Uzun zamandır Birleşmiş Milletler’in (BM) barışı koruma görevini yerine getiremediği gerekçesiyle reforma tabi tutulması yönünde çağrılar var. Bu çağrıların bir kısmı da BM’nin asli görevi olan barışı koruma işlevini yerine getirebilmesi için daha etkin bir yapıya kavuşturulmasından ziyade örgütün karar mekanizmalarında daha fazla rol almak isteyen bazı ülkelerin kendi ajandalarıyla ilgili görünüyor. Bu çerçevede Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler, BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üye statüsü kazanıp kendi pozisyonlarını güçlendirmeyi hedefliyorlar. Buna karşılık Türkiye gibi bazı ülkeler ise hem Güvenlik Konseyi’nde daha adil bir temsili sağlayacak hem de karar almayı kolaylaştıracak yeni bir yapı arzu ediyorlar.
Bugüne kadar reform konusundaki çabalar başarılı olmadı. Önce bu çabaların başarısız olmasının sonuçlarına değinelim, ardından BM’nin yeni bir yapıya kavuşmasının neden çok zor olduğunu ele alalım. Reform girişimlerinin başarısız olmasının en önemli sonucu, BM’nin barışı koruma görevini yerine getirebileceğine dair inancın her geçen gün biraz daha azalmasıdır. Örgütün 78 yıllık tarihine bakıldığında, bu görevi ifa etme konusunda zaten başarısız bir karnesinin olduğu görülür. Güvenlik Konseyi’nin karar alma mekanizmasındaki sorunların giderilmesine yönelik reform önerilerinin, mevcut yapıyı kendileri açısından avantajlı gören daimi üyeler tarafında karşılık bulmaması, sorunu daha da büyütmektedir. Suriye, Myanmar, Filistin ve Yemen’de büyük katliamlar yaşanırken, Irak ve Ukrayna gibi ülkeler uluslararası hukuka aykırı şekilde saldırıya uğrarken, örgüt sessiz kalmaktadır. Bütün bu sorunların çözümü için alınması gereken müdahale kararlarının bir ya da daha fazla ülkenin bu müdahalenin söz konusu bölgedeki çıkarlarına zarar vereceğini düşünmesi nedeniyle alınamaması, BM’yi işlevsiz hale getiriyor. Katliamları sona erdirecek ve barışı tesis edecek müdahale kararlarını bazen ABD engelliyor bazen Rusya ya da Çin. Bazı durumlarda ise Irak ve Ukrayna örneklerinde olduğu gibi, ABD ve Rusya doğrudan saldırgan taraf oluyorlar. Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip ülkelerinin saldırgan taraf olduğu durumda BM’nin barışı koruma görevi konusunda en etkili silahı olan askeri müdahale ya da başka yaptırımları devreye sokması mümkün olmuyor.
Karar Alma Mekanizması Değişmeli
Bu eksikliklerin giderilmesinin ancak Güvenlik Konseyindeki karar alma mekanizmasının değişmesiyle mümkün olacağını herkes biliyor. Daha fazla ülkenin BM’nin askeri müdahale ve diğer yaptırım kararlarına eklemlenmesi ve bir ülkenin bu tür kararları veto etmesinin önüne geçilmesi gerekiyor. Bunun yolu da üye ülkelere ekonomik ve askeri büyüklüklerine göre “ağırlıklı oy” hakkının verilmesinden geçiyor. ABD ile Vanuatu’nun aynı oy ağırlığına sahip olmayacağı ama ABD’nin de istemediği bütün kararları veto edemeyeceği yeni bir karar alma mekanizmasına ihtiyaç var. Bunu üye sayısının artırılması yoluyla Güvenlik Konseyi çatısı altında yapmak da mümkün, yaptırım kararları alma yetkisinin aktarılması yoluyla Genel Kurul çatısı altında yapmak da. Örneğin Güvenlik Konseyi’nde alınamayan Suriye’ye BM müdahalesi kararı, ağırlıklı oy sistemiyle Genel Kurul’da üçte iki ya da dörtte üç gibi bir çoğunlukla rahatlıkla alınabilirdi ve 600 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği, 13 milyon kişinin de evini kaybedip mülteci durumuna düştüğü bu facia engellenebilirdi. Ancak Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri, mevcut imtiyazlı konumlarını kaybetmek istemedikleri için BM’nin rasyonel ve etkili karar almasını sağlayacak reform bir türlü gerçekleştirilemiyor. Reform adı altında yürütülen tartışmalar da Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üye sayısının artırılması meselesinin ötesine geçemiyor.
BM reformunun neden mümkün olamadığını uluslararası ilişkilerin temel kavramlarıyla açıklamaya çalıştığımızda, aslında reformun yakın gelecekte de pek mümkün olmadığını görürüz. Zira her ne kadar, BM’nin kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı gibi çok yıkıcı bir savaşın ardından dünyanın yeniden böyle bir felakete sürüklenmemesi arzusunun bir ürünü olsa da yani sorunların “güç ve çatışma” yerine “hukuk ve diplomasi” yoluyla çözülmesi niyetini ortaya koysa da bunun için kurulan örgütün yapısına baktığımızda, o dönemin “güç dengesini” yansıttığını görürüz. Savaşın galibi olan ülkeler, BM’nin karar mekanizmalarında kendilerine özel bir konum tahsis ettiler. Kurulduğu dönemin güçlü aktörleri tarafından kendi güçlerini yansıtacak ve çıkarlarını koruyacak şekilde dizayn edilen BM’nin reforme edilebilmesi için o dönemki güç dengesinin değişmiş olması gerekir. Yani BM’de daha etkin rol almak isteyen ülkelerin başta ekonomik ve askeri olmak üzere gücün bütün unsurları açısından Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerini geçmiş olmaları gerekir. Ancak reform talep eden ülkeler ile Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasındaki güç dengesinin Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990’dan beri nasıl değiştiğine baktığımızda tam tersi bir tablo ile karşılaşırız.
Reform talep eden ve günümüzde ekonomik kapasite olarak ilk 12 arasında yer alan 7 ülkenin (bu ülkeleri R7 olarak adlandırabiliriz) satın alma gücü paritesine (SAGP) göre GSYH toplamları 1990’da Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin toplamının yüzde 77,5’i düzeyindeyken 2022’de bu oran ciddi bir düşüşle yüzde 55,4’e gerilemiştir. Gücün bir diğer önemli göstergesi olan askeri harcamalar açısından bakıldığında, reform talep eden ülkeler açısından çok daha kötü bir tablo söz konusudur. 1990’da R7 ülkelerinin askeri harcamaları P5 ülkelerinin yüzde 28’ine ulaşırken 2022’de bu oran yüzde 18,6’ya düşmüştür. Yine R7 ülkelerinin BM bütçesine katkısı 1990’da P5 ülkelerinden fazlayken 2022’de onların yüzde 45,2’si seviyesine gerilemiştir.
Barışı koruma görevini yerine getirme konusunda son derece başarısız olan BM’nin reforma tabi tutulmasına dair talepler çok haklı isteklerdir. Özellikle uluslararası hukuka aykırı davranan ülkelere karşı yaptırım kararlarının daimi üyelerin ipoteğinden kurtarılması gerekmektedir. Fakat uluslararası ilişkilerin temel prensipleri, kurulmasında ve yapısının teşkil edilmesinde temel belirleyicinin güç olduğu bu örgütün yapısının değişmesinde de esas olarak gücün belirleyici olacağını söylemektedir. Bu nedenle Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri karşısında son 30 yılda ekonomik ve askeri kapasiteleri gerileyen ülkelerin reform talepleri, küresel siyasetin gerçekleri karşısında fazla karşılık bulamamaktadır. Bu durum, küresel sistemin güçlü aktörlerinin çıkarlarına hizmet eden ve büyük ölçüde bu yüzden barışı sağlama ve koruma görevini yerine getiremeyen bir BM ile karşı karşıya olmamız sorununu doğurmaktadır.