Kriter > Dosya > Dosya / Filistin 2 |

İsrail-Filistin Savaşında Söylemsel Mücadele


7 Ekim sonrası, küresel çapta bir söylemsel mücadele de başladı. Batı medyasının tam desteğini yanında bulan İsrail, kendi argümanlarını tutarsız şekilde dünyaya aktardı. Filistinliler ise on yıllardır duyurmaya çalıştığı davasını daha yüksek sesle anlatmak için bir mecra buldu. Geldiğimiz noktada, İsrail propagandası başarısız olmuş, uluslararası kamuoyu Filistin lehine dönmüş durumda.

İsrail-Filistin Savaşında Söylemsel Mücadele

Aksa Tufanı operasyonu, tarihsel bağlamda bakıldığında, İsrail-Filistin savaşının sadece bir safhasını temsil ediyor. Ancak söylemsel mücadele açısından bakıldığında önemli bir dönüm noktasını oluşturuyor.

7 Ekim günü gerçekleşen Aksa Tufanı operasyonu, hem İsrail’de hem de tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Sahada çatışmalar devam ederken, küresel çapta bir söylemsel mücadele de başladı. Batı medyasının ve propaganda aygıtlarının tam desteğini yanında bulan İsrail, kendi argümanlarını tutarsız şekilde tüm dünyaya aktardı. Ancak ne İsrail’in hedefleri tam anlaşılırdı ne de o hedeflere ulaşmak için kullandığı yöntemler meşruydu. Filistin tarafı ise on yıllardır duyurmaya çalıştığı davasını daha yüksek sesle anlatmak için bir mecra buldu. Günümüzde geldiğimiz noktada, İsrail propagandası başarısız olmuş, uluslararası kamuoyu Filistin lehine dönmüş durumda.

 

Kendi Kendini Yalanlayan Propaganda

İsrail-Filistin savaşını haberleştiren Batılı haber kuruluşları, kamuoyunu bilgilendirirken, İsrail propagandasının sözcülüğü görevini üstlendiler. Haber kaynağı olarak çoğunlukla İsrail resmi kurumlarını tercih ettiler ve olayları haberleştirirken, kendi yazdıkları tarafsızlık kurallarından çok uzak, yanlı bir dil benimsediler. Örneğin İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin, İsrailliler için “HAMAS tarafından öldürüldü” ifadesini kullanırken, Filistinliler için sadece “öldü” ifadesini kullanması, bu suçlardaki İsrail failini gizlemesi nedeniyle çokça eleştirildi. Ancak propaganda bununla sınırlı değildi. BBC haberlerinde Filistin diye bir yer yoktu. Dolayısıyla Filistinlilerden de bahsedilmiyordu. Haberlerde İsrail’in Gazze’ye yönelik bombardımanından ve ölen Gazzelilerden bahsediliyordu. The Guardian gazetesi ise esir değiş tokuşu anlaşmasını haberleştirirken, “İsrailli kadın ve çocukların” serbest bırakılacağını duyuruyordu. Ancak Filistinlilerden bahsederken “Filistinli kadınlar ve 18 yaşın altındaki kişilerin” salınacağını söylüyordu. Gelen tepkilerin ardından gazete, 18 yaşın altındaki Filistinlileri “çocuk” olarak kabul etmek zorunda kaldı ve haber metnini değiştirdi.

İsrail’in propaganda mekanizması, beklenmedik bu saldırı karşısında büyük bir travma yaşadı ve birçok taktiksel hataya imza attı. İsrail propagandasındaki hatalar, aynı zamanda Batılı destekçilerinin de bu hatalara ve yalanlara ortak olmalarına ve dolayısıyla güven, meşruiyet ve kredibilite kaybına uğramalarına neden oldu. HAMAS’ın İsrailli bebeklerin kafasını kestiği yalanı, günler boyunca tekrarlandı, hatta ABD Başkanı Biden tarafından kameralar önünde dillendirildi. Ancak bu bilginin yalan olduğu başta İsrail ordusu olmak üzere birçok kaynak tarafından onaylandı. HAMAS’ın DEAŞ terör örgütüyle aynı olduğu, terörist bir örgüt olduğu, sivilleri öldürdüğü gibi argümanlar, İsrail tarafından öne sürüldü. Ancak her bir argüman delilleriyle birlikte yalanlandı. Örneğin İsrailli Haaretz gazetesi, İsrail polisinin 7 Ekim'deki müzik festivali katliamıyla ilgili soruşturmasına dayandırdığı haberinde, İsrail ordusunun HAMAS'a ateş ederken yanlışlıkla bazı festival katılımcılarını vurduğunu duyurdu.

