Kriter > Dosya > Dosya / Toplum |

Yeni Yüzyılda Türkiye’nin Nüfusu Alarm Veriyor!


Nüfus meselesi, dinamik özelliklere sahiptir ve şartlara göre değişebilecek şekilde uzun vadeli politikaları gerektirecek bir mahiyettedir. TÜİK’in projeksiyonlarındaki düşük senaryoya göre, Türkiye nüfusunun 2044’te 89 milyonu aşkın kişi ile en yüksek büyüklüğe ulaşacağı öngörülüyor. Ancak bu sayının 2100’de en düşük senaryoya göre 55 milyonun altına düşeceği tahmin ediliyor.

Yeni Yüzyılda Türkiye nin Nüfusu Alarm Veriyor
Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) projeksiyonuna göre, Türkiye nüfusunun 2100'de 77 milyonun altına düşeceği tahmin ediliyor. (Ufuk Celal Güzel / AA, 30 Temmuz 2024)

Cumhuriyet’in ilanının üzerinden yüzyıl geçti. Türkiye’nin bu uzun süreç içerisinde üzerinde pek durulmayan ancak son zamanlarda dikkat çekmeye başlayan en önemli meselelerinden biri de nüfus üzerine yaşadıkları olmuştur. Osmanlı Devleti’nden birçok şeyin miras kaldığı bir ulus devlet olma özelliğine sahip Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nüfusa dair serencamı, dalgalı bir niteliğe sahiptir. Bu dalgalılıktan kasıt ise nüfusu artırıcı (pro-natalist) ve azaltıcı (anti-natalist) politikalar ile nüfusun zaman zaman artırılmaya ya da azaltılmaya çalışılmasıdır. Bu süreç, yeni kurulan ulus devlete, çoğunluğu Türk ve Müslüman unsurlar ile oluşturulan bir zeminin miras kaldığını ve öncelikli olarak bu temel zemin üzerinden devletin inşa edildiğini bizlere göstermektedir. Bu hususta, Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklardan ana karaya gelen Türk ve Müslüman unsurların, Türkiye’nin nüfusunun oluşmasında öncü rollerini hatırlatmak gerekir. Bunun yanı sıra nüfus mübadelesi de nüfusu daha homojen hale getirmenin bir yolu olmuştur. Bu da imparatorluklar çağından ulus devletler çağına geçişte, birçok örnekte olduğu üzere Türkiye’de de esasen bir ulus devletten ziyade bir devlet ulustan söz etmeyi daha mümkün hale getirmektedir. Genel itibariyle Balkan coğrafyasından Türkiye’ye hareketliliğin gerçekleşmesi, o bölgeden muhtelif sebepler ile Türk ve Müslüman unsurların hem itilmeleri hem de kurucu yönetimin nüfus politikaları bağlamında nüfusun artması için bu nüfusu Türkiye’ye çekmek istemeleri, bilinen gerçeklerdendir. Aslında son zamanlarda; göç, göçmenlik, sığınmacılık ve benzeri biçimlerde tartışılan yabancılar ve ötekiler gibi söylem ve eylemlere bakıldığında Türkiye’yi nüfus bakımından var eden unsurlardan biri olan göçlerin ne kadar önemli olduğu bir kez daha belirtilmelidir.

Cumhuriyet’in ilanı ile nüfusunu artırmaya çalışan bir görünüme sahip olan Türkiye, bu amacına 1960’larda ulaşmış görünmektedir. Balkanlar başta olmak üzere yurt dışından gelen göçler, Hatay’ın anavatana katılması ve doğumlar, bu tarihlere kadar yüksek denebilecek nüfus artış miktarlarına erişilmesini mümkün kılmıştır. Türkiye’nin nüfusunu uzunca süre tahkim eden doğurganlık eğilimlerinin yüksek seyretmesinde kırdan kente doğru yönelen iç göç hareketliliği de etkili olmuştur. Kırdan kente gidenlerin sahip oldukları doğurganlık eğilimleri, kent alanlarındaki nüfusun artmasını da sağlamıştır. Öyle ki, 1960’da binde 28,5 ile Cumhuriyet tarihinin en yüksek nüfus artış oranına erişilmiştir. Bu politikadaki en temel motivasyon ise “nüfus artışı ekonomik kalkınmayı destekler” idi. Ancak ilerleyen süreçte, görüş, “nüfus artışı ekonomik kalkınma önünde engeldir” şeklinde değişerek artan nüfusun yoksullaşma riski ve büyük ölçüde dünyadaki siyasi, ekonomik ve benzeri eğilimlerin etkisi, Türkiye’nin nüfus politikalarına tesir etmiş görünmektedir. Nitekim 1960’larla birlikte yeni bir anayasaya sahip olan, planlı bir devlet nizamına geçen ve bu doğrultuda belirli kurum ve kuruluşları tesis eden Türkiye’de, 1965’te 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun kabul edilmiştir. Bu kanun, 1923’ten itibaren nüfusunu artırmaya çalışan Türkiye’nin artık, nüfusunu azaltıcı tedbirler alacağının kanıtı ve dayanağı olmaktadır.

Bu tarihe kadar doğumları teşvik eden, hatta çoklu doğumları ödüllendiren[1] bir politika anlayışının sürdürülmesi ile gebeliği önleyici yöntemlerin üretilmesi, ithali, uygulaması, gebeliğin düşükle sonlandırılması suç kabul edilmiş, bu türden nüfusu azaltıcı eylemler, yasal düzenlemelerle kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Benzer şekilde ücretsiz doğumevlerinin kurulması, yasal evlenme yaşının erkekler için 18’den 17’ye, kadınlar için ise 17’den 15’e indirilmesi de gerçekleştirilmiştir. Ancak 1960’lardan itibaren süreç tersine dönmüş, gebeliği önleyici yöntem ve uygulamalar yasal hale getirilmiştir.

Türkiye’nin nüfus politikaları 2008’den itibaren “en az üç çocuk” söylemi ile yönünü tekrardan nüfusu arttırıcı politikalara çevirmiştir. Bu söylem, esasen bir ülkenin doğurganlık hızının yenilenme seviyesi için gerekli olan 2,1 oranı ile direkt ilişkilidir. O miktarda bir insan olamayacağı için “en az üç çocuğa sahip olmak ülke nüfusunu geriletmez ve nüfusun canlı kalmasını sağlar” görüşü, bu hususta temel dayanak teşkil etmektedir. Bu doğrultuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sıklıkla dile getirdiği bu söylemin; sadece kişisel bir görüş, temenni yahut bir parti politikası olmadığı, Türkiye’nin bölgesinde nitelikli ve sürdürülebilir bir nüfusa sahip olması gerektiği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Çünkü Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nin (ADNKS) 2023 sonu verilerine göre nüfus artış hızı binde 1,1 ve nüfusun yenilenmesinin alt eşiğini temsil eden, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade eden toplam doğurganlık hızı ise 1,51 olmuştur. Bu tablo, bir devlet politikası olarak nüfusunu artırmak isteyen bir ülke olması bakımından Türkiye için alarm zillerinin çok şiddetli biçimde çalmasına sebebiyet vermektedir.

 Doğurganlık Hızı Grafik

 

Türkiye’de Nüfus Yapısının Değişen Dinamikleri

Türkiye, “demografik fırsat penceresi”[2] yaklaşımından istifade etmek isteyen bir ülke olarak başta AB ülkeleri olmak üzere bölgesindeki birçok ülke nüfusuna kıyasla genç nüfus oranı yüksek olmasına rağmen, her geçen yıl daha fazla oranda yaşlı nüfusa sahip olmaktadır. Doğurganlık eğilimlerinin her geçen yıl azalması, geniş aile örüntüsünün yerini artan biçimde çekirdek veya parçalanmış-dağılmış aile örüntülerine bırakması da genç nüfus oranının her geçen yıl bir önceki yıla göre azalmasına sebebiyet vermektedir. Bunların yanı sıra evlilik müessesesi, doğurganlığın canlı kalmasında dini, toplumsal, kültürel ve benzeri unsurlar açısından oldukça önemlidir. Bu doğrultuda evlenme yaşının her geçen yıl artması, bununla ilişkili olarak eğitim ve iş bulma sürelerinin uzaması da bireylerin evlenip çocuk sahibi olmalarını geciktirmektedir. Kadınların eskiye kıyasla istihdam süreçlerine daha fazla oranda dahil olmaları da doğurganlığa olumsuz etki eden faktörlerdendir.

Bunların dışında Türkiye’de farklı yaş gruplarını içeren nüfus yapısına bakıldığında yüzyıllık süreç dahilinde değişikliklerin meydana geldiği görülebilir. Bu çerçevede tek kişilik hanehalkı sayısı son yıllarda artış göstermiştir. Ancak buna rağmen hanehalkı büyüklüğü her geçen yıl azalmaktadır. Bu durum da tek kişilik hanehalkı sayısının belirginleşmesine sebebiyet vermektedir. 2008’de 4 kişi olan ortalama hanehalkı büyüklüğü 2022’de 3,17; 2023’te ise 3,14 kişiye düşmüştür. Bu veriler Türkiye’de değişen aile yapılarına odaklanılması gerektiğine işaret etmektedir.

Genç nüfusun artışının azalması, boşanmaların artış eğiliminde olması, aile yapısındaki değişimlerin yanı sıra Türkiye’nin ileriki süreçte en önemli meselelerinden birinin yaşlılık olacağı öngörülebilir. Yaşlılık, doğal ve olması gereken bir süreci ihtiva eder. Ancak esas odaklanılması gereken husus, nasıl yaşlanıldığı ve yaşlılık sürecinin nasıl geçirildiğidir. Türkiye’deki yaşlıların birçoğu için en önemli sorunlardan biri, yaşlıların yoksullaşmaları ve yoksul bir yaşlılık süreci geçirme ihtimalleridir. 2018’de toplam nüfus içerisindeki yaşlı nüfus oranı yüzde 8,8 iken, bu oran 2023 sonu itibariyle yüzde 10,2’ye yükselmiştir. Yaşlılık ile ilgili uluslararası literatür ve yaklaşımlara göre yüzde 10’luk oranın aşılması, yaşlı bir ülkeye dönüşülmesi anlamına gelmektedir. TÜİK’in projeksiyonlarına göre ise Türkiye’de yaşlı nüfus oranının 2030’da yüzde 12,9’a; 2040’ta yüzde 16,3’e; 2060’ta yüzde 22,6’ya ve 2080’de yüzde 25,6’ya erişeceği tahmin edilmektedir.

 

Nüfus İçin Kapsamlı Politikalara İhtiyaç Var!

Türkiye, birçok meselesinin yanında demografi ile ilgili durumlarla da mücadele edip buna ilişkin politikalar üretmek zorundadır. Bunu gerçekleştirebilecek durumda olan Türkiye, yüz yıllık Cumhuriyet ve imparatorluk deneyimi ile nitelikli ve sürdürülebilir bir nüfus yapısı için gerekenleri tarih boyunca yapmaya gayret göstermiştir. Bu doğrultuda yüksek doğum ve ölüm oranlarından düşük doğum ve ölüm oranlarına demografik olarak geçişin (demographic transition) son aşamalarında sayılabilecek bir ülke olan Türkiye için her şeyden önce doğurganlığı teşvik edecek ciddi, verimli, gerçekçi, toplumda karşılığı olan, maddi ve manevi özelliklere sahip kapsamlı politikaların geliştirilmesi elzemdir. Bu hususta, sosyal psikolojik etkiler göz ardı edilmeyerek evlilik, doğurganlık, çocuk bakımı ve sonrasında gelişen süreçlere ilişkin ihtimal ve senaryolar; eğitim, istihdam, ekonomi, barınma ve benzeri faktörler ile düşünülerek toplumsal çözüm yolları için destekler sağlanmalıdır.

Türkiye, sahip olduğu stratejik konum bakımından çoğu durumda farklı yönlerden geçişleri mümkün kılan arazi, iklim ve benzeri imkanlara sahiptir. Tarih boyunca hareketli bir coğrafya içerisinde yer alan Türkiye’nin nüfusunu büyük ölçüde göçler tahkim etti dense hiç de yanlış olmaz. Bu durum 2011’de Suriye’de meydana gelen ve halihazırda devam eden iç savaş sebebiyle sadece geçici koruma statüsünde hayatlarını Türkiye’de sürdüren 3 milyonu aşkın Suriyeli göçmenin varlığı dikkate alındığında göç ve demografi arasındaki ilişki, tekrardan düşünülmelidir. Ev sahibi ve göçmen toplulukların uyum ve birlikte yaşama süreçlerine dair Batı’daki birçok ülkenin bu hususta yaptıkları yanlışlar bir yana bırakılırsa dünya genelinde her geçen yıl demografik dönüşüm yaklaşımı bağlamında doğurganlık eğilimlerinin birçok ülkede azalması dikkate alındığında göç hareketlerinin ne kadar kıymetli olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır. Bu doğrultuda, göç çağımızın en önemli olayı haline gelmekte, bilhassa nüfuslarını korumak isteyen Batı’daki ülkeler göçe kesin bir biçimde kapılarını kapatmamaktadır. TÜİK’in projeksiyonlarındaki düşük senaryoya göre, Türkiye nüfusunun 2044’te 89 milyonu aşkın kişi ile en yüksek büyüklüğe ulaşacağı öngörülmektedir. Ancak bu nüfus miktarının 2100’de 55 milyonun altına düşeceği tahmin edilmektedir.

Nüfus meselesi, dinamik özelliklere sahiptir. Şartlara göre değişebilecek şekilde uzun vadeli politikaları gerektirecek bir mahiyettedir. Türkiye, Hindistan ya da Çin gibi dengeli olmayan toplumsal refahın, eşitsizliğin ve yoksulluğun had safhada olduğu fazla bir nüfusa mı sahip olmayı, yoksa gündelik hayatı müreffeh hale getirebilecek birçok unsurun birçok kişi için mümkün olan bir zemine sahip dengeli bir nüfus yapısına sahip bir ülke olmayı mı tercih edecek? Bu bağlamda farklı nüfus yapılarına sahip birçok ülke zikredilebilir. Ancak burada önemli olan nüfusun; nitelikli, verimli ve sürdürülebilir olmasıdır. Bu hedef de öncelikle doğurganlığın çok kapsamlı ve gerçekçi bir biçimde teşvik edilmesiyle ve yanı sıra göçmenlerin uyumuyla birlikte mümkün olabilecektir. Bu da göçün bir kriz değil de fırsat olarak görülmesi ve buna uygun bir yaklaşımla kapsamlı ve kuşatıcı bir göç ve uyum politikası ile mümkün kılanabilir.

Türkiye’nin en azından yüz yıllık süreç içerisinde aile, evlilik, boşanma, doğurganlık, gençler, yaşlılar, çocuk bakımı ve benzeri demografik unsurlardaki değişimleri göz önüne alındığında mevcut kentleşme düzeninin insanlık için ne kadar mantıklı, insani ve dini olduğunun tekrardan sorgulanması gerekmektedir. Bunun yanı sıra dijital teknolojilerde birçok ülkeye kıyasla çok daha ileri seviyelere ulaşıp bu imkanları vatandaşlarının kullanımına açan bir ülke olan Türkiye’de nüfus verisinin elde edilmesinde dinamik veri elde etme biçimleri ile sadece ikamete dayalı olmakla kalmayıp güncel, hareketli ve akışkan nüfus hareketlilikleri tespit edilebilmelidir.

 

[1] Altı ve üzerinde çocuğa sahip olan kadınlara madalya ya da para ödülü verilmiştir. Bundan başka çocuk sayısına göre maddi destek, vergi muafiyeti, toprak tahsisi ve yurt dışından Türkiye’ye dönenlere bazı teşvikler sağlanmıştır. Daha detaylı bilgi için bkz. Beyaz, C. (2024). “Yüzüncü Yılında Türkiye Demografisi”. HUMANITAS - Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 12 (Cumhuriyet’in 100. Yılı Özel Sayısı), 57-85.

[2] Çalışma çağında olan, bağımlı olmayan nüfusun bağımlı olan genç ve yaşlı nüfusun toplamından fazla olduğu döneme “demografik fırsat penceresi” adı verilmektedir. Ülkeden ülkeye değişmekle beraber takriben 30-40 yıl kadar devam eden bir süreci içeren demografik fırsat penceresi, kalkınma açısından çok büyük bir önem arz etmektedir. Nüfusu giderek yaşlanan ve doğurganlık eğilimleri negatif veren birçok ülkenin iş gücü piyasalarını ikame edebilmek ve bu pencereyi her daim açık tutabilmek için göç aracılığıyla ülkelerine nüfus çekmeye çalıştıkları bilinen bir gerçektir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası