24 Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasıyla patlak veren Rusya-Ukrayna Savaşı, yalnızca bölgesel değil küresel dengeleri de sarstı. Bu savaşı yalnızca Rusya ve Ukrayna arasında bir mesele olarak görmenin yanında büyük güç rekabetinin bir parçası olarak okumak da mümkün. ABD, Avrupa, Rusya ve Çin’i temel ağırlık merkezleri olarak konumlandırdığımızda her bir aktörün birbiriyle olan ilişkisinde yeni bir dengenin oluşmakta olduğu düşünülebilir. İran’ın da bu resim içerisinde dikkate alınması gereken bir aktör olduğu su götürmez bir gerçek. Rusya-Ukrayna denkleminde pek çok değişken kendini gösteriyor. Bu değişkenler arasında İran’ın sürece etkisi görece ihmal edilebilir olsa da süreçten oldukça etkilendiği görülüyor.
Hem ABD ve NATO ile olan çatışmacı pozisyonu hem de Rusya ile olan “ittifakı” dikkate alındığında İran, tabloya doğal olarak dahil oluyor. Bu doğrultuda Tahran yönetimi, patlak veren savaştan dolayı NATO’yu suçlamakta tereddüt etmedi. Savaş karşıtı retoriğin ve diplomasiye davetin süslediği İran’ın resmi açıklamalarının özü dikkatle incelendiğinde, İran’ın Rus saldırganlığını sorunsallaştırmayarak tarafını açıkça belli ettiği anlaşılıyor.
Avrupa’nın Alternatif Enerji Kaynağı Olarak İran
Ancak İran’ı Rusya-Ukrayna denkleminde önemli kılan bir başka husus daha var: İran’ın enerji kaynakları. Avrupa’nın ve bilhassa Almanya’nın enerji konusunda Rusya’ya olan bağımlılığı, hem Rusya’ya karşı enerji yaptırımları başta olmak üzere pek çok alanda cesur adımlar atılmasını engelliyor hem de askeri anlamda alınacak önlemlerin Rusya’yı ürkütebileceği ve tetikleyebileceği korkusuyla NATO’yu işlevsiz bırakıyor. Bu yüzden Avrupa’nın önünde enerji kaynaklarını çeşitlendirerek Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma seçeneğinden başka bir yol bulunmuyor.
Nükleer enerji ve kömür madenlerinin işletilmesi, Avrupa genelindeki çevreci damar ve Almanya’daki güçlü Yeşiller Partisi dikkate alındığında kısa vadede mümkün görünmüyor. Bu anlamda yeni fosil enerji kaynaklarının devreye alınması seçeneği gündeme gelirken, İran da en makul seçeneklerden biri olarak ön plana çıkıyor. P4+1 ülkeleri ile İran arasındaki nükleer görüşmeler, Rusya-Ukrayna krizini öncelediğinden ve görüşmelerde önemli bir mesafe katedildiğinden dolayı İran ile anlaşmanın devreye alınmasının hızlandırılması kolay olmuştur.
Özellikle küresel enerji piyasalarında meydana gelen istikrarsızlık, BAE ve Irak gibi petrol ihraç eden ülkelerin üretimi artırma yönündeki açıklamalarına rağmen durulmadı. Bu noktada İran yönetimi, müzakerelerde elini güçlendirmek ve Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerji kaynağının kendileri olduğunu kanıtlamak adına günlük petrol üretim kapasitesini artıracağını ilan etti. İran Petrol Bakanı Cevad Ovji günlük üretim kapasitesini 5.7 milyon varile çıkartmayı planladıklarını duyurdu. Böylelikle Rusya’dan doğacak açığı kapatmak adına istekli olduklarını da ifade etti.
Ancak Viyana’da anlaşmaya ulaşmak için tarafların önünde çeşitli engeller bulunuyor. Kasım 2021’den beri Viyana’da devam eden nükleer müzakereler son aşamasında iken patlak veren Rusya-Ukrayna Savaşı, müzakereleri kesintiye uğrattı. Rusya’ya uygulanan ağır yaptırımlar sonrası çıkış yolu arayan Moskova yönetimi, çareyi Viyana müzakerelerini kilitlemekte bulurken, bir anlamda Avrupa’nın elinden İran kozunu alarak kendini tek enerji kaynağı olarak dayatmaya çalıştı. Öte yandan Rusya’nın bu tavrı hem BM Güvenlik Konseyi üyeliği hem de İran ile olan yakın ilişkisi göz önüne alındığında Moskova olmadan küresel sistemin istikrarsızlıklarına son verilemeyeceği mesajını da iletiyor. Moskova, İran üzerinden kendisinin dikkate alınmadığı her projenin başarısızlığa mahkum olduğunu göstermeye çalışıyor.
Elbette Rusya-Tahran ilişkileri dikkate alındığında Moskova’nın yönetmesi gereken farklı dinamikler de devreye girmektedir. Müzakerelerde Tahran’ın Washington’ı doğrudan muhatap almaması ve Rusya’yı aracı olarak kullanması, Moskova’nın elini kuvvetlendiren faktörlerden biridir. Müzakerelerin sekteye uğraması İran’ın hiç hoşuna gitmese de Suriye başta olmak üzere pek çok alanda yürütülen iş birliği sebebiyle “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı gereği bu rahatsızlık sesli şekilde dile getirilmemiştir.
Ancak Tahran yönetimi meseleyi çözmek adına girişimlerde bulunmayı ihmal etmedi. Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, 16 Mart’ta Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirerek mevkidaşı Lavrov ile görüştü. Yapılan ortak basın açıklamasında Batı karşıtı söylemin ağırlığı hissedilirken Lavrov, ABD’den yazılı garanti aldıklarını ve Rusya’ya yönelik yaptırımların anlaşma sonrası İran-Rusya iş birliğini etkilemeyeceğini söyledi. Rusya-İran hattında bir çatlak oluşmaması adına Moskova’nın çabaları şimdilik başarılı olmuş görünüyor.
Viyana anlaşması işletilebilse dahi İran’ın Avrupa’nın enerji sorununa kısa vadede derman olmasının zorluğu da ortada. Petrol sevkiyatı tankerler üzerinden gerçekleşebilecekse de doğal gaz için altyapının tesis edilmesi zaruri. Şu an için İran’ın doğal gaz çıkarma konusunda kendi ihtiyacını bile zorlukla karşıladığı görülüyor. Geçtiğimiz aylarda Türkiye’ye olan doğal gaz akışındaki geçici kesinti, bu durumun sarih örneklerinden sayılabilir. Bu anlamda İran’ın doğal gaz çıkarma ve taşıma kapasitesini artırması gerekiyor. Bu doğrultuda yaptırımların kaldırılmasının ardından yabancı yatırımı ve teknoloji transferi ise tek çıkar yol olarak görünüyor.
Devrim Muhafızlarının Terör Örgütleri Listesinden Çıkarılması
İran ile yapılacak anlaşma öncesinde Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) terör örgütleri listesinden çıkarılacağı konuşuluyor. DMO, önceki ABD Başkanı Donald Trump tarafından Nisan 2019’da Yabancı Terörist Örgütler listesine alınmıştı. Bu hamle, Trump’ın İran’a karşı başlattığı “maksimum baskı” politikasının bir parçasıydı. 2015’te İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan 2018’de ABD’yi çeken Trump, Tahran yönetiminin her alanda elini kolunu bağlamaya çalışmıştı. İran’ın petrol ihracatını sıfırlamak da aynı planın parçasıydı. Yeni bir nükleer anlaşmanın işletilebilmesi için DMO’nun terör örgütleri listesinden çıkarılmasının önemi oldukça büyük. Zira DMO’yu yalnızca bir askeri yapı olarak değerlendirmek onu oldukça hafife almak olur.
DMO, İran’da siyasetten ekonomiye girift bir ilişkiler ağının parçası ve pek çok ticari işletme, fabrika, finans kuruluşu ve şirkete sahip olan bir yapı. Seçilmiş cumhurbaşkanları ya da siyasi temsilcilere yönelik zaman zaman kısıtlayıcı müdahaleleri de söz konusu. İran’ın dış politikasının ve bilhassa bölgesel faaliyetlerinin tayininde oynadığı rol de oldukça önemli. Böyle olunca yeni bir nükleer anlaşma yapılsa ve İran üzerindeki yaptırımlar kaldırılsa dahi, DMO terör örgütleri listesinde kalmaya devam ettikçe, İran ile iş yapmak isteyen yabancı yatırımcıların bir şekilde DMO’ya temas etmemesi ve nükleer mesele dışındaki yaptırımlara hedef olmaması çok zor bir ihtimal olarak ortada duruyor. Üstelik İran’ın resmi ordusunun ABD’nin terör listesinde yer alması, İran’ın meşru bir aktör olarak dünya ekonomisine eklemlenmesi ihtimalini de zayıflatıyor.
İran Karşıtı Cephenin Tedirginliği
Sürece karşı çıkanların başında İsrail geliyor. Yeni bir anlaşmayla İran üzerindeki yaptırımların kaldırılmasını kendi varlığına bir tehdit olarak telakki eden İsrail, anlaşmanın gerçekleşmemesi için var gücüyle çabalarken, İran karşıtı cepheyi güçlendirmek adına başka aktörleri de kendi safına çekmeye çalışıyor. Bu anlamda 22 Mart’ta Mısır Devlet Başkanı Sisi, İsrail Başbakanı Naftali Bennett ve BAE Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid el-Nahyan, Kızıldeniz kıyısındaki Şarm el-Şeyh’te bir araya gelerek üçlü bir zirve gerçekleştirdiler. Zirvenin ana konularından birini de İran nükleer anlaşması oluşturdu. DMO’nun terör listesinden çıkarılacağı yönündeki haberlere İsrail Başbakanı Naftali Bennett ve Dışişleri Bakanı Yair Lapid de ortak bir açıklama ile tepki gösterirken, “bu gelişmeye inanmayı reddediyoruz” diyerek ABD’yi geri adım atması konusunda uyardılar.
İran ile devam etmekte olan normalleşme sürecine rağmen BAE de DMO’nun terör listesinden çıkarılması ihtimaline tepki gösteren aktörlerden biri. Abu Dabi kaynakları, söz konusu gelişmeden BAE yönetiminin oldukça rahatsız olduğunu söylüyorlar. Özellikle Husilerin BAE ve Suudi Arabistan’a mütemadiyen süren saldırıları göz önüne alındığında, normalleşme sürecinin sınırları ve etkisizliği ile BAE’nin son gelişmelerden duyduğu rahatsızlık anlaşılır hale geliyor.
Nükleer anlaşma ve DMO’nun terör listesinden çıkarılması, İran’a tıpkı 2015’teki anlaşmanın ardından olduğu gibi bölgesel faaliyetlerini artırma ve güçlendirme şansı verecek. Petrol ve doğal gaz satışından elde edilecek gelirlerin bölgedeki Şii milis aktivizmini güçlendireceği öngörülebilir. İsrail ve Körfez ülkelerinin endişeleri bu anlamda ön plana çıkıyor. Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’da sarf ettiği kaynaklar Suriye’deki tutumunu zayıflattığı nispette İran’ın süreçten güçlenerek çıkması ihtimali de kuvvetleniyor. Suriye’de İran ve Rusya arasında her ne kadar iş birliği mevcut olsa da sınırlı bir rekabetin olduğu da biliniyor. Rusya’nın Suriye angajmanı azaldığı takdirde açılacak boşluğu doldurma konusunda İran tereddüt etmeyecektir. Belki de bu ihtimali güçlü gördüklerinden dolayı Körfez ülkeleri Esed ile anlaşma ve barışma yoluna başvurdular. Esed’in Arap ülkeleri nezdinde yeniden meşru bir aktör olarak ortaya çıkmasını, İran faktörünü görmezden gelerek anlamaya çalışmak mümkün değildir.