Dünyanın en büyük istatistik sitelerinden “Statista”nın rakamlarına göre 2021 itibariyle mesajlaşma uygulaması kullananların sayısı 2,87 milyar kişiye ulaşmış durumda. Bu sayının 2022’de 3 milyarı aşması bekleniyor. Böylesine büyük bir pazarda, dünyanın en büyüğü olmak için şirketlerin birbirleriyle rekabet halinde olması beklenir. Fakat yıllardır telefonlarımızın başköşesinde yerini alan ve yaklaşık 2 milyar kullanıcı sayısıyla, mobil uygulamalar arasında ilk ondan düşmeyen “Whatsapp” yakın dönemde, değiştirmeye çalıştığı veri kullanımı politikasıyla gündeme geldi.
Whatsapp, mobil cihazlarda erişimini istediği alanı genişletmek üzere yaptığı değişikliklerin kullanıcılar tarafından en geç 8 Şubat’a kadar onaylanmasını talep eden yeni bir “veri kullanım politikası”yla karşımıza çıktı. Söz konusu uygulamada istenilen erişimler, verilerin kullanımıyla ilgili bazı tartışmaları açarken, esas büyük tartışmanın odak noktasıysa, şirketin, bu sözleşmeden AB ülkelerini muaf tutması oldu. Kimilerine göre verilerin talep edilmesi başlı başına bir sorun teşkil ederken, kimilerine göre ise AB’ye üye ülkelerin sözleşme dışı bırakılması, uygulamanın ayrımcılık yaptığı yönündeki iddialarını beraberinde getirdi.
Yaşanan bu hadisenin ardından Türkiye, resmi kurumları aracılığıyla bu politikanın uygulanmasına izin vermedi. Önce Rekabet Kurumu 11 Ocak’ta aldığı kararla şirkete yönelik soruşturma başlattı. Ardından da Kişisel Verileri Koruma Kurumu (KVKK), konuyla ilgili resen inceleme başlattı. Konuya ilişkin tepkiler, yalnızca Türkiye’yle sınırlı kalmadı. Whatsapp’ın yaygın olarak kullanıldığı birçok ülkede benzer tepkiler verildi.
Fakat, Whatsapp en büyük tepkiyi kullanıcılarından aldı. ABD’nin dahi çocuğu olarak gösterilen ve son zamanlardaki yatırımlarıyla dünyanın en zengin ikinci insanı olan, Tesla ve SpaceX gibi büyük şirketlerin sahibi Elon Musk, Whatsapp’ın bu sözleşmesinin kabul edilemez olduğunu ve veri kullanımı için en az bilgi istenen Signal uygulamasına geçiş yaptığını Twitter hesabından duyurdu. Türkiye özelinde ise milyonlarca kullanıcı, mesajlaşma uygulamalarında alternatif arayışlara yöneldi. Rus merkezli Telegram ve Turkcell tarafından hazırlanan yerli mesajlaşma uygulaması BİP, bu süreçte en fazla talep görenler arasında yer aldı.
Dijital Göç
Henüz veriler taze olmasına rağmen görünen o ki, yaşanan bu hadisede Whatsapp milyonlarca kullanıcısını kaybetti. Belki de son on yılda yaşanan en büyük “dijital göç” vakası gerçekleşti, diyebiliriz. Yaşadığı önlenemez büyümenin duraksadığı ve elinin zayıfladığı malum. Bu noktada yaşanan bu hadisenin sebepleri olarak bazı teknik detayları sayabiliriz ama meşhur bir reklamda yer alan, “İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim” sözünün aslında güven kaybından sonra para kaybı da getireceği aşikar.
Peki bu güvensizliğin ardında yatan sebep nedir? Bir komedyenin söylediği gibi “CIA bu hesaplara bakıyomuş” paranoyasından ileri gitmeyen bir hadise mi? Hayır. Veri kullanımıyla ilgili dünyada güncel tartışmaların fitilini ateşleyen olayı hatırlayalım; “Cambridge Analytica skandalı”. Tüketicilerin ve dahası “seçmenlerin davranışını değiştirmek için çalışan” bu şirket, ABD’deki 50 milyondan fazla kişinin verilerini, bir sosyal medya sitesi aracılığıyla elde etmiş ve seçim sandıklarındaki tercihleri etkileyebilecek bir yazılımla, bir “propaganda makinesi” oluşturmuştu. Yapılan araştırmanın sonucunda, şirkete verileri sağlayan sosyal medya sitesinin Facebook olduğu anlaşılmış ve ABD Federal Ticaret Komisyonu tarafından şirkete 5 milyar dolarlık bir para cezası verilmişti. Yani ABD vatandaşlarının davranışları çok kaba bir tabirle, dijital nesne olarak kullanılmıştı.
Whatsapp’a dönersek, 2014’te döneminin en büyük satın alma işlemiyle Facebook’un bünyesine katılan şirket, reklam almadan çalışıyordu. Peki Facebook neden -hala daha- gelir yöntemi tartışılan bir mesajlaşma uygulamasına döneminin en büyük yatırımını yaptı? Bu sorunun cevabı aslında ayan beyan ortada duruyor. Çok klişeleşmiş olmasına rağmen geçerliliğini koruyan bir söz var: “If you don’t pay the product, you are the product” yani “eğer bir ürüne para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz”. Literatüre “commoification-metalaştırma” olarak geçen bu ifadede belirtildiği üzere, sosyal medya uygulamaları, kullanıcılarının verilerinden yararlanarak zengin oluyorlar. Verilerimiz bireysel olarak büyük bir anlam ifade etmese de bir araya getirilerek segmente edildiğinde, olduğundan çok daha fazla şey ifade ediyor. Bir toplumun davranışlarını görerek, ihtiyaçlarını belirleyebilir ve onlara istediklerini, istediğiniz şekilde vererek yönlendirmeler yapabilirsiniz. Tabii ki herkesin bu yönlendirmelerle tercihlerinin değişip değişmeyeceği ayrı bir konu ama etki altına almaya çalışmak için verilere ulaşmak ve daha da ötesi verileri anlamlı hale sokarak bir pazar ürünü haline getirmek, kar etmek için tüm etik ve ahlaki kuralların arkasından dolanmaya çalışan şirketlerin en çok isteyeceği şeylerden birisidir.
“Türkiye’nin Verisi Türkiye’de Kalmalı”
Dijital ekonominin ana sloganlarından biri olan “veri, yeni petroldür (Data is the new oil)” sözünü yabana atmamak gerekiyor. Dünyada birçok düzenleyici kurum var. Özellikle veri gizliliği ve veri ihlali konusunda yapılan çalışmalara bakıldığında -maalesef- AB’nin (AB çatısından faydalanan ülkelerin) diğer ülkelere göre, daha önde olduğunu söylemek mümkün. Türkiye ise son dönemlerde yaptığı çalışmalarla, bu alandaki açığı hızlıca kapatmak için gayret gösteriyor. Özellikle KVKK ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun bu noktadaki ortak yaklaşımları, veri güvenliğine sahip çıkmaları takdire şayan. Bu noktada, şirketlerin, “hesap verilebilirlik” ilkesine uygun olarak hareket etmesi gerekiyor.
Türkiye bu anlamda da düzenlediği sosyal medya yasasıyla, ülkede faaliyet gösteren tüm büyük sosyal medya sitelerinin, ülkemizde bir temsilci bulundurmalarını istedi. Başta ultra liberal yaklaşımlarla ve maalesef Türkiye’yi bu konuda haksız ithamlarla yargılayanların söylediğinin aksine, neredeyse temsilci atama zorunluluğu bulunduran şirketlerin çoğunluğu, (şu ana kadar Twitter ve Pinterest hariç) bu yasaya uygun şekilde Türkiye’de hesap verilebilirlik ilkesine uygun hareket edeceklerini ifade ettiler.
Tüm bunlara bakıldığında, dijital dünyada iki şeyi önemsememiz gerektiği öne çıkıyor: Birincisi, verilerimizin güvenliği sağlanmalı. Özellikle dijital iletişimden sorumlu yetkililerin vurguladığı “Türkiye’nin verisi Türkiye’de kalmalı” konusu çokça dile getirilmeli.
İkincisi, kimse, kanun dışında hareket etme özgürlüğüne sahip olmamalı. Kendini kanun dışı, üstü görerek bir dikte modeliyle, “ya bunu imzalarsın ya da uygulamayı kullanamazsın” diye bir şeyin kabul edilmesi mümkün değil. Evet, Facebook üst yöneticilerinden birisi konuyla ilgili açıklama yaptı fakat bu hem geç kalınmış hem de kullanıcıları tatmin etmeyen bir açıklama oldu. Şirket sözleşmeyle ilgili geri adım atmış gibi görünse de sadece sözleşmeyi ertelemekle yetindi. Fakat, kimilerine göre kısa süreli “kolektif dijital göç” bile, “ulaşılamaz” üst yönetimleri masaya oturtmaya yetti. Her ne kadar cezalar, yönetmelikler ve denetleyici kuruluşlar çalışmalarını sürdürse de, kullanıcı verileriyle insanları yönlendirmeye çalışan bu şirketlerin, kullanıcı davranışlarıyla hizaya getirilmesi gerekiyor. İnsanın bir ticari veri haline geldiği bu dijital çağda, dijitalde de ne kadar “insanlaşırsak” o kadar karşılığını alırız.