Cumhuriyetin kurulduğu yıl olan 1923’ten itibaren Türkiye, dış politikada çeşitli alanlarda kapasitesini konjonktürün el verdiği ölçüde artırma isteği ve gayretinde olmuştur. Ancak bu istek ve gayretin zaman zaman iç politik açıdan ekonomik, siyasi, güvenlik ve dış politik açıdan ise uluslararası sistemde yaşanan istikrarsızlıklar ve gelişmeler gibi çeşitli nedenlerle amacına ulaşamadığı biliniyor. Bu kapsamda yüz yıllık Cumhuriyet’in ilk otuz yıllık süre zarfında sadece Mısır ve Etiyopya ile ilişki kurduğu dikkat çekiyor. Ancak bu noktada her ne kadar Afrika’da yer alsa da Mısır’ın genel olarak Ortadoğu bölgesel sistemi içinde değerlendirildiğini belirtmek gerekir. Öte yandan 1896’da Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Abdülhamid döneminde Etiyopya ile ilişkilerin kurulması söz konusu olsa da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Sahraaltı Afrika’daki ilk Türk Büyükelçiliği 1926’da Addis Ababa’da açılmıştır. İzleyen yıllarda ise Mısır ve Etiyopya haricinde, 1950’ye kadar Türkiye’nin Afrika’da başka bir diplomatik temsilciliği bulunmuyordu. Ancak bu süre zarfında uluslararası sistemde yaşanan istikrarsızlıklar, 1939-1945 arasında yaşanan İkinci Dünya Savaşı ve özellikle 1960’lara kadar Afrika ülkelerinin bağımsızlık hareketlerinin oldukça sınırlı olması, Türkiye’nin kıtaya olan ilgisinin de sınırlı olmasına neden olmuştur. Ancak her ne kadar bu döneme değin Afrika’da açtığı büyükelçilikler ile kıtaya ilgisini göstermiş olsa da bu süreçte Türkiye’nin, Batı ile ilişkilerin geliştirilmesine daha çok önem verilmişti. Yine İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Türkiye, Afrika ülkelerine bağımsızlık mücadelelerinde, kıtada çeşitli ülkelerde büyükelçilikler açarak destek vermeye devam etmişti.
Türkiye’de 1950’lerde çok partili sisteme geçildikten sonra Afrika ile ilişkilerin yükseldiği gözleniyor. Bu kapsamda 1950-1960 arası Libya, Tunus, Fas, Sudan ve Gana; 1960-1970 arası daha çok Batı Afrika ülkelerinin oluşturduğu ancak içinde Cezayir ve Zambiya gibi farklı alt bölgesel sistemde yer alan on bir Afrika ülkesinin yer alması dikkat çekiyor. 1970-1980 arası Orta Afrika ve Doğu Afrika ülkelerinin çoğunlukta olduğu on Afrika ülkesi, 1980-1990 arası Ekvator Ginesi ve Botsvana, Esvatini Krallığı (Svaziland) ve Lesotho olmak üzere üç Güney Afrika ülkesi ve 1990-1998 arası ise Eritre, Güney Afrika Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, Seyşeller ve Namibya olmak üzere altı Afrika ülkesi ile ilişki kurulduğu biliniyor. Dolayısıyla Cumhuriyet tarihinin ilk yıllarında Afrika ile diplomatik ilişkilerin oldukça sınırlı olduğu dikkat çekiyor. Daha açık ifade etmek gerekirse 1923-1950 arasında iki ülke ile kurulan ilişkilerden sonra 1950-1998 arasında otuz altı ülke ile diplomatik ilişkiler oluşturulmuştur. Bununla birlikte Türkiye’nin özellikle 1960 ve 1970’lerde Kıbrıs davası kapsamında yaşadığı sorunlar, dış politikada çeşitlendirme yoluna gitmesine sebep olmuştu. Özellikle Türkiye’nin 1963’te gerçekleşen Kanlı Noel ve 1975’te uygulanan silah ambargosu arası dönemde, on bir Afrika ülkesi ile diplomatik ilişki tesis etmesi, dış politikada çeşitlendirmeye yönelik somut adımlar olarak öne çıkıyor. Ancak 1980’de yaşanan darbe ve Türkiye’nin iç siyasetinde yaşanan olumsuz gelişmeler, dış politikaya da etki etmiş ve 1980 sonrası dönemde Afrika ile diplomatik ilişkilerin önceki otuz yıla kıyasla azaldığı ve daha düşük bir ivmede devam ettirildiği dikkat çeken bir diğer konu.
Afrika ile İlişkilerde Kırılma Noktası
1998, Türkiye’nin Afrika’ya Açılım Eylem Planı’nı devreye almasından dolayı önemli bir kırılma noktası olarak verilebilir. Dış politikada Afrika’ya yönelik bir vizyon ortaya koyan Türkiye, bu planla özellikle ticari ve ekonomik alanlarda ilgisini artırmıştı. Ancak 1990’larda Türkiye iç siyasetinde yaşanan ekonomik ve siyasal istikrarsızlıkların yanı sıra terör sorunu dış politikada ortaya konan bu vizyonun uygulanmasının önünde büyük engeller olarak yer almıştı. Nitekim siyasi açıdan 1990’larda Türkiye’de on bir hükümet ve on dört dışişleri bakanı görev yapmıştı. Böylesi bir dönemde, dış politikada bir vizyon ortaya konsa da istikrarlı bir şekilde uygulanması oldukça zordu. Ancak her ne kadar istenen seviyeye ulaşılamasa da Türkiye’nin Afrika konusunda ortaya bir vizyon ve çerçeve koyması açısından bu Eylem Planı oldukça önemli bir yere sahip olmuştur.
1998'den itibaren Türkiye, Afrika'ya Açılım Eylem Planı’nı benimseyerek Afrika ile ilişkilere yeni bir ivme kazandırmıştır. Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerinde diğer bir kırılma noktası da 2005'in Türkiye'de "Afrika Yılı" ilan edilmesidir. Afrika Yılının ilan edilmesi ile ilişkilerin hızla gelişmesi söz konusu olmuştur. Ayrıca 2002’ye kadar kıtada kapanan büyükelçilikler nedeniyle toplam büyükelçilik sayısı on ikiye kadar düşmüştü. Bu dönemden sonra Afrika'da otuz iki yeni büyükelçilik açılması, ilişkilerin yeni dönemde ne kadar derinleştiğinin ve kıtanın Türkiye için ne derece önemli olduğunu göstergesidir. Bunlarla birlikte, 2008’de Afrika Birliği’ne Türkiye’nin gözlemci üye statüsünde kabul edilmesi, 2011’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geniş bir heyet ile uluslararası izolasyona maruz kalan ve kaderine terk edilen Somali’ye ziyaret gerçekleştirmesi ve 2016’da Türkiye’deki darbe girişiminden sonra farklı coğrafyalarda olduğu gibi Afrika’da da FETÖ ile mücadelede başta olmak üzere her türlü terörle mücadelede Afrika ülkeleriyle birlikte hareket etmek gibi önemli adımlar atılması, hem ulusal güvenlik hem de uluslararası alanda Türkiye’nin çıkarlarını korumaya yönelik önemli kırılma noktaları olarak yer alıyor.
Türkiye’nin Afrika ile kurduğu ilişkiler salt ulusal çıkarlar doğrultusunda değil, aynı zamanda kıtanın kalkınmasına katkı sağlama amacıyla da inşa ediliyor. Bagajında sömürgecilik bulunmayan Türkiye’nin, Afrika ülkeleriyle samimi, ortaklığa dayalı, iş birliği ve kalkınma odaklı bir perspektifi bulunuyor. Bu kapsamda günümüzde Türkiye'nin dış politika vizyonu, imkanları ve kapasitesi çerçevesinde Afrika'yı önemli bir coğrafya olarak görüyor. Türkiye'nin Afrika ülkeleri ile kurduğu tüm ilişkiler, son dönemde daha fazla güçlenerek, kurumsal temellere de oturmuş durumda. Bu durum, ilişkilerin karşılıklı ve uzun vadeli bir perspektifle geliştirilmesine olanak tanırken, Afrika ülkelerinin de Türkiye'ye olan ilgisini eş zamanlı olarak artırıyor.
AK Parti Hükümetleri Döneminde Afrika ile İlişkiler
Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in 1998’de ortaya koyduğu Afrika’ya Açılım Eylem Planı ile Türkiye, Afrika’ya yönelik son çeyrek yüzyılda önemli bir vizyon ortaya koymuştu. Dış politikadaki bu vizyon, 2002’de Türkiye’de gerçekleşen genel seçimlerden zaferle çıkan AK Parti’nin Afrika’ya açılım konusunu tekrar gündeme getirerek, vizyoner ve uzun vadeli bir politika izlenmesini sağladı.
AK Parti döneminde Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri, sadece karşılıklı ekonomik çıkarlar üzerinden ilerlemedi. Aynı zamanda eşitlik ve iş birliği temelinde bir ortaklık felsefesi üzerinden şekillendi. Bu dönem, Türk dış politikasının Afrika'ya daha fazla angaje olmak ve "Afrika sorunlarına Afrikalı çözümler" ilkesi üzerinden ifade ediliyor. Son çeyrek yüzyılda özellikle 2002 sonrasında Türkiye'nin küresel erişimini genişletme ve iş birliği fırsatlarını değerlendirme kararı, gündemde daha çok yer edinmiştir. Yeni dönemde Türkiye, sadece diplomatik ilişkileri ve etki alanını genişletmekle kalmayıp, aynı zamanda insani yardım faaliyetlerini ve kalkınma projelerini destekleyerek, kıtanın sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmuştur. Bunlarla birlikte Türk Hava Yolları'nın (THY) kıta ülkelerine direkt uçuşlar başlatması, Türk şirketlerinin bölgeye yatırımlarının artması ve ikili ticaret hacminin genişlemesi, bu ilişkilerin somut yansımaları olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte, Türkiye'nin savunma sanayii alanında önemli gelişmeler kaydettiği bir dönemde, kıtada barış ve çatışma çözümü arayışı içinde olan ülkelerle iş birliği yaparak savunma ve güvenlik alanında tecrübe ve ekipman paylaşımı sağlaması, kıta ile ilişkilerin genişlemesine olumlu katkılar sağlıyor. Nitekim sadece savunma sanayii araçları değil aynı zamanda Türkiye’nin uzun yıllar terörle mücadele kapsamında edinmiş olduğu tecrübelerin kıtaya talep doğrultusunda aktarılması ve bilgi paylaşımına yönelik iş birliği yapılması Afrika ile ilişkilerin derinleşmesine olanak tanıyor. Bu durum, Türkiye'nin Afrika’ya ve küresel güvenliğe katkı sağlamadaki rolünü artıran önemli bir etki.
Öte yandan göreve geldiğinden bu yana Afrika’da otuz iki ülkeye elli üç ziyaret gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın zirve diplomasisi, Türkiye'nin Afrika ile olan ilişkilerini derinleştirerek, kıtada aktif ve etkili bir aktör olarak yer almasını beraberinde getiriyor. Buna ek olarak Türkiye’nin kurumsal kapasitesini ve nitelikli insan kaynağını artırması ve sivil toplum kuruluşları ile devlet kurumlarının birlikte koordineli bir şekilde Afrika’da faaliyet göstermesi, Türkiye’nin kıtadaki etkisinin artmasına olumlu katkı yapıyor. Ayrıca Türkiye’nin küresel imajı bağlamında da bu çalışmalar, olumlu bir etki bırakıyor. Bu olumlu etkilerin yanı sıra ekonomik olarak da Afrika ile ilişkilerin gelişmesi söz konusu. Nitekim 2003’te 3,7 milyar dolar olan dış ticaret hacmi günümüzde 45 milyar dolara yakın bir seviyeye gelmiş durumda.
Ancak sadece ekonomik kazanç değil, Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Afrika Genel Müdürlüğü ve Genel Müdür Yardımcılıkları üzerinden gerçekleştirilen faaliyetler, TİKA üzerinden gerçekleştirilen kalkınma faaliyetleri ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) sağlamış olduğu burslar ile Türkiye önemli kazanımlar elde ediyor. Nitekim Türkiye’de YTB bursuyla okuyan gençlerin eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerine dönerek ikili ilişkilere katkı sağlamaları, önemli bir kazanım olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda Somali’den Abdulkadir Muhammed Nur örnek verilebilir. Türkiye’de üniversite eğitimini tamamlayarak ülkesine dönen Nur, şu anda Savunma Bakanı olarak görev yapıyor. Farklı bir örnek daha vermek gerekirse Etiyopyalı Fennan, nam-ı diğer Fennan el-Türki karşımıza çıkıyor. Fennan, Türkiye’deki eğitimini tamamladıktan sonra Etiyopya’ya dönerek bir boya fabrikası kurmuş. Etiyopya’da kaliteli boya markası sorulduğunda Fennan’ın fabrikasından “Türk markası” boya isteniyor. Günümüzde bu fabrikadaki ürünlerin yüzde 80’i Türkiye’den tedarik ediliyor. Fabrika kurulduğundan bu yana Türkiye ile üç milyon dolarlık ticaret hacmine ulaşılmış durumda. Bu fabrika ihtiyacı olan tüm hammaddeleri, Türkiye’den tedarik ediyor. Hatta Fennan, “Türkiye Afrika’yı sömürmek ya da yağmalamak için, bir verip bin almak için uğraşmadığı, kardeşçe beraber büyüyelim ve bizde ne varsa sizde de olsun dediğinin Afrika halkları farkında. Ülkemin gelişmesine yardımcı olmak kadar Türkiye’ye de katkı sağlamak istiyorum.” diyor. Yine aynı kişi aracılığıyla Şubat’ta Türkiye’de yaşanan depremden sonra içlerinde YTB bursu alan kişilerin de bulunduğu bir grupta 3,5 milyon TL toplanarak, deprem bölgesi için yollandı.
Başka bir örnek ise Tanzanya’ya bağlı olan yarı otonom bir hükümet olan Zanzibar’dan. Zanzibar’ın 2020’den bu yana görevde olan 8. Devlet Başkanı Hüseyin Ali Mwinyi, Türkiye mezunu ve kendisini yarı Türk olarak tanımlıyor. Ve “insana yatırımın en büyük yatırım olduğunun” altını sıklıkla çiziyor. Nitekim Zanzibar Devlet Başkanı Mwiyni, ülkesinde bir yatırım olacaksa önceliği Türk şirketlerine vererek, TİKA ve Türk sivil toplum kuruluşlarının Tanzanya’da yürütülen faaliyetlerine yardımcı olmakta ve Türkiye menşeili yatırımları her zaman desteklemekte. Kısacası Türkiye’nin Afrika’ya yatırımlarının meyvelerinin olgunlaşması ve Türkiye Yüzyılı’nda toplanmasının zamanı geldi.
Yüzyılın Envanteri
21. yüzyılın başından itibaren Türkiye'nin Afrika ile olan ilişkilerinin yükselen bir ivme ile gerçekleştiği açıkça görülüyor. Bununla birlikte elbette Afrika ile ilişkilerin temelleri, tarihsel bir derinliğe sahip. Afrika'nın coğrafi olarak Ortadoğu, Balkanlar ve Avrupa gibi Türkiye'ye birincil dereceden yakın mesafede olmaması nedeniyle, uzun yıllar boyunca bu bölgelerde kurulan ilişkilerin gölgesinde kalmasına neden olmuştu. Ancak her şeye rağmen aradaki kültürel ve tarihsel bağlar, Türkiye'nin Afrika ile olan ilişkilerini güçlendirmiştir. Cumhuriyetin ilk yüzyılında Afrika konusunda ortaya konan çabalar, son çeyrek yüzyılda uzun süreli istikrar ve vizyon sayesinde artık meyvelerini veriyor. Bu durumdan da hem Türkiye hem de Afrika ülkeleri çeşitli açılardan kazanımlar sağlıyorlar.
Sonuç olarak, özellikle son 20 yılda Türkiye'nin Afrika ile olan ilişkileri, insani yardımdan ekonomik iş birliğine ve güvenlik alanındaki iş birliklerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsayarak ilişkilerin bu noktaya gelmesinde etkili olmuştur. Türkiye'nin bu çabaları, Türkiye'nin kıtada etkili bir partner olarak daha fazla tanınmasını ve gelecekteki iş birliği fırsatlarının gelişmesini sağlama potansiyeli de barındırıyor. Türkiye Yüzyılı’nda kendine özgü bir modelle Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerini geliştirerek sürdürmesi, Afrika’nın kalkınmasına ve istikrarına katkıda bulunmaya devam edecektir.