İsrail’in Gazze’de beş yüzden fazla sivili katlettiği hastane saldırısının ardından New York Times gazetesi “İsrail Saldırısı Hastanedeki Yüzlerce Kişiyi Öldürdü” başlığını kullandı. Ancak İsrail propagandası, roketin HAMAS tarafından İsrail’e doğru fırlatıldığını ve bu roketin yanlışlıkla hastaneyi vurduğunu iddia ediyordu. Gazetenin başlığı hızlı biçimde değişti: “Gazze hastanesindeki patlamada en az 500 kişi öldü.” Artık bir fail olarak İsrail haberde yer almıyordu ve patlamanın kaynağı belirsizdi. İsrail propagandasını temel alan bu editoryal müdahale, okurlar tarafından fark edildi ve eleştirildi. Gazete, kendini savunan uzun bir yazı yazmak zorunda kaldı.

Kara harekatı başladıktan sonra Gazze hastanesine girerek “zafer pozu” veren İsrail ordusu, yine eleştirilere hedef oldu. Hastane içinde ve çevresinde HAMAS’ın izini arayan ordu temsilcisi, haftanın günlerinin Arapça yazılı olduğu bir kağıdı göstererek, bunların HAMAS’lı savaşçıların isimleri olduğunu iddia etti. Duvardaki perdeler, kapıdaki sıradan izler ve diğer tüm detaylar, kameralar karşısında ordu temsilcisi tarafından “terör enstrümanları” olarak nitelendiriliyordu. Batı medyasının da aktardığı bu argümanlar, uluslararası kamuoyu tarafından tatmin edici bulunmadı ve bir tiyatro olarak yorumlandı. İsrail tarafı artık inanılırlığını kaybetmişti.

Bu ve benzeri birçok örnek, İsrail propagandasının ürettiği hataların artık kendi kendini yalanladığı bir durum ortaya çıkardı ve etkisini giderek yitirdi. Uluslararası kamuoyu Batı medyasının Filistin haberlerinin yanlı olduğu gerçeğini gördü ve kabullendi. Bu, aynı zamanda Batı medyasının söylemsel üstünlüğünün de sona ermesi anlamına geliyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Alman Başbakan Scholz ile
Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya’ya düzenlediği ziyarette Alman Başbakan Scholz ile yaptığı basın toplantısında “Bu çocuklar nasıl vuruluyor? Hastanelerde bunlar nasıl öldürülüyor? Bunlar karşısında biz elimiz, kolumuz bağlı mı duracağız? Buna karşı hiç sesimizi çıkarmayacak mıyız? Eğer burada elimiz, kolumuz, dilimiz bağlı kalırsak bunun tarihe hesabını veremeyiz. Onun için bir borçluluk psikolojisi içerisinde İsrail-Filistin savaşını değerlendirmemek gerekir. Bakın ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail'e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar, rahat konuşamıyorlar. Biz Holokost cenderesinden geçmedik.” ifadelerini kullandı. (Halil Sağırkaya/AA, 17 Kasım 2023)

 

Hür Düşünenler ile Borçlu Olanlar

İzzeddin el-Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde bir konuşmasında “Ey adaletsizliği ve zorbalığı reddeden, dünyanın özgür insanları” diye sesleniyordu. Zulüm kimden gelirse gelsin adaletsizliği ve zorbalığı reddedebilmek, yalnızca hür düşünebilmekle mümkün. İdeolojiler, inançlar, değerler ve politik tutumlar, insanların meseleler hakkındaki düşüncelerini belirliyor.

Ancak binlerce masum çocuğun katledildiği bir savaşta, bütün bu dinamikler tek bir gerçeğe işaret ediyor: İsrail işgali ve buna karşı mücadele eden Filistinlilerin haklı davası. Nitekim dünya genelinde farklı ülkelerde milyonlarca insan, İsrail saldırılarını kınamak ve Filistinlileri desteklemek için protesto gösterileri düzenledi. Bazı Avrupa ülkeleri ise güvenlik kaygılarını gerekçe göstererek, özellikle Filistin yanlısı gösterilere ya katı kısıtlamalar getirdi ya da sivil özgürlüklerin ihlal edildiği endişesiyle bu gösterileri tamamen yasakladı. Almanya’da ise gösterilerin yasaklanmasındaki temel gerekçe “antisemitizmle mücadele” idi. Bu yaklaşıma göre Almanya’nın sahip olduğu “büyük demokrasiye rağmen” toplumda hiç kabul görmeyen bazı şeyler vardı ve bu da siyasi söylemi sınırlandırıyordu. Bu sınırlandırmalara ve yasaklara rağmen vatandaşlar, İsrail’i kınayan ve ateşkes çağrısında bulunan gösteriler düzenlemeye devam ettiler.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Almanya’ya düzenlediği ziyarette Alman Başbakan Olaf Scholz ile yaptığı basın toplantısında

Bu çocuklar nasıl vuruluyor? Hastanelerde bunlar nasıl öldürülüyor? Bunlar karşısında biz elimiz, kolumuz bağlı mı duracağız? Buna karşı hiç sesimizi çıkarmayacak mıyız? Eğer burada elimiz, kolumuz, dilimiz bağlı kalırsak bunun tarihe hesabını veremeyiz. Onun için bir borçluluk psikolojisi içerisinde İsrail-Filistin savaşını değerlendirmemek gerekir. Bakın ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail'e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar, rahat konuşamıyorlar. Biz Holokost cenderesinden geçmedik.

ifadelerini kullandı. Bu konuşmada özellikle “İsrail’e borçlu olanlar” ifadesi önem taşıyor çünkü Batılı siyasilerin ve Batı medyasının İsrail yanlısı tavrının, neden bu kadar katı olduğunu gösteriyor. Nitekim aynı basın toplantısında Scholz, öldürülen masum Filistinli çocuklara değinmeden sadece İsrail’in kendini savunma hakkından bahsetmiştir.

 

Batı Cephesi Ahlaki Üstünlüğünü Kaybetti

Batı dünyası, kendini özgür düşüncenin ve ifade hürriyetinin merkezi olarak konumlandırıyordu. Yüksek medeniyetin bir göstergesi olan bu topluluk, demokrasinin de yüksek standartlarını belirlemekle övünüyordu. İstedikleri aktörü bu “demokrasi topluluğu”na kabul etmekte ya da oradan dışlamakta özgürdü. Ekonomi, güvenlik, kültür, dış politika gibi alanlarda aldıkları kararları, demokratik değerler ile meşrulaştırıyorlardı. Son olarak Rusya-Ukrayna Savaşı tam da küresel demokratik cephe ile otoriter cephe arasındaki mücadeleyi simgeliyordu. Batılı değerleri benimseyen, demokratik ve çoğulcu Ukrayna’ya karşı Batılı değerleri reddeden, totaliter, yayılmacı Rusya karşıtlığı inşa edildi.

Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Von der Leyen, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırıları konusunda şu ifadeleri kullanıyordu: “Rusya'nın başta elektrik olmak üzere sivil altyapıya yönelik saldırıları savaş suçudur. Kış yaklaşırken erkekleri, kadınları, çocukları sudan, elektrikten ve ısınmadan mahrum bırakmak amacıyla sivil altyapıya yönelik hedefli saldırılar, bunlar saf terör eylemleridir. Ve biz bunu böyle adlandırmak zorundayız.” Aksa Tufanı sonrasında İsrail’e bir ziyaret düzenleyen Von der Leyen bu kez tam tersi bir tutum sergilemek zorunda kaldı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun yanında açıklama yapan Von der Leyen, “İsrail'in kendini savunma hakkı” olduğunu ileri sürdü. Masum Filistinlilerin çektiği acıları anladığını ifade ettikten sonra şunları söyledi: “İsrail'in nasıl karşılık vereceğinin onun bir demokrasi olduğunu göstereceğini biliyorum.

Batı dünyasının Filistin konusunda gösterdiği ikiyüzlülük hem medya söylemlerinde hem de siyasilerin açıklamalarında tekrarlanmış ve belgelenmiş durumdadır. Bu ülkelerin bundan sonra kendi politikalarına meşruiyet üretmek için kullanacakları değerler sistemi yaşanan tutarsızlıklar nedeniyle zedelenmiştir. Bu nedenle İsrail’in son saldırıları karşısında gösterdiği duruşla birlikte Batı cephesi ahlaki üstünlüğünü kaybetmiş durumdadır. Bunun orta ve uzun vadeli sonuçları da olacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası