Kriter > Dosya |

Türkiye Savunma Sanayiinde Kritik Eşikte


Dünya savaş tarihi, askeri teknoloji üstünlüğünü elinde bulunduran güçlerin başarı hikayeleri ile doludur. Büyük güç olmaya çalışan her aktörün mutlaka kendi savunma ihtiyaçlarını özgün bir şekilde karşılaması gerekmektedir.

Türkiye Savunma Sanayiinde Kritik Eşikte

Dünya savaş tarihi, askeri teknoloji üstünlüğünü elinde bulunduran güçlerin başarı hikayeleri ile doludur. Büyük güç olmaya çalışan her aktörün mutlaka kendi savunma ihtiyaçlarını özgün bir şekilde karşılaması gerekmektedir. Etkin ve güçlü bir aktör olmanın bilinen tek yolu budur. Savaş ve barış dönemlerinin yöntem ve araçları ne olursa olsun gücünüzün diğer devletler tarafından dikkate alınması ancak dışa bağımlı olmayan bir savunma sanayiine sahip olmakla mümkündür.

Küresel güçlerin üstünlükleri askeri teknolojiyi güdümlerinde tutmaları ve bu kapasitelerini sürekli olarak yenilemeyi başarmalarında saklıdır. Türkiye son dönemde savunma sanayiinde oldukça mühim bir gelişim içerisinde. 2000’li yılların başında dahi savunma sanayiinde bağımlılık oranımız yüzde 80’ler civarındaydı. Bir türlü bize ait olan bu ülkenin yerli kaynaklarıyla hayata geçirilen silah ve sistemler ortaya konamadı. Aslında modernleşme tecrübemiz bile askeri teknolojinin gerisinde kalmanın hezeyanlarıyla dolu ve bu durum devletin temel dinamiklerinin sarsılmasına neden oldu. Tüm Türkiye tarihini askeri teknolojiye erişim açısından okumak bile mümkündür.

Güvenlik güçlerinin ihtiyaçlarının karşılanması ve bunun milli imkanlarla yapılması şüphesiz büyük önem arz ediyor. Bu açıdan 13. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı (IDEF 2017) savunma sanayimizin geldiği noktayı görebilmek adına önemliydi. Türk firmalarının silah ve sistemlerinin sergilendiği ve gelecek adına umut aşılayan gelişmelere tanıklık edildi. Milli Korvet MilGem, Milli Taarruz Helikopteri T129 ATAK, Milli Ana Muharebe Tankı ALTAY, Milli Piyade Tüfeği MPT-76, Milli Muharip Uçak TF-X, Özgün Helikopter T625, Silahlı Hürkuş, Füzeler (Cirit, Kaplan, Mızrak, Hisar, Som, Bora), Milli İnsansız Hava Araçları Bayraktar TB2, Anka ve Karayel, Göktürk-1 Uydusu ve Zırhlı Muharebe Araçları savunma sanayiimizin ortaya koyduğu çaba ve ürünlerin öne çıkanları arasındadır. Envantere giren ve TSK ve Emniyet tarafından kullanılmaya başlayan silah ve sistemler kadar henüz proje ve üretim aşamasında olanlar da oldukça fazla. Tedarik yöntemi olarak yurt dışından hazır alım dönemleri büyük oranda geride kaldı. Ortak üretim ve kısmi tasarımdan artık özgün tasarımların ortaya konduğu projelere geçiş yapılıyor. Ülkemiz için savunma sanayiimiz artık güçlü bir değer ve bu değerin boyutlarına bakmak gelecek planlamamızı yaparken çarpan etkisi oluşturacaktır.

Stratejik Değer

Savunma sanayii aslında bir ülkenin grand stratejisi, ulusal güvenlik stratejisi, savunma stratejisi ve askeri doktrinler hiyerarşisinin mütemmim cüzü konumundadır. Bu stratejilerimizin başarılı olma şansı büyük oranda askeri kapasitemizin milli silah ve sistemlerden müteşekkil olmasından geçmektedir. Yani bir devlet için varoluşsal bir mesele desek abartmış olmayız. Dolayısıyla strateji silsilesi doğrultusunda belirlenen hedeflere uygun askeri teknoloji gelişiminden bahsetmek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında ülkenin stratejik tercihleri savunma sanayiinin seyrini belirlemesi ve hangi alanda ne gibi ihtiyaçları karşılaması gerektiği gibi hususları ön plana çıkarır.

Ortadoğu’da Arap Baharı süreciyle birlikte ortaya çıkan güvenlik tehditleri devlet ve devlet dışı aktörlerin muhtemel tehdit boyutlarını ortaya koyarken, kendi imkanlarına dayalı askeri teknolojiyle hareket etmenin önemi bir kez daha anlaşıldı. Böylesi belirsizlik dönemlerinde askeri ve siyasi ittifakların sarsılması beraberinde korumacı yaklaşımları getirir ve savunma sanayiinin stratejik değeri bu kriz dönemlerinde daha da ön plana çıkar. Aslında Türkiye savunma sanayiinin bu stratejik değerini defaatle tecrübe etti. Kıbrıs Barış Harekatı öncesi ve sonrası yaşanılan sıkıntılardan terörle mücadelede karşılaşılan zorluklara, Batılı ülkelerden doğrudan ve dolaylı maruz kalınan ambargolardan savunma sanayiinin gelişimini engellemeye çalışan dahili ve harici unsurlara kadar birçok olumsuz birikime tanık olundu. Ancak bu tabloya rağmen son on beş yıllık zaman diliminde uluslararası alanda da ilgi uyandırmaya ve kendinden söz ettirmeye başlayan Türk savunma sanayii yetkinliğini kanıtlamaktadır. Savunma alanında dünyadaki ilk yüz büyük savunma sanayii şirketi arasında Türkiye’den iki şirket bulunmaktadır. Defence News 2016 yılı değerlendirmesine göre ASELSAN 62. sıradan 58. sıraya, TUSAŞ ise 78. sıradan 72. sıraya yükseldi. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyeleri içerisinde bu listede bulunan başka bir devlet olmadığını söylemek gerekmektedir.

Bununla birlikte geçmiş döneme nazaran çok daha iyi bir konuma gelmesine rağmen savunma sanayiinin stratejik hedefleri daha kısa sürede gerçekleştirmesi ve Türkiye’nin bölgesinde milli ve yerli anlamda askeri olarak yeterli duruma gelebilmesi ancak birden fazla metodun kullanılmasıyla olasıdır. Savunma sanayiinin önümüzdeki döneme ilişkin çok önemli projeleri var. Milli muharebe uçağı TF-X bunlardan biri. Türkiye’nin bu alandaki nitelikli personel kapasitesi ve teknik alt yapı eksiklerini kısa vadede bertaraf etmek adına alternatif çözümler mevcut.

TUSAŞ Genel Müdürü Temel Kotil’e göre, “T-F, beşinci nesil bir savaş uçağı olacak. T-F’yi geliştirdiğimizde bu alanda dünyanın dördüncü ülkesi olacağız. TUSAŞ bu projenin ilk aşamasında BAE Systems ile çalışacak. T-F ilk uçuşunu 2023 yılında yapması ve 2029 yılında envantere girmesi hedefleniyor. BAE Systems yüzü aşkın çalışanı ile bize destek verecek. Ayrıca dünya genelinde çeşitli savaş uçak projelerinde çalışan, yaklaşık iki yüz kişilik bir grup var. Bu grup proje bazlı çalışıyor ve bir proje bittiğinde bir diğerine geçiyor. F-35 projesi tamamlandı. Şimdi bu ekibin önemli bir kısmını T-F projesine çekmeye çalışıyoruz. Tabii kendi mevcut kadrolarımız da var. TUSAŞ’ın süpersonik uçak geliştirme tecrübesi yok ama bahsettiğim desteklerle eksiklerimizi gidereceğiz. Projede çok büyük bir ekip görev yapacak. Şu anda yerleşkemizde çok büyük bir mühendislik binası inşa ediyoruz. Bu, dünyanın en iyi mühendislik binası olacak. Bir anlamda bir ‘teknoloji üssü’ olacak.”

Siyasal Değer

Yukarıda aktarılmaya çalışılan savunma sanayii ile ulusal güvenlik stratejileri ilişkisi bağlamında siyasi iradenin tutumu temel belirleyicidir. Siyasi iradenin stratejik bakış açısı ve ulusal güvenlik stratejisinde belirlediği hedef, yöntem ve araçlara uygun olarak savunma sanayii yapılandırılmalıdır. Askeri ve savunma alanlarında dönüşüm gerçekleştirebilmek için savunma sanayii desteği elzemdir. Savunma sanayiinin performans ve yapısının buna uygun olarak tasarlanması ve yenilenmesi gerekir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerli ve milli savunma sanayiinin geliştirilmesi için ortaya koyduğu irade sektörün bugünlere gelmesini sağladı. Güvenlik ve istikrarın korunmasının yerli çözümler ve milli bir güç ile sağlanabileceği yaklaşımını benimsedi. Buradan hareketle savunma sanayiinin dönüşümü yolunda her türlü destek ve teşvik ile dışa bağımlılığın en alt seviyeye indirilmesi yoluna gidildi. Savunma ihtiyaçlarının yerli kaynaklardan karşılanma oranı 2002’de yüzde 24 iken, 2007 yılında yüzde 41,6’dan 2011 yılında yüzde 54’e ve halihazırda ise yüzde 68’lere yaklaşmış durumdadır. Elbette gelişmiş ülkelerde görülen yüzde 80 yerlilik oranları ise savunma sanayiinin en kısa sürede yakalamayı arzu ettiği ve bu amaçla yoğun bir çaba ortaya koyduğu bir hedef.

Askeri teknoloji ve kapasitenin ileri düzeyde olması ülkenin karar alıcılarının tutumlarını belirlemede etkilidir. Son dönemde PKK-PYD ve DEAŞ gibi terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye, bölgenin güvenlik eksenli yapısında bölgesel ve küresel aktörlerle olan güç mücadelesinde savunma sanayiinin milli olmasının gerekliliğini bir kez daha müşahede etti. ABD’nin YPG’ye yönelik stratejik silah yardımları, Batılı ülkeler ile dış politikada yaşanan gerilimler sonrasında doğrudan ve dolaylı silah ambargosu uygulamaları ve hayati derecede önemi haiz projelere ket vurma çabaları sıklıkla yaşanmakta. Avrupa ülkeleri ürünleri teslim etmiyor veya geciktirmek için elinden geleni yapıyor. Bununla birlikte Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarını ve terörle mücadele stratejisini kolaylaştırmak adına geliştirilen sistemlerin envantere girmesi askeri güç kapasitesi inşa etmek adına zaruridir. İnsansız Hava Araçlarının terörle mücadele konusunda nasıl bir dönüşüm sağladığına bakmak bu açıdan yeterlidir.

Savunma Sanayii Müsteşarlığından Müjdat Uludağ konuyla ilgili şu açıklamalarda bulunmuştur: “Şüphesiz ülkeler arası ilişkilerde yaşanan gerilimler savunma sanayii iş birliklerine olumsuz yönde yansımaktadır. Özellikle savunma sanayii güçlü ülkeler, mevcut konumlarını korumak amacıyla yeni aktörlerin ortaya çıkmasını engellemeye dönük bir savunma sanayii politikası izlemektedir. Türkiye’nin öncelikli hedefi tam bağımsız savunma sanayii oluşturmaktadır. Bununla birlikte Türkiye dost ve müttefik ülkeler ile her türlü savunma sanayii iş birliğine açıktır. Zira bugün dünya ülkelerinin asıl tehdidi küresel terör başta olmak üzere ortak sorunlardır. Tehdidin bu kadar müşterek olması üretilen çözümlerin de müşterek olmasını gerektirir. Savunma Sanayii Müsteşarlığı bu anlayış doğrultusunda dünyanın tüm bölgelerinde pek çok farklı ülke ile hem ikili hem de çok taraflı iş birliği çalışmalarını sürdürmektedir. Eski Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri, teknoloji altyapısı gelişmiş Asya Pasifik ülkeleri, Latin Amerika ülkeleri ve Ortadoğu’daki müttefiklerimiz ile savunma sanayii iş birliğine yönelik projelerimiz devam etmektedir. Türkiye kazan-kazan yaklaşımı çerçevesinde savunma sanayii iş birliği stratejilerini önümüzdeki dönemde de sürdürecektir. Bu anlamda NATO müttefiklerimizden de ülkemizin her türlü terörist faaliyete karşı kararlı tutumunda daha etkin destek beklemekteyiz.”

Ancak bunun sadece siyasi iradenin sahiplendiği ve bürokrasi içerisinde hapsolmuş bir hedef olmaktan çıkması önemlidir. Üniversite ve araştırma merkezlerinin sürece dahil olup savunma sanayii ile el ele vermesi sağlanmalıdır. Bu aynı zamanda savunma sanayiinin gelişimini kolaylaştırmayı ve değerinin toplumsal olarak kavranmasını sağlar. Savunma sanayii, üniversiteler ve araştırma merkezlerinin iş birliği konusunda ülkemizin diğer devletlerle mukayese edildiğinde bu alanda açıkları olduğu muhakkak. Ancak Temel Kotil’e göre bu alanda ümit verici gelişmeler de mevcuttur:

“Son yıllarda üniversitelerde teknoloji geliştirme, inovasyon, fikri sınai mülkiyet hakları ve girişimcilik konularına olan ilgi ülkemizdeki destek programlarının çeşitlenmesine paralel olarak arttı. Bu gelişmelerin paralelinde ülkemizde ve şirketimizde üniversite sanayi iş birliğinin hızla gelişmekte olduğu değerlendirilmektedir. Proaktif bir yaklaşım benimsenerek üniversite ile bağların güçlendirilmesi için çeşitli politikalar belirlenerek ilgili mekanizmalar oluşturulmaktadır. Bu doğrultuda hayata geçirilen uygulamalar ile üniversiteler ile stratejik iş birliklerinin geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu kapsamda TUSAŞ’ın yirmi beş üniversite ile AR-GE iş birliği, iki üniversite ile KOOP (uzun dönem stajı), üç üniversite ile tümleşik eğitim programı ve on altı üniversite ile Savunma Sanayii için Araştırmacı Yetiştirme Programı (SAYP) protokolü bulunmaktadır. Bu protokoller kapsamında üniversitelerimizin mühendislik fakülteleri öğretim üyeleri ve araştırma merkezleri ile teknoloji yol haritamızdaki konular bazında paylaşımlar gerçekleştirilmekte ve projeler yürütülmektedir. Bunun yanı sıra diğer üniversiteler ile de araştırma ve eğitim iş birliği protokolü hazırlık çalışmaları sürdürülmektedir. Türkiye’nin durumuna küresel ölçekte bakıldığında üniversite sanayi iş birliğinde geliştirmeye açık alanların olduğu görülmektedir. Bu kapsamda üniversitelerin beklentilerini iyi anlamayı önemsiyoruz. Güvene dayalı, uzun soluklu, ortak hedefler doğrultusunda ve kazan-kazan prensibi ile iş birliklerimizi daha da güçlendirmeyi hedefliyoruz.”

Dolayısıyla bu tür iş birliklerinin ileriki dönemlerde daha pozitif yansımaları olacaktır. Burada konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek vermek yerinde olacaktır. Sadece Teknopark İstanbul’da 170 AR-GE firması, 2 bin 750 AR-GE personeli ile bugüne kadar 600 tane milli proje başlattı ve her geçen gün firma, personel ve proje sayısı artmaktadır.

Ekonomik Değer

Savunma sanayiinin stratejik ve siyasal getirilerinin yanı sıra çok ciddi ekonomik kazanımlar sağladığı konusunda şüphe yoktur. Özellikle ihracat noktasında savunma firmalarının teşvik edilmesi ve uluslararası pazarlarda rekabet edecek ürünlerin geliştirilmesiyle birlikte ülke ekonomisine olumlu yansımaları olmuştur. 2004 yılında 196 milyon dolar olan savunma ve havacılık ihracatı 2016 yılında 1 milyar 673 milyon dolara ulaştı. Yani ona katladı. Yine 2006 yılında 1 milyar 855 milyon dolar olan toplam savunma ve havacılık cirosu da üçe katlanarak 6 milyar dolara yaklaştı. Rakamlardan da görüleceği üzere çok değil sadece on üç yıl öncesine kadar sektörün kapasitesi ve kazanımlarının ne kadar düşük seviyelerde olduğu görülmektedir. Bugün gelinen aşama da elbette bu alanda faaliyette olan küresel güçlerin uzağında kalıyor.

Savunma Sanayii Müsteşarlığından Müjdat Uludağ bu gelişmeyi şöyle değerlendirmektedir:

“Savunma ve havacılık sanayii ihracatımız son on beş yılda 2002 yılı değerinin yaklaşık yedi katına ulaşmıştır. Söz konusu artış sanayiimizin yetkinliklerinde önemli seviyede gelişme olduğunu göstermekle birlikte hala önümüzdeki dönem için büyük bir artış potansiyeli mevcuttur. Geçmişte platform olarak özellikle kara araçlarında önemli ihracatlar gerçekleştirdik. Uluslararası pazarlarda özellikle gemi ve helikopter platformları ile İHA sistemlerine yönelik iş geliştirme faaliyetlerimiz doğrultusunda büyük ölçekli ihracat rakamlarına ulaşmayı hedeflemekteyiz. Bu hedefe ulaşmak için stratejik değeri yüksek savunma ve havacılık sanayii ürünlerine rakip ülkelerin sundukları türden uzun vadeli bir kredi imkanı sunma konusundaki çalışmalarımız ilgili kamu kurumlarıyla eşgüdüm halinde devam etmektedir. Bunun yanında ürettiğimiz platform ve sistemlerin çoğunun TSK ve diğer güvenlik güçlerimizin envanterine alınmış ve başarıyla kullanılıyor olması firmalarımıza avantaj sağlayacaktır. Tüm bu gelişmelerle beraber firmalarımızın da uluslararası pazarlara daha güçlü şekilde odaklanması ve tüm bu çalışmaları bütüncül bir bakış açısıyla stratejik önceliklendirme esaslı yürütmesi de daha yüksek rakamlara ulaşmamız için kritik önemdedir.”

Dolayısıyla her geçen yıl sabırlı adımların atılması ve uluslararası piyasalarda tutunması ile hızlı bir ivme yakalanacağı söylenebilir. 2023 yılı için 25 milyar dolarlık ihracat hedefi belirlenmiş durumdadır. Bu hedefin bu kadar kısa sürede yakalanması belki zor olarak addedilebilir fakat yazılım ve elektronik donanım üretimi özgünleşen ürünlerin sağlayacağı katma değer ile rahatlıkla yakalanabilir. SSM 2016 faaliyet raporundaki veriler ışığında 2016 sonu itibarıyla Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından sözleşmesi imzalanan proje sayısı 269 ve bu projelerin bedeli toplamı 123 milyar TL oldu. Proje dağılımına bakıldığında ise yüzde 47,58’i yurt içi geliştirme, yüzde 8,18’i yurt içi hazır alım, yüzde 20,07’si AR-GE, yüzde 8,50’si ortak üretim projesi ve yüzde 10,78’i yurt dışı hazır alım şeklinde gerçekleştiği görülmektedir. Dolayısıyla yerlilik oranı yüksek projelerin sahiplenilmesi ve envantere girmesi şüphesiz arzu edilen ekonomik değeri beraberinde getirecektir.

Türkiye dünyanın altıncı büyük silah ithalatçısı ve satış rakamları çerçevesinde ise silah ihracatçısı olarak dünyada 15. sırada bulunmaktadır. SIPRI verilerine göre 2016 yılında Türkiye yaklaşık 15 milyar dolarlık savunma harcamasında bulundu. Silah tedarik eden bir ülke konumundan silah üretici durumuna gelmek elbette ihracatımıza da katkı sağladı. Savunma sanayiinin ürünlerini ihraç ettiği ülkelerin başında ABD, Almanya, Malezya, Körfez ülkeleri ve Azerbaycan gibi ülkeler gelmektedir. İhracatın yüzde 34,3’ü NAFTA, yüzde 23,7 AB, yüzde 18,5 Ortadoğu, yüzde 8,6 Uzak Doğu ve yüzde 7,5 BDT ülkelerine yapıldı.

Savunma sanayiimizin uluslararası alanda rekabet eder duruma gelmesi için daha alınacak çok yol var. Ancak gösterilen azim ile bu yolun adım adım örüldüğünü rahatlıkla ifade edebiliriz. Türkiye askeri teknolojisinde bağımsızlığını gerçekleştirebildiği ölçüde bölgede gücünü ortaya koyabilecektir. Bu açıdan özel sektörün de daha fazla katkı yapması ve inisiyatif üstlenmesi gerekmektedir.

Türkiye çok zorlu bir coğrafyada birçok güvenlik tehdidiyle eş zamanlı mücadele vermektedir. Bu mücadelenin zaafa uğramaması askeri kapasitenin arttırılması ve güçlendirilmesiyle ilintilidir. Bu minvalde savunma sanayiinin dünyada uygulamaya konulan “ağ merkezli harp” modelini merkeze alarak çalışmalarına yön vermesi lazım. Bununla birlikte yerli ve milli savunma sanayiinin önününde bazı riskler de bulunmaktadır. Bazı kritik projelerin önünü kesmek için FETÖ’nün faaliyetleri ilgili yetkililerin malumudur. Yine Batılı ülkeler tarafından uygulanan ambargolar projelerin yavaşlaması riskini beraberinde getiriyor. Elbette en önemli risk savunma sanayii için gösterilen bu azim ve kararlılığın bürokratik engellere mahkum edilip heba olmasıdır. Türkiye bütün bu zorluklara rağmen yerli ve milli savunma sanayiini geliştirmeye devam etmelidir. Şimdiye kadar kat ettiği mesafeyi daha hızlı artırmanın yollarını aramalıdır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası