Kriter > Dosya > Dosya / 100. Yıl |

Türkiye’nin Balkanlar Politikasının 100 Yılı


Türkiye halen Balkanlarda karşılıklı ekonomik çıkarlar, güvenlik iş birliği ve sosyal kalkınma gibi konuları merkeze alarak Balkan devlet ve toplumlarının tamamıyla çok yönlü, uzun soluklu ve samimi ilişkiler kurma ilkesiyle hareket ediyor. Siyasi ilişkilerde istikrarın korunmasına öncelik verirken ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda mevcut ilişkileri daha da derinleştirmenin yollarını arıyor.

Türkiye nin Balkanlar Politikasının 100 Yılı

Balkanlar, Türkiye’ye bitişik bölgelerden biri olmanın yanı sıra yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın merkezi topraklarını teşkil etmesi bakımından Türkiye için manevi bir öneme de sahiptir. Peki Cumhuriyetin 100 yılı boyunca Türkiye, Balkanlara nasıl yaklaştı? Hangi öncelik ve amaçlarla hareket etti? Bölgeye dair izlenen politikalardaki değişim ve devamlılıkların sebepleri nelerdi? Aşağıda, Türkiye’nin Balkanlar politikasının 100 yıl boyunca geçirdiği evreleri dönemler halinde sunacak ve bugüne kadar ilerlediği çizgiyi takip edeceğiz.

 

Erken Cumhuriyet Dönemi (1923-1945): Ulusal Güvenlik Merkezli Yaklaşım

Cumhuriyet kurulduğunda Balkanlarda Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk ve Romanya olmak üzere beş bağımsız devlet bulunuyordu. Yıllar süren savaşların ardından bu devletlerin ve Türkiye’nin her alanda yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardı. Bulgaristan haricindeki bütün Balkan devletleri ve Türkiye, iç reformlara odaklanabilmek için bölgede statüko ve istikrarın korunmasından yanaydı. Ayrıca Boğazların ve Trakya’nın askerden arındırılmış olması yüzünden Türkiye, batıdan gelebilecek bir saldırıya karşı korunmasız durumdaydı; bu sebeple, Balkanlardaki komşularıyla ilişkilerin güçlendirilmesi ve tercihen uzun süreli bir anlaşma yoluyla kalıcı bir barış ortamının sağlanmasını arzu ediyordu.

Bu düşüncelerle Türkiye, Balkanlardaki eski toprakları üzerinde herhangi bir hak iddiasında bulunmadı. 1923-1925 arasında bütün Balkan ülkeleriyle diplomatik ilişkiler tesis ettiği gibi Arnavutluk, Bulgaristan ve Yugoslavya ile dostluk anlaşmaları imzaladı. Nüfus mübadelesinin uygulanması ve yeni Rum Ortodoks patriğinin seçimi gibi konularda yaşanan sorunların ardından Yunanistan’la ilişkiler de 1920’lerin sonlarından itibaren olumlu bir rotaya girdi. İki başbakanın karşılıklı ziyaretleri ve 1930-34 arasında bir dizi anlaşmanın imzalanmasıyla, Türkiye ve Yunanistan bölgede iki dost ülke haline geldi.

1930’lara gelindiğinde Avrupa’da güçlenen milliyetçi ve yayılmacı fikirler, Türkiye ve Balkan ülkelerini statükonun korunması için iş birliğine sevk etti. Türkiye’nin öncelikli amacı, dünyada değişen dengeler karşısında kendi güvenliğini garanti altına almaktı. Bölgeden doğrudan bir tehdit algılamasa bile Avrupa’da ortaya çıkan revizyonizm, Balkanlar üzerinden Türkiye’ye tehdit oluşturabilirdi. Türkiye, bilhassa İtalya’nın Anadolu toprakları üzerindeki emellerinden oldukça rahatsızdı. Bölge dışındaki büyük güçlerin Balkanlar üzerinde kurabileceği revizyonist etkiyi önlemek için Türkiye, hem ikili hem çok taraflı diplomasiye başvurdu. Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan ile sınırların dokunulmazlığını garanti eden ikili anlaşmalar imzalandı. İlk olarak Yunan devlet adamlarınca ortaya atılan “Balkan Birliği” fikrine de olumlu yaklaşan Türkiye, 1930’daki ilk Balkan konferansına katıldı ve 1931’de ikincisini düzenledi. Arnavutluk ve Bulgaristan’ın çekilmelerine rağmen, bu konferanslar dizisi 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı’nın imzalanmasıyla sonuçlandı. Saldırmazlık konusunda karşılıklı garantileri kurumsallaştıran bu pakt, bir Balkan devletinin saldırısı durumunda işleyecek bir ortak güvenlik mekanizması oluşturdu.

Balkan konferanslarında kapsamlı bir bölgesel iş birliği hedeflenmiş olsa da dönemin şartlarından dolayı Balkan Antantı’nda güvenlik ve savunma konularına ağırlık verildi. Ancak Avrupa’da artan savaş ihtimali karşısında, Antant’ın ne denli etkili olacağı belirsizdi. Türkiye bir yandan üye ülkelerin Antant’a bağlılığını temin etmeye çalışırken diğer yandan Bulgaristan’ı statükoya saygı göstermeye ve Antant ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye teşvik etti. Ne var ki Yugoslavya ve Romanya’nın Almanya nüfuzu altına girmesiyle Balkan Antantı zayıfladı. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ardından Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen Balkan ülkeleri statükonun korunmasına yönelik ortak bir tedbir geliştiremediler. Bu durumda Türkiye, kendi ulusal çıkarlarını ve güvenliğini merkeze alarak hareket etti. İkili diplomasi yoluyla Sovyetler Birliği, Almanya ve Bulgaristan’ın saldırmazlığını temin ederek Balkanlardan kendisine yönelecek bir saldırı ihtimalini olabildiğince önledi. Balkanların Almanya tarafından işgal edilmesine ses çıkarmazken, daha sonra Sovyet ordularının Bulgaristan ve Romanya’ya girmesine de bütün endişelerine rağmen tepki göstermedi.

Türkiye-Arnavutluk ticaret antlaşması, 1978
Türkiye-Arnavutluk ticaret antlaşması Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler ve Arnavutluk Ticaret Bakan Yardımcısı Muzaffer Ahmeti tarafından imzalandı. (AA Arşivi, 3 Haziran 1978)

 

Soğuk Savaş’ın İlk Yarısı (1945-1965): Batı Eksenli Politika

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Sovyetler Birliği, Türkiye için en büyük güvenlik tehdidi durumundaydı. 1925’te imzalanmış olan Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması’ndan çekildiğini açıklayan Moskova, uluslararası şartların değiştiği gerekçesiyle Montrö Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesini talep etti ve Doğu Anadolu toprakları üzerinde hak iddiasında bulundu. Bu sırada Yunanistan haricindeki bütün Balkan devletlerinde komünist yönetimler kurulmuş, Bulgaristan ve Yugoslavya arasındaki yakınlaşma da Ankara tarafından Balkanlarda Slav-Ortodokslar arasında kalıcı bir bloklaşmanın başlangıcı olarak değerlendirilmekteydi. Yunanistan’da sürmekte olan iç savaşı da Komünistlerin kazanması durumunda Türkiye, kuzeyden ve batıdan Sovyet uyduları tarafından kuşatılmış olacaktı. Bu şartlar altında Ankara, çareyi Batı blokuna yakınlaşmakta gördü. Başlangıçta İngiltere veya Fransa tarafından desteklenecek bir “Akdeniz Antantı” fikrine sıcak baksa da daha sonra ABD’nin Türkiye’ye artan ilgisini de dikkate alarak Batı blokunun doğrudan bir üyesi olmayı tercih etti. Böylece olası Sovyet tehdidine karşı desteğini hayati gördüğü ABD ile tam uyumlu bir dış politika izlemeye başladı.

1948’de Tito ile Stalin’in bozuşması ve Yugoslavya’nın Kominform’dan çıkarılması, Balkanlardaki dengeleri bir anda değiştirdi. Yugoslavya derhal Batı ile yakınlaşma arayışına girerken, Yugoslavya’nın desteğinden mahrum kalan Yunan Komünistleri iç savaşı kaybetti ve Yunanistan’ın Batı blokunda yer alması kesinleşti. Böylece Ankara’nın tehdit olarak gördüğü Slav-Komünist blok büyük yara almakla kalmadı, aynı zamanda Sovyet tehdidini bölgesel bir ittifakla dengeleme fırsatı da doğdu. ABD de Balkanlardaki müttefikleri Türkiye ve Yunanistan ile Doğu Blokundan kopan Yugoslavya’yı bir güvenlik paktı altında bir araya getirmek istiyordu. Sonuçta üç devlet arasında 1953-1954’te imzalanan iki anlaşmayla Balkan Paktı oluşturuldu. Buna göre, ülkelerden birinin saldırıya uğraması halinde, saldırı tüm taraflara yapılmış sayılacak ve diğerleri saldırıya uğrayan ülkeye yardım edecekti.

Türkiye’nin Balkan Paktı’ndan beklentisi, Doğu Blokundan gelecek tehditlere karşı NATO’nun desteğiyle caydırıcılık oluşturmaktı. Ancak çok geçmeden paktın yürümeyeceği anlaşıldı. Türkiye, Yugoslavya’nın Batı blokuna daha fazla angaje olmasını beklerken, Stalin sonrası Sovyetler Birliği ile ilişkilerini normalleştiren Yugoslavya, bağlantısız bir dış politika izlemeye başladı. Ayrıca 1950’lerde Kıbrıs sorununun ortaya çıkması, bu konuyu milli dava olarak gören Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi. Sonuç olarak Balkan Paktı fiilen işlerlik kazanmadı ve 1960’da resmen feshedildi.

 

Soğuk Savaş’ın İkinci Yarısı (1965-1989): Temkinli Yakınlaşma

Sovyetler ve Ortadoğu kaynaklı tehdit algılamaları yüzünden kendi güvenliğini bütünüyle Batı blokuna endeksleyen Türkiye, 1960’ların ortalarına kadar Balkanlara yönelik belirli bir politika takip etmedi. Bölgeyle yürüttüğü iş birliği, bölgesel bir girişimden çok NATO’nun bir uzantısı olan Balkan Paktı’yla sınırlı kaldı. Öyleki bu yıllarda Romanya Başbakanı Stoica’nın Balkan ülkelerine önerdiği iş birliği planını, arkasında Sovyetler’in olabileceği düşüncesiyle geri çevirdi.

Halbuki Türkiye Balkanlardaki komünist yönetimlerle arasına mesafe koyarken Yunanistan, bu devletlerle ikili ilişkilerini geliştirmeye, hatta Kıbrıs konusunda kendine destek bulmaya başlamıştı. Johnson mektubunun ABD’ye karşı doğurduğu hayal kırıklığıyla Türkiye, Batı dünyası dışındaki ülkelere ilişkin kendi politikasını takip etmenin gerekli olduğunu anladı. Böylece Sovyetler Birliği’nin yanı sıra Balkan ülkelerine yönelik daha aktif bir dış politika izlemeye başladı. 1960’ların ikinci yarısında Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ve Arnavutluk ile Soğuk Savaş döneminin ilk üst düzey ziyaretleri gerçekleşti.

Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle yakınlaşmasındaki ana önceliği Kıbrıs sorununda kendine destek bulmaktı. Bunun yanı sıra ulaştırma, hukuk, ticaret ve kültür gibi alanlarda ikili iş birliğinin temelleri bu dönemde atıldı. Ancak ilişkilerde kaydedilen bu olumlu gelişmelere rağmen Türkiye, Balkanlarda temkinli hareket etmeyi sürdürdü. Bölge ülkeleriyle siyasi ve ekonomik rejimlerin farklı olması ilişki potansiyelini sınırlandırmaktaydı. Ayrıca Türkiye’de yükselen sol anarşist terör, komünist rejimlere yönelik şüpheleri canlı tuttu. Sonuç olarak, Türkiye ve Balkan ülkeleri arasında devamlı “karşılıklı saygı”, “dostluk” ve “iyi komşuluk” mesajları verilmekle birlikte kayda değer bir yakınlık meydana gelmedi.

1980’lerde diğer Balkan ülkeleriyle ilişkiler sakin seyrederken Yunanistan’la Ege üzerindeki uyuşmazlıklar, Bulgaristan’la ise Türk azınlığın asimilasyonunu amaçlayan sözde “Öze Dönüş Süreci” yüzünden, yıllar boyu süren gerginlikler yaşandı. Bulgaristan ile sorunlar Kasım 1989’da Todor Jivkov’un devrilmesinin ardından hızla giderilse de Yunanistan ile krizler 1990’larda da devam etti.

 

Soğuk Savaş Sonrası (1989-2002): Proaktif Siyaset

Soğuk Savaş’ın sona ermesi Türkiye-Balkanlar ilişkilerinin 100 yıllık tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. O zamana dek Türkiye çeşitli risk algılamalarından dolayı Balkanlara ulusal güvenliğin korunması önceliğiyle yaklaşmış, bu çerçevede Balkan ülkeleriyle ortak bir iş birliği zemini bulmakta zorlanmıştı. Soğuk Savaş sonrasında ise Balkanlar üzerinden Türkiye’ye yönelik yayılmacılık veya revizyonizm tehdidi kalmadığı gibi yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması ve Yunanistan haricindeki bütün devletlerin liberal demokratik çizgide sancılı bir dönüşüm sürecine girmeleri, Türkiye’ye bölgede etkili bir siyasi ve ekonomik güç olma yolunda önemli fırsatlar sundu.

Bu dönemde Türkiye, bölgenin refah ve istikrarına katkıda bulunmak adına etkin bir politika izledi. Henüz 1990’ların ilk birkaç yılında Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Makedonya ile dostluk, iyi komşuluk ve iş birliği anlaşmaları imzalandı. Özellikle askeri eğitim konusunda Türkiye bu ülkelere önemli destek sağladı. Bosna-Hersek’te çatışmaların başlamasından itibaren Müslümanlara yönelik katliamların önlenmesi için uluslararası platformlarda yoğun çaba sarf eden Türkiye, Boşnaklar ve Hırvatlar arasında da arabuluculuk yaptı. Arnavutluk ve Kosova krizlerinin çözüme kavuşturulması için yürütülen uluslararası operasyonlarda ve Bosna Hersek ile Kosova’da barışın inşası ve korunmasına yönelik misyonlarda aktif görevler üstlendi. 1990’ların ikinci yarısından itibaren Balkanlarda güvenlik ve iş birliğini artırmak amacıyla kurulan bölgesel kurum ve mekanizmaların oluşumunda yer aldı. Eximbank kredileri ve hibeleri sağlayarak Balkan ülkelerinin kalkınmasını desteklerken, ikili anlaşmaların imzalanması ve ikili iş konseylerinin hayata geçirilmesi suretiyle Balkan ülkeleriyle ekonomik bağlarını güçlendirmeye çalıştı.

1990’larda Türkiye Balkanlarda açıkça proaktif bir politikaya geçiş yapsa da bazı iç ve dış faktörler, Türkiye’nin bölgenin tamamıyla istikrarlı bir ilişki kurmasını engelledi. Öncelikle Türkiye’yi bu dönemde meşgul eden siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik krizler ve terör sorunu Balkanlara odaklanmayı zorlaştırdı. Bosna ve Kosova’da yaşanan savaşlar ve Milošević rejimine uygulanan uluslararası ambargolar sebebiyle bölgenin en önemli aktörlerinden Sırbistan’la ilişkiler yıllar boyu adeta donmuş durumda kaldı. Ege’deki uyuşmazlıklar, Türkiye ile Yunanistan’ı 1996’da savaşın eşiğine getirirken iki ülke arasında 1990’lar boyunca Balkanlar üzerinde de bir nüfuz rekabeti yaşandı.

Toplu Açılış ve Belgrad-Saraybosna Otoyolunun temel atma töreni
Cumhurbaşkan Erdoğan, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic (sol 2), Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Zeljko Komsic, konseyin Boşnak üyesi Şefik Dzaferovic (sağ 3) ve Sırp üye Milorad Dodik'in (sağ 2) katılımıyla düzenlenen, Toplu Açılış ve Belgrad-Saraybosna Otoyolunun temel atma törenine katıldı. (Murat Kula/AA, 8 Ekim 2019)

 

AK Parti Hükümetleri Dönemi (2002-2023): İlişkilerde Altın Çağ

2002’de başlayan AK Parti hükümetleri dönemi, Balkanların tamamına yönelik yoğun ve devamlılık arz eden politikaların başlangıcı olarak görülebilir. Ancak bu politikaların arka planında 1999’dan itibaren bölgesel ve uluslararası siyasette yaşanan bir dizi gelişmenin de önemli bir payı vardır. Kosova’da uluslararası müdahaleyle barışın tesis edilmesi ve ertesi yıl Sırbistan’da Miloseviç rejiminin devrilmesiyle Balkanlarda normalleşme ve istikrar ortamı meydana geldi. AB’nin Balkanlara yönelik genişleme perspektifini ilan etmesiyle, bölge ülkeleri reform ve iş birliğine yoğunlaştı. Güçlenen barış ikliminin ve yapısal reformların sonucunda Balkanlar yabancı yatırımcılar için daha elverişli bir bölge haline geldi. 1999’da ayrıca Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin yumuşaması ve AB’nin Türkiye’yi aday ülke ilan etmesiyle Türkiye, Yunanistan ve Balkanlar için ortak bir gelecek vizyonu ortaya çıktı. Böylelikle iki komşu ülke aralarındaki pozitif gündeme odaklanırken Balkanlar üzerinde de yeni bir nüfuz rekabetine girişmediler.

Bütün bu gelişmelerin meydana getirdiği elverişli ortamdan istifade edebilmek Türkiye’nin siyasi ve ekonomik şartlarının iyileşmesine bağlıydı. Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerde 1991’den beri ilk kez bir parti tek başına iktidara geldi. Tek parti hükümetinin getirdiği siyasi istikrar, hükümete yurt içinde ve dışında uzun vadeli politikalar geliştirme fırsatı sağlarken, AB üyelik hedefi ve 2001 ekonomik krizinden sonra uygulanan mali ve ekonomik politikaların da etkisiyle hızlı bir ekonomik büyümeye de zemin hazırladı. Böylelikle artan siyasi ve ekonomik kapasitesiyle Türkiye, Balkanlarda yeni kurum ve araçları da kullanarak çok yönlü bir biçimde varlık göstermeye başladı. Kamu ve kültür diplomasisi alanlarında Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türkiye Diyanet Vakfı ve Türkiye Maarif Vakfı gibi kurumlar, Balkanlarda birçok sosyal, kültürel, dini ve eğitsel faaliyet gerçekleştirdi. Bölgenin haber ihtiyacını karşılamak üzere Anadolu Ajansı ve TRT, Balkan dillerinde hizmet vermeye başladı. Bu sırada iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmesi ve resmi kurumların artan desteği sonucunda, Türkiye’den belediyeler ve STK’lar Balkanlara daha fazla yönelerek Türkiye’nin bölgedeki görünürlüğünün artmasına katkıda bulundu. Büyük bir ilgiyle izlenen Türk dizileri de bölge halklarının Türkiye’ye bakışını olumlu etkiledi.

1990’larda Türkiye’nin bölgeyle yürüttüğü ticaret ile bölgedeki yatırımları, nispeten daha büyük pazarlara sahip olan ve Türkiye ile samimi ilişkileri bulunan Romanya ve Bulgaristan üzerinde yoğunlaşmıştı. 2000’lerde Türkiye ve Balkan ekonomilerinin büyümesi ve bölge ülkelerinin tamamıyla serbest ticaret anlaşmalarının imzalanması sonucunda karşılıklı ticaret büyük bir artış gösterdi. Türk girişimciler giderek bölgeye daha fazla ilgi gösterirken istihdam ve altyapı sorunlarına çözüm arayan Balkan ülkeleri de Türkiye’den girişimcileri yatırım yapmaya davet etti. Sonuç olarak Türk şirketlerinin halen Balkanlarda bankacılık, enerji, madencilik, iletişim, ulaşım ve inşaat gibi çeşitli sektörlerde yatırımları bulunuyor. Yatırımlarının çoğunluğu Romanya ve Bulgaristan’da yoğunlaşmış olsa da Türkiye Kosova ve Arnavutluk’ta en fazla yabancı yatırımı bulunan ilk dört ülke arasında yer alıyor.

Türkiye’nin altyapı sorunlarını gidermek, ekonomik büyümeyi teşvik etmek ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmek amacıyla bölgeye sağladığı kalkınma yardımlarının miktarı 2000’lerin ortalarından itibaren önemli ölçüde arttı. Türkiye her yıl Balkan ülkelerindeki kamu kurumlarına, belediyelere ve STK’lara malzeme, araç, mali destek ve tecrübe aktarımı gibi yardımlarda bulunurken, sel ve deprem gibi afetlerde ve küresel Covid-19 salgını sırasında da Balkan halklarının gıda, aşı, temizlik malzemesi, çadır, termometre gibi ihtiyaçlarını temin etti.

Bölgesel iş birliği mekanizmalarına katılımını sürdüren Türkiye, 2009’dan itibaren Balkanlardaki siyasi sorunların çözülmesi ve iş birliğinin ilerletilmesi amacıyla çok taraflı diyalog mekanizmalarını da hayata geçirdi. Bunlar arasında en uzun soluklu olan ve en somut sonuçlar üreten girişim, Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan arasındaki üçlü diyalog mekanizması oldu. Girişimin 8 Ekim 2019’da düzenlenen devlet başkanları zirvesinde Türkiye’nin desteğiyle inşa edilen Belgrad-Saraybosna otoyolunun temeli atıldı. Bölge ülkelerinin tamamıyla her yıl gerçekleştirilen üst düzey temaslarda çok sayıda ikili anlaşma ve mutabakat belgesi imzalanarak güvenlik, ekonomi, kültür, turizm ve eğitim gibi alanlarda iş birliği ilerletildi. Bölge ülkeleriyle vizelerin kaldırılması ise toplumlar arasındaki etkileşimi artırdı.

2010’lara kadar Türkiye ve Balkan ülkeleri benzer siyasi tercihleri paylaşıyordu. AB ile bütünleşme herkes için ortak bir hedefti. Sırbistan ve Bosna-Hersek dışında kalan bütün Balkan ülkeleri de NATO ittifakının bir parçası olmayı amaçlıyordu. Bu dönemde hem Türkiye hem de Balkan ülkeleri reformlar, demokratikleşme ve ekonomik liberalleşme gibi politikalara odaklandı. Sonraki yıllarda ise Balkan ülkelerinin Avrupa-Atlantik entegrasyon süreçleri devam etmekle beraber Türkiye ile Batı dünyası arasında önemli siyasi farklılıklar ortaya çıktı. Bu dönemde, Türkiye’nin AB üyelik beklentisi gitgide kaybolurken, AB genişleme perspektifini “Batı Balkanlar” üzerinden kurarak Türkiye’yi dışarıda bıraktı. Türkiye bu dönemde başta ABD ve Yunanistan olmak üzere NATO’daki müttefikleriyle de çeşitli anlaşmazlıklar yaşadı. Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin Balkanlar politikasında bir kırılma meydana gelmedi. AB ve NATO gibi kurumların bölgenin istikrarındaki rolünü takdir eden Türkiye, Balkan ülkelerinin Avrupa-Atlantik bütünleşme vizyonunu desteklemeyi sürdürdü. Kısacası, kendine özgü sorun alanları barındıran Yunanistan ile ilişkiler bir kenara bırakılırsa Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ilişkileri Batı dünyasıyla yaşadığı sorunlardan etkilenmeksizin devam etti.

 

İlişkilerin Bugünü ve Geleceği

Türkiye halen Balkanlarda karşılıklı ekonomik çıkarlar, güvenlik iş birliği ve sosyal kalkınma gibi konuları merkeze alarak Balkan devlet ve toplumlarının tamamıyla çok yönlü, uzun soluklu ve samimi ilişkiler kurma ilkesiyle hareket ediyor. Siyasi ilişkilerde istikrarın korunmasına öncelik verirken ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda mevcut ilişkileri daha da derinleştirmenin yollarını arıyor. Siyasi sorunlarda taraf olmak yerine anlaşmazlıkların çözümünde karşılıklı anlayışın önemini vurgulayarak, tarafları diyaloğa davet ediyor. Küresel siyasetin getirdiği belirsizliklerin yanı sıra birçok siyasi, ekonomik ve sosyal sorunla mücadele eden Balkan ülkeleri de karşılıklı kazanımların elde edilmesi adına Türkiye ile iş birliğine önem veriyor. Sonuçta bölgeye yönelik dengeli ve ölçülü yaklaşımı, bölgesel güvenlik ve kalkınmaya verdiği destek ve herkes için güvenilir bir ortak olma imajını koruması sayesinde Türkiye’nin Balkanlarla ilişkileri istikrarlı bir biçimde ilerliyor.

Bölgeyle ilişkilerin hangi boyutta olduğuna dair güncel bir örnek vermek gerekirse, Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 Haziran’daki yemin töreninde cumhurbaşkanlığı düzeyinde temsil edilen beş Avrupa ülkesinin tamamı Balkan ülkelerinden (Bulgaristan, Bosna Hersek, Kosova, Karadağ ve Kuzey Makedonya) oluşmaktaydı. Bu örnek yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir lider olarak duyulan saygıyı değil, aynı zamanda Türkiye’nin Balkanlarda ne kadar önemli görüldüğüne de işaret ediyor. Türkiye’nin Balkanlar siyasetinin gösterdiği çizgiye bakarak bölgedeki etkin ve çok yönlü varlığını daha da ilerletmek isteyeceğini tahmin etmek zor değil. Türkiye güvenilir ve güçlü bir aktör olarak görüldüğü müddetçe Balkan devletleri de Türkiye’yle iş birliği arayışını devam ettirecektir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası