Küresel ekonomide istikrar ve öngörülebilirlik arayışlarının ön planda olduğu yeni bir dönemeçteyiz. Pandemi sonrasının yeni normali; enflasyonist ortam, Çin-ABD rekabeti ve yeni çok kutuplu dünya ve tüm bunların ortasında Türkiye’nin tekrar küresel sistemde merkezi bir rol üstlenme iddiasının sancılarının yaşandığı hareketli bir dönem. Türkiye’nin yeni bir yol haritası ve yeni bir hikaye arayışı, bugün, her zamankinden daha belirgin.
Küresel pandemiler gibi insanlık tarihinde kara izler bırakmış salgınlara dahi, bir yıl kadar sürede çözümler sunulabilen bir dönemde; Türkiye’nin kronik kırılganlıklar oluşturan cari denge açığına, sıcak paraya ve dış finansman bağımlılığına kalıcı çözümler getirilememesi, tuhaf bir çelişki oluştururdu.
Bu doğrultuda, son dönemdeki politika yapım süreçlerinde makro-finansal istikrara daha fazla odaklanan yeni bir süreç var önümüzde. Türkiye, bu amaçla, yeni bir model ile yola devam etme kararı almışa benziyor: “İhracat Eksenli Kalkınma-Dikey Büyüme”. Yeni Türkiye Ekonomi Model’inin temelinde “Yüksek büyüme ve düşük cari açık” stratejisi bulunuyor (şekil 1). Düşük faiz, ihracat, ticaret, üretim ve istihdama odaklanılan yeni bir süreç. Türkiye’de, geçmişte büyüme, çoğunlukla iç talep kaynaklıydı; dolayısıyla da hep cari açık verilirdi. Yeni model ise, cari açık vermeden (hatta mümkünse cari fazla ile) büyümeyi öngörüyor.
Hareketli Bir Yılın Ardından…
2021, iç ve dış politik gelişmeler, yerel ve küresel ekonomi-politik açısından renkli ve hareketli bir yıl olarak geride kaldı. Küresel ticareti çok fazla zayıflatan Covid-19 pandemisi, çip krizi, enerji krizi ve EverGiven yük gemisinin Süveyş’i tıkaması gibi şoklar, küresel ekonomiyi zorlamaya devam etti.
Azerbaycan’ın Karabağ zaferi sonrası Kafkasya’nın yeniden şekillendiği, İngiltere ve Sovyet Rusya’dan sonra ABD’nin de Afganistan’da hezimete uğradığı; Ukrayna, Doğu Akdeniz, Suriye ve Kıbrıs’taki jeopolitik gerginlikler ile yakın hinterlantta küresel okumaların hızla değiştiği bir konjonktüre girildi.
Emtia ve enerji fiyatları, küresel ekonomiyi sarsarken; Avrupa ve ABD’deki tarihi enflasyon rakamları, ekonomi-politiğin merkezine oturdu. Enerji kaynaklarının doğası da değişim geçiriyor. Yeşil devrim ile kömürün dönemini sonlandıracak adımlar atılıyor.
Pandemi dönemi ile hız kazanan dijitalleşme süreci ise tam gaz sürüyor. Kripto paralardaki haraketliliğe, son dönemde, merkez bankası dijital paraları (CBDC) akımı da eklendi. Dijitalleşme aynı zamanda boyut da değiştiriyor. Metaverse dünyasına ek olarak, NFT’lere ilgi artarak devam ediyor. Adeta, Matrix filmi gerçeğe dönüşüyor.
Ekonomi tarafında, ihracattaki tarihi rekorlar umut verirken; Eylül 2021 sonrası netleşmeye başlayan düşük faizli yeni dönem ile birlikte kurdaki hareketlilik de dikkat çekti. Son olarak, TL’yi özendirici, Türk lirasında kalan yatırımcıyı koruma amaçlı önlemler harekete geçirildi. 2022’de geçerli olacak net asgari ücret ise yüzde 50’nin üzerinde artış ile, 4 bin 253 Türk lirasına yükseldi.
Peki, 2022’de bizi neler bekliyor?
Ekonomik Görünüm
2001 krizi sonrası, son 20 yılda, Türkiye’de yıllık ortalama yüzde 5,3 büyüme kaydedildi. Ekonomi, son 3 aydaki cari fazlası, 220 milyar doları aşan yıllık ihracatı ve 2021’in ilk 3 çeyreğinde yüzde 12’ye yaklaşan büyüme oranı ile dirençli ve dayanıklı hale geldiğini kanıtlamış durumda. Türkiye’nin 2021’i de yüksek bir büyüme oranı ile kapatması bekleniyor. Uluslararası kuruluşlar yüzde 9’a kadar yüksek bir büyüme öngörseler de, Türkiye, çift haneli bir büyüme bekliyor.
Son 1-2 ayın kur volatilitesi ise, makroekonomik temellere dayanmayan bir oynaklık gibi görünüyor. Nitekim, Türkiye ekonomisi, altyapı ve yapısal reform noktasında atılan adımlarla, bugün, küresel krizlere ve yeni şok dalgalarına karşı dayanıklı ve dirençli hale gelmiştir. Finansal oynaklıklar ve ekonomik krizlerin arka planında kritik rol üstlenen ve temel gerekçe olarak gösterilen sermayenin de finansal kısmı kadar; beşeri, fiziki, sosyal ve demokratik gibi farklı formlarına da dikkat çekmek ve Türkiye’nin (finansal sermaye dışındaki) diğer unsurlar noktasındaki artılarını unutmamak gerekiyor.
Pandemi, küresel ekonomide, olağandışı olumsuz etkiler oluşturdu. Küresel ekonomi, 2020’de, eşi benzeri görülmemiş ölçüde küçüldü. Özellikle de 2020’nin ilk yarısında, Türkiye de bundan ciddi anlamda olumsuz etkilendi. 2020 sonunda ise küresel ekonomi yüzde 3,3 daralırken; Türkiye, yüzde 1,8 ile Çin ile birlikte büyüyen nadir ülkelerden biri oldu.
Türkiye’nin en büyük ticari ortağı Avrupa, pandemiden nispeten daha fazla etkilendi. AB 2020’de, yüzde 7 küçülürken; İspanya, İtalya ve İngiltere gibi bazı Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 10’larda. Küresel ekonominin lokomotifi ABD de yüzde 3,5 küçüldü. Küresel ekonominin motoru Çin ise yavaşlamaya başladı.
ABD ve Avrupa başta olmak üzere, küresel enflasyon önemli bir sorun. Küresel ölçekte, enerji, gıda ve daha genelde emtia kaynaklı yüksek enflasyon kalıcı olacak gibi duruyor. Talebin çok hızlı toparlanması, üretim ve ara malı sıkıntıları, arz şokları gibi faktörler, ekonomileri zorluyor.
Riskler
Emtia fiyatları ve arz yönlü şokların etkisi ile pandemi sonrası enflasyon, tüm dünyada önemli bir sorun haline geldi. Batının gelişmiş ekonomilerinde (ABD ve Almanya gibi) hem ücretler hem enflasyon, pandemi sonrasında hiç de tahmin edilmeyen ölçüde yüksek seyrediyor. Avrupa’da enflasyon, örneğin Almanya’da son 30 yılın en yüksek seviyesinde. ABD’de ise, son 40 yılın en yüksek enflasyon rakamları gözleniyor. Türkiye’de de enflasyon, mevcut durumda, yüzde 20’nin üzerinde. Ancak, farklı etkenlerle, piyasada hissedilen enflasyon daha yüksek olabiliyor.
Son dönemin artan enerji fiyatları ve pandemi sonrası toparlanamamanın getirdiği stagflasyon (ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyon), yüksek enflasyon dönemlerini yeniden gündeme getiriyor. Emtia fiyatları da enflasyonu körükler. Stagflasyon gibi durumlar da geri bildirim olarak emtia fiyat artışlarını güçlendirir.
Dikkat edilecek unsurlardan biri de hissedilen, piyasaya ve özellikle de düşük gelirlilere yansıyan enflasyon ile resmi enflasyon farkıdır. Nitekim, resmi enflasyon ile mücadele kolaydır. Paradan sıfır atarak da sorun halledilebilir. Ancak halka yansıyan enflasyon ile resmi enflasyon arasındaki fark açıldığı zaman; tüketiciye yoksulluk olarak yansır.
Malum, FED, tapering sürecini Aralık’ta hızlandırma kararı aldı ve 2022-2023’te ise faiz artırımları bekleniyor. BOE ise, Aralık 2021’de faizleri 15bps yükseltti. Öte yandan, BOJ, hala düşük seyreden enflasyon nedeniyle yakın zamanda daralmaya gitmeyecektir. AMB ise, Küresel Finansal Kriz ve Avrupa Borç Krizi sonrası erken geri çekildiği eleştirileri nedeniyle, bu defa daha ihtiyatlı hareket ediyor.
COP26 ile devam eden yeşil devrim de 2021’in en kritik gelişmelerinden birisiydi. Bu da Batı ile ilişkilerde, önemli bir katalizör etki doğurabilir. İklim değişikliği küresel ölçekte arz yönlü sorunlara neden oluyor. İklim krizinin ve ortaya çıkan faturaların, küresel ölçekte faizleri de yukarı çekme ihtimali bulunuyor.
Türkiye Ekonomi Modeli’nde, bu doğrultuda; “küresel iklim değişikliğinin önemli oranda etkilediği tarıma, cari açığı azaltmada kritik rolü olan turizme ve istihdamın artırılmasına öncelik verilecektir” ifadeleri ile hem yeşil dönüşüm hem reel hedeflere odaklanacak yeni bir vizyonun altı çiziliyor.
2021 Hareketli Geçti
2021, zorlu ve hareketli bir yıl olarak geride kaldı. Bir tarafta, Arap ülkelerinin konsolidasyonu, diğer yanda Avrupa ülkelerinin uzun yıllardır süren birleşme süreci; Çin ve Rusya gibi iki dev ekonomiden, Hindistan ve Güney Doğu Asya ülkelerine kadar iş birliği arayışları dikkat çekiyor. Son olarak, Türk devletlerinin iş birliklerini daha da güçlendirme süreçleri ile bir bölgesel ve çok kutuplu güç merkezine doğru evriliyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları sonrası gündeme oturan yeni ekonomi modeli, faiz indirimleri ve para politikasının odağına cari açık, çekirdek enflasyon gibi yeni çıpaların oturması, 2021’in muhtemelen en önemli gelişmeleri idi. Son olarak, 20 Aralık 2021’de atılan tarihi adıma, “Türk lirasında kalan yatırımcıyı koruma amaçlı önlemlere”, özel bir yer ayırmak gerekiyor…
20 Aralık’ta, Türkiye’de, kur hareketlerine karşı adeta bir manifesto ilan edildi… TL’yi özendirici, Türk lirasında kalan yatırımcıyı koruma amaçlı önlemler harekete geçirildi. Bu amaçla, kur korumalı vadeli TL mevduat ve katılım hesapları tanıtıldı. İlan edilen yeni finansal ürün de aradan geçen birkaç günde amacına ulaşmış görünüyor.
Bunun yanı-sıra, yine BES’teki devlet katkısı yüzde 25’ten yüzde 30’a yükseltildi. İhracatçılar için, fiyatlamanın kolaylaşacağı ileri vadeli bir kur hedefi belirlendi. Kur farkının, ihracatçı firmalara ödenmesi kararlaştırıldı. Akaryakıt zammı durduruldu. Türkiye’nin enerjinin artan faturasını (sübvansiyonlarla) vatandaşına bire bir ödetmeyen nadir ülkelerden biri olduğunu da hatırlamak gerekiyor.
İlan edilen Türkiye ekonomi modeli, üretim odaklı, ihracatı önceleyen yeni bir ekonomik model olarak göze çarpıyor. İhracatın artırılması ve ihracata dayalı bir büyüme stratejisi için de katma değeri yüksek üretime odaklanma zorunluluğu var. Cari açık ve sürekli artan dış finansman yükü, Türkiye ekonomisinin temel sıkıntılarından biri. TL’nin değer kaybetmesi de bu borcun reel değerini artırır. Vergilerimizin, sürekli olarak daha fazlası, borç ödemelerine ve borç finansmanına gitmeye başlar.
Türkiye’de para politikası noktasında enflasyon hedefinden vazgeçilmedi ancak son dönemde, cari açık, ihracat, büyüme ve istihdam biraz öncelik kazandı görünüyor. Merkez Bankası, politika kararlarında, talep ve arz şoklarını analiz ederek, ayrıştırarak; arz yönlü ve para politikası etki alanı dışındaki faktörlerin fiyat artışları üzerinde oluşturduğu geçici etkileri göz ardı ediyor. Manşet enflasyon yerine çekirdek enflasyon para politikasının odağına koyuldu, cari açık daha yakından takip ediliyor.
Para politikasında, maliye politikasında (ve potansiyel olarak da yapısal reformlarda) genişlemeci politikalar izleniyor. Amaç, üretimi desteklemek, ihracatı ve istihdamı artırmak ve Türkiye’nin dış açığını azaltmak. Yani yüksek büyüme ve düşük cari açık... Bu genişlemeci politikalarla, yatırım alanının yumuşatılması, kredi alanının genişletilmesi sağlanmaya çalışılıyor.
2022 ve Beklentiler
Türkiye’nin 2021’i çift haneli ciddi bir büyüme oranı ile kapatması bekleniyor. IMF, Dünya Bankası ve OECD raporları, büyüme tahminlerini yükseltti. 2022’de geçerli olacak net asgari ücret, yüzde 50’nin üzerinde artış ile 4 bin 253 Türk lirasına yükseldi. Evli ve çocuklu aileler için bu rakam biraz daha yükseliyor elbette. Asgari ücret artışı, hem gelir eşitliği noktasında fayda sağlar hem iç talebi canlandırır. Ancak, enflasyonist bir etki oluşturmamasına dikkat edilmelidir.
Türkiye ekonomisinde, genelde cari açık, enflasyon ve büyüme kalemleri öne çıkıyor. Ekonomi yönetiminin odağı, son dönemde cari açıkla mücadeleye odaklanmış görünüyor. Yapısal reformların önemi de vurgulanmalıdır. Ancak bunlar yapılırken, yüksek büyüme ve istihdam artışının korunması gerekiyor.
Özel sektör yatırımları, çok önemli olmakla birlikte düşük seyrediyor. Burada da yüksek finansman maliyetleri (yüksek faizler) ve belirsizlikler (kur ve enflasyon gibi) öne çıkıyor. Bu noktada, faiz ve cari açık indirimleri faydalı olabilir. Kurdaki dengelenmenin de pozitif etkisi ile enflasyondaki düşüşün 2022’de de devam etmesi beklenebilir. Yüksek faizli ortamlar, yüksek cari açık sahibi ekonomiler ile yüksek enflasyon arasındaki güçlü ilişkiler de malum. Birbirini beslerler. Bu yüzden de hem cari açık hem faizlerin uzun vadede düşmesi önemlidir.
Ancak, küresel enflasyon sorunsalı ve parasal sıkılaştırma adımları önemli faktörler olmaya devam edecektir. Yaklaşan seçimler de bir o kadar önemli olacaktır. Her seçimde ekonomi iç talep ile canlanır. Kredi hacmi tekrar artırılmaya ve iç talep canlandırılmaya çalışılır.
Malumunuz, 2022 ve 2023’te ABD’nin faiz artırımı ihtimali mevcut (dot plot’a göre, 6 farklı artış). Ancak, piyasaca fiyatlandığı için etkisinin sınırlı olması beklenebilir. FED, para arzı ivmesini düşürme sürecinin ikinci raunduna Kasım 2021’de başlamıştı; Aralık’ta ise bu süreci hızlandırma kararı alındı.
Öte yandan pandemi, çoğu emtia zengini veya ara malı üreticisi gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) konumunu ve elini de güçlendirdi. ABD’nin, Avrupa’nın ve Japonya’nın GOÜ’lere bağımlılığı arttı. Son enerji krizi, bu pandemi etkisini daha da kötüleştirdi. Türkiye gibi yeni yükselen ekonomiler, bu krizi fırsata çevirebilir, son birkaç yıldır ivmelenen bu tedarik zinciri ve üretim açığını kapatma yolunda kritik roller oynayabilirler.
Yeni Normal ve Denge Arayışı
Yeni dönemin en önemli konularından biri, modern küresel ekonomik sistemin en büyük iki oyuncusu Çin-ABD dengesinin, yani iki taraftan birinin ticaret fazlası verdiği, diğerinin de bu fazlanın sermayesini geri çektiği küresel düzenin sorgulanması ve yeni bir düzen, yeni bir denge arayışıdır. Dolayısıyla da örneğin tarifeler gibi teknik konularda uzlaşı olsa dahi, ticaretin, merkez ülke rolünün ve teknolojik üstünlüğün rekabeti artarak devam edecektir