.

Bu kamu diplomasi mücadelesinde, savunma noktasında yeterli olamayan Türk toplumunun sivil toplum kuruluşları, Alman kamuoyu nezdinde sürdürülebilir etkiye sahip çalışmalar yapamamıştır. Gelinen noktada maalesef Alman kamuoyunda Türk toplumunu yakından ilgilendiren meselelerde, karşı tarafın yorum üstünlüğü göz önünde bulundurulduğunda, Türk diasporası tartışmalarda nesne olmaktan/kalmaktan kurtulamamıştır. Haliyle Türk toplumu maalesef bu tartışmaları kendi ve Türkiye lehine etkileyebilecek bir aktör konumuna gelememiştir.

Almanya Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Başbakanı ve Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Genel Başkanı Armin Laschet

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Almanya Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Başbakanı ve Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Genel Başkanı Armin Laschet ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede Erdoğan’ın, Armin Laschet’i CDU genel başkanlığına seçilmesi dolayısıyla tebrik ettiği açıklandı. (Getty Images, 30 Ocak 2021) 

 

Türkiye Aleyhine Algı Operasyonu

Alman kamuoyu nezdinde Türkiye aleyhine yönelik algı operasyonu neticesinde, Alman hükümeti sürekli bir şekilde harekete geçerek Türk devletine yönelik mesnetsiz suçlamalarda bulunmaktadır. Bu bağlamda Almanya’nın Türkiye’ye yönelik yaptığı suçlamalara göre, Türkiye kendi çıkarlarını korumak için Almanya’daki Türk sivil örgütlerini sistematik bir şekilde etkileyerek ve aktif bir biçimde kullanarak, Almanya’da sözde toplum mühendisliği yapmaktadır. Halbuki Almanya’da yaşayan Türklere yapılan baskılara karşı, Türk devletinin vatandaşlarını yalnız bırakmama bağlamında girişimleri, anayasal mesuliyetlerinden kaynaklanıyor. Nitekim Alman hükümeti de Alman azınlıklarının ve vatandaşlarının yaşadığı ülkelerde benzer girişimlerde bulunmaktan çekinmiyor. Türkçe dil yetkinliğinin geliştirilmesi, Türk kimliğinin muhafaza edilmesi ve Türk vatandaşlığına sahip seçmenlerin Almanya’da oy kullanma hakları başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerinin “kültürel entegrasyon” adı altında kısıtlanmasına sessiz kalınmaması hususlarında Türk devletinin girişimleri hem meşrudur hem de uluslararası hukuktan kaynaklanan bir haktır.

 

Ankara-Berlin Hattı

İkili ilişkilerde ön plana çıkan yeni bir boyut ise son yıllarda uluslararası sistemde yaşanan kriz ve değişimlerden kaynaklanan bölgesel çatışmaların durdurulmasında Ankara-Berlin hattında kriz yönetimi bağlamında koordinasyon ve istişare girişimleridir. Suriye iç savaşının mülteci boyutu ile başlayan, Libya iç savaşının kriz yönetimi ile devam eden ve Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan gerginliğin giderilmesi konularında, Ankara ve Berlin istişare ve kriz yönetimi çerçevesinde yoğun temaslarda bulunup sürekli ikili iletişim kanallarını açık tutmaktadır.

Almanya ve Türkiye uluslararası sistemde bölgesel güç formasyonunun farklı yönlerini temsil etmiş olduklarından, ister istemez birbirlerini tamamlayıcı konumda olabilmektedir. Nitekim Almanya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ekonomik gücü; dış ve güvenlik politikasında yapısal dönüşümünü simgeleyen anti-militarist ve çok taraflılık (multilateralizm) anlayışı ile (tarihsel deneyimleri ile ilişkili olduğundan) askeri müdahaleyi son opsiyon olarak görmekte ve ittifaklar bünyesinde barışa endeksli diplomatik araçlara inanmaktadır. Türkiye ise Romalı devlet adamı Marcus Tullius Cicero’ya atfedilen deyişle “Si vis pacem, para bellum” (Eğer barış istiyorsan savaşa hazırlan) düsturundan hareket ederek istikrardan yoksun yakın coğrafyasında vuku bulan ve Türkiye’nin güvenliğini ve milli çıkarlarını tehdit eden askeri çatışmalarda, uluslararası hukuk çerçevesinde caydırıcı aktör konumunda devreye girip sahada ve masada mevcudiyetini sağlamaktadır. Türkiye, sadece hem sahada hem masada oyun kurucu olmasından dolayı değil, aynı zamanda kurulan oyunu bozmaya muktedir olması hasebiyle, Batılı güçler tarafından dikkate alınmaktadır. Netice itibariyle Türk-Alman münasebetleri milli çıkar anlamında Ankara ve Berlin’i geniş kapsamlı ve çok boyutlu ikili ilişkilerinden dolayı iş birliğine bağımlı kılmaktadır.

Merkel ve Erdoğan

Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Mustafa Kamacı/AA)

 

Şansölye Merkel Döneminde İkili İlişkilerin Seyri

Angela Merkel 2005’te Hristiyan Birlik partileri CDU ve CSU’nun başbakan (şansölye) adayı olarak Almanya genel seçimlerini kazandı. Türkiye’de ise Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde AK Parti 2002 genel seçimlerinde tek başına iktidara geldi. Her iki liderin iktidar döneminin başlarında siyasi engel ve zorluklarla mücadele ettiği unutulmamalı. Türkiye’de Erdoğan halkın iradesini ve egemenliğini vesayet altına alan güçlere karşı bir mücadele sürdürürken, Doğu Almanya kökenli olan Merkel ise CDU içerisinde Batı Almanyalı siyasetçilerin parti içi iktidar kavgası ile mücadele etmek zorunda kaldı. Her iki lider de bu zorlu mücadelelerinde muvaffak oldular.

Merkel ilk yıllarda CDU içerisinde konumunu güçlendirmek adına Türkiye’nin AB üyeliğine karşı bir pozisyon alırken, AB’nin üyelik mekanizmasının işleyişine de meydan okumuş ve AK Parti hükümetine imtiyazlı ortaklık teklif etmişti. Merkel’in bu örnekte de görüldüğü üzere Türkiye’ye yönelik tavrı aynı zamanda kendisinin de en karakteristik özelliği olan gelenek ve ideolojik saiklerden arındırılmış siyasi ve toplumsal devamlılığı hedefleyen tarzıdır. Nitekim pragmatizm olarak tanımlanan Merkel’in yönetim tarzının ilk icraatlarından biri Türkiye’ye yönelik imtiyazlı ortaklık teklifi olmuştur. Bu teklifin 2005 sonunda, Türkiye’nin tam üyelik yolunda müzakere görüşmelerinin başlamış olmasına rağmen gelmesi de unutulmamalıdır. Merkel’in meselesi, Türkiye’yi engellemek olmamıştır. Nitekim CDU’nun ağır topları olarak adlandırılan önde gelen kurmayları ve tabanı, Türkiye’nin AB üyeliğine mevcut konjonktürde olduğu gibi o yıllarda da karşı çıktığı için, Merkel parti yönetimi ve tabanının tepkisini üzerine çekmemek amacıyla Türkiye’yi karşısına almıştır. Yoksa Merkel’in Türkiye ile ilgili ideolojik bir yaklaşımı olmamıştır. Merkel zamanla Türkiye’nin AB üyeliği meselesinde eski Başbakan Helmut Kohl’un muallak söylemi olan “Türkiye Avrupa’nın parçasıdır” çizgisini de benimseyerek, üyelik müzakerelerinin sonunun açık bırakılması gerektiğini vurgulamaktadır. Sonuç itibarıyla Merkel’in AB çıkışı, ikili ilişkilerde giderek artan düzeyde bir güvensizliğin hakim olmasına sebebiyet vermiştir. Buna rağmen Merkel dönemi ile birlikte iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin giderek bir artış yaşadığı da gözlenmiştir.

2008’de küresel ekonomik çalkantının tetiklediği avro krizinin devasa mali tahribatı sürerken, 2015’te yoğun bir mülteci akınına uğrayan, başta Almanya olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinin imdadına Türkiye yetişmiş ve Mart 2016 Türkiye-AB mülteci anlaşması yürürlüğe girmiştir. Mülteci anlaşması sayesinde Türkiye, Almanya’ya bölgesel anlamda sahip olduğu stratejik önemi tekrar hatırlatmıştır. Başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin çoğunluğu AB-Türkiye mülteci anlaşmasının daha geniş çapta yenilenmesini desteklemektedir.

Merkel döneminde (ilk 2-3 yıl hariç) ikili ilişkilerin karşılıklı çıkar ve iş birliği düzleminde seyrettiği söylenebilir. Son yıllarda yaşanan kısa dönemli gerginliklere rağmen, özellikle ekonomik alanda ve bölgesel krizlerde karşılıklı güvene dayalı iş birliği söz konusudur.

 

Post-Merkel Döneminde İkili İlişkiler

Merkel’in başbakanlık görevi Eylül 2021 genel seçimlerinden çıkacak yeni hükümetin göreve başlamasıyla birlikte bitmiş olacak. Son kamuoyu araştırmalarının verilerine göre muhafazakar CDU/CSU ile çevreci sol Yeşiller Partisinin koalisyon hükümeti kurma olasılığı oldukça yüksek görünüyor. Bu durumda CDU/CSU’nun belirlediği Başbakan adayı hükümeti kurma görevini üstlenecek. CDU’nun Genel Başkanı Armin Laschet, kuvvetle muhtemel Merkel’den sonra Başbakanlık koltuğuna oturacak isim. Laschet’in Türkiye politikasının, Merkel’in çizgisinde ilerlemesi beklenebilir. Laschet, farklı ortamlarda Türkiye’nin ikili ve AB ilişkilerinde sahip olduğu stratejik önemine sürekli atıfta bulunmaktadır.

İlk bölümde vurgulandığı üzere, ikili ilişkilerin farklı boyutlara, geniş kapsama sahip olması ve karşılıklı bağımlılığının mevcudiyeti, bir sonraki Alman hükümetinin, Türkiye politikasını koalisyon formasyonundan bağımsız, karşılıklı milli çıkarlar ekseninde belirlemesine izin verecektir. İkili ilişkilerde konjonktürel gerginlikler muhtemelen olacaktır, lakin iş birliği fırsatlarına kalıcı zarar vermeme ihtimali yüksektir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası