Türkiye’nin Libya ile yaptığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusundaki anlaşmaların önemini anlamak için iki ülke ilişkilerinin tarihsel süreçte hangi aşamalardan geçtiğini ve bölgenin diğer ülkeler için ne anlam ifade ettiğini bilmek büyük önem arz ediyor. 15. yüzyılın başından beri, özellikle Endülüs devletinin yıkılmasından sonra yeni dünyanın keşfedilmesi ve İspanya’dan Kuzey Afrika’ya göçlerin başlamasıyla birlikte Avrupa, Kuzey Afrika’yı kontrolü altına almaya çalışmıştır. Böylelikle Avrupalılar, Akdeniz’deki ticaret yollarını da kontrol altında tutmak istemişlerdir. Ancak Avrupa’nın bölge üzerindeki nüfuzu başta Libya olmak üzere Kuzey Afrika ülkelerini dış saldırılara açık hale getirmiştir. Aziz Yohanna Şövalyeleri’nin Trablus’u işgal etmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu, Yavuz Sultan Selim döneminde Afrika’ya yönelerek Akdeniz’deki gemi trafiğini kontrol etmeyi kararlaştırmıştır.
Söz konusu stratejik önem Fransa ve Venedik gibi Avrupa ülkelerini Osmanlı İmparatorluğu ile ticari anlaşmalar yapmak için çalışmaya yöneltmiştir. 1536’da Fransa’ya verilen kapitülasyonlar, bu ülkeye Trablus’taki korsanlara karşı gemilerini koruma imkanı tanımıştır. Yakındoğu ve Akdeniz, Aziz Yohanna Şövalyeleri’nin saldırıları yüzünden adeta bir kaos halindeydi. Bu sebeple Osmanlı denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa, bölgedeki ticari hareketleri düzenlemek için Fransa’ya daimi elçi, Trablus ve İskenderiye’ye konsoloslar göndermiştir.
Akdeniz’de Güç Savaşı
Avrupa’da Katolik ve Protestan güçler arasında rekabet vardı, ancak Akdeniz ticareti hem Osmanlı hem de Libya için bir hayli önemli idi. Akdeniz’in stratejik önemi Osmanlıların Trablus’a gelmesini kaçınılmaz hale getirdi. 16. yüzyıl boyunca Osmanlılar ile Katolik kilisesini temsil eden İspanya arasında deniz savaşları yaşanmıştır. 1551 Libya tarihinde önemli bir yıldır. Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, bu yılda Dragon Bey’in de yardımlarıyla Libya’yı İspanya nüfuzundan kurtarmıştır. İzlenilen ittifak, diyalog ve anlaşma siyaseti bölgeye istikrarı hakim kılmıştır. Karamanlı ailesi, 1711’den başlayarak Osmanlı adına bölgeyi yönetmiştir. Yusuf Paşa’nın valiliğinin ilk 10 yılında Libya daha önce görülmemiş bir gelişim göstermiş, Libyalı tüccarlar büyük kazançlar elde etmiştir.
1803’te, ABD’nin üçüncü Başkanı Thomas Jefferson’un, Kongre’nin kararlarına karşı çıkmasıyla Libya’da işler değişti. Jefferson, Akdeniz ticaretini diplomatik yollarla düzenlemek istiyordu. Bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz’in doğusundan batısına kadar ticareti, anlaşmalar ve ittifaklarla düzenleme siyasetini göz önüne almadan ABD’nin gücünü Akdeniz’de ispat etmek istemiştir. Bu yüzden bölgede 4 yıl boyunca savaşlar yaşanmıştır. Amerikalılar, Tunus Konsolosları William Aiton aracılığıyla Mısır Valisi Ahmed Paşa ile ittifak kurarak, Karamanlı Yusuf Paşa’yı yerinden etmek istemiştir. Plan, ABD’nin çıkarlarını korumak için Libya’yı kontrol etmesini ön görüyordu ancak bu plan başarısız oldu. Sonuçta Karamanlı Yusuf Paşa’nın Akdeniz’deki ABD ticaret gemilerini para karşılığı korumayı kabul etmesiyle anlaşma sağlandı.
ABD’li Konsolos Aiton, yazdığı bir arzda şunu söylüyordu: “Tembel Osmanlılardan birini (Yusuf Paşa’dan bahsediyor) gevşekçe tüy yatağında yatarken önündeki Hristiyan kölelerden birinin hilatını taşıdığını, bir başka kölenin ona kahve getirdiğini, diğerinin ise sinekleri kovduğunu gördükten sonra hayatım boyunca rahatsız olacağım. Bundan daha şaşırtıcı olan ise her Amerikan vatandaşının döktüğü alın terinin bu Türk’ün mutluluğunda payı olduğunu bilmemdi. Sadece bu kadar da değil, bu Türk’ün ABD’den istediği her talebin onun hakkı olduğuna inandığını düşününce nasıl üzülüp daralmam? İtalyanlar olarak bizler ise onun taleplerini yerine getirmeye güç yetiremiyoruz.”
Libya’da Osmanlı Hakimiyeti
Libya’daki Karamanlı Devleti, gücünü yitirdiğinde ise Osmanlı İmparatorluğu, Libyalı kabilelerin talebi üzerine tekrar Libya’ya döndü. Böylece 1835’te Libya’daki Osmanlı hakimiyetinin ikinci dönemi başlamış oldu. Libya yönetiminin esasını teşkil eden reformlar bu dönemde başlamıştır. Ayrıca bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’na Fransızlar rakip olmuştur. İki taraf arasındaki çekişmeyle Akdeniz’de yıllardır süren anlaşma ve ittifak esaslı düzen sona ermiştir. Fransızlarla olan çekişme Osmanlı Devleti’nin kendisini geliştirmesi ihtiyacını doğurmuştur. Reformlar, Libya’da ilk olarak Trablus ve Berka vilayetlerinde Tanzimat’la başlamıştır. Yerel idareler (Belediyeler) düzenini uygulayan ilk yerlerden biri Trablus oldu. Onu Khums, Bingazi ve Derne takip etti. İlerleyen yıllarda Giryan, Mısrate, Marzuk ve diğer yerlerde de belediyeler kuruldu.
Lisa Anderson, “Osmanlı hakimiyeti ve İtalyan Sömürgesi arasında toplumsal değişimler” adlı çalışmasında, İtalyan sömürgesinin Osmanlı valisi tarafından kurulmaya çalışılan merkezciliğin devamını ve gücünü kırdığını açıkça belirtmiştir. Böylelikle bölgeselcilik sömürgeci güçlerin yerel liderlerle ittifak kurmasıyla geri dönmüştür. Sultan ise Fransa’nın Tunus’ta kurduğu gibi merkeziyetçi bir yönetim istiyordu. Fransa da İtalyanlardan farklı değildi. 1855’te Osmanlı idaresine karşı Ghuma el-Mahmudi gibi yerel isyancılarla irtibat kurarak Libya’daki emellerini gerçekleştirmeye çalıştı ancak başarısız oldu. Fransa, Mısır’da da benzer bir proje uygulamaya çalışmıştı. Amacı, Mehmet Ali Paşa’nın Kuzey Afrika Valisi olmasını sağlamaktı. Tarih tekerrür etmez ama coğrafya olayları tekrarlar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü azalmış ve Akdeniz’deki çıkarlarını koruyamaz olmuştu. Bunun üzerine İtalya, Libya’da genişleme kararı almıştı. İtalyan gazetecileri, Libyalıların artık Osmanlı hakimiyetini istemediklerini yazıyordu. Süratle artan şiddet, tam da medyada yapılan propagandaların hedeflediği gibi Osmanlıların bölgeden çıkmasına sebep oldu. Ancak 23 Ekim 1911’deki ilk İtalyan saldırılarında Osmanlılar ve Libyalıların birlikte savaşması İtalya açısından adeta şok olmuştu. O gün, Libya sahillerinde Osmanlı ve yerel Libyalı kuvvetler tarafından 500 İtalyan askeri öldürüldü. Hiçbir Libyalı, Osmanlıların Libya’dan çıkarılmasını istememişti. Ancak Uşi Anlaşması, Libyalılarda İtalyanlara karşı yalnız kalma korkusu uyandırdı. Buna rağmen aralarında Mustafa Kemal Atatürk ve Enver Paşa’nın olduğu Osmanlı paşaları, Libyalılarla omuz omuza İtalyanlara karşı savaşmıştı. Ancak stratejik şartlarla birlikte, Osmanlı-Libya yardımlaşmasının şartları da değişti.
Bundan sonra Libya’daki silahlı hareket, Ömer Muhtar liderliğindeki Senusiler tarafından yürütüldü. Ömer Muhtar, Osmanlılar ile iletişim halindeydi ancak Birinci Dünya Savaşı, dengeleri değiştirmiş ve yeni Libya yönetiminin kurulmasında pay sahibi olan İngilizler, dünyada hakim konuma gelmişti. Libya Krallığı döneminde Türkiye-Libya ilişkileri oldukça iyiydi. Libya Kralı İdris es-Senusi’nin Türklere karşı özel bir hürmeti vardı. Ahmed el-Şerif ve Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılara karşı Türklerle omuz omuza savaşan Libyalıların mezarları, iki taraf arasındaki derin ilişkilerin en önemli göstergelerindendir. Kaddafi döneminde Libya, milliyetçiliğe ve Osmanlıların Arap ülkelerini işgal ettiği fikrini yaymaya yönelmiştir. Buna rağmen resmi ve halklar arası ilişkiler sona ermedi. 80’li yıllarda, Kaddafi’nin izlediği sosyalist politikalar yüzünden Libya halkı fakirleşti. Bu dönemde Türkiye, Libyalılar için bir sığınak haline gelmiştir. Türk şirketlerinin Libya’daki ticareti ve inşaat faaliyetleri kesintiye uğramadı. Kaddafi yönetiminin açılım düzeninden sonra bu faaliyetler arttı.
17 Şubat 2011 devrimi başladığında Türkiye, sorunları barışçıl yollarla çözmek istedi. Ancak durum artık geri dönülemez noktaya ulaşmıştı. Türkiye de NATO tarafından Libyalı sivilleri korumak için yapılan operasyonlara katıldı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem Bingazi’deki Tahrir Meydanı’nı ziyaret etmiş ve savaş boyunca Libyalılara çeşitli alanlarda yardımlar sağlamıştır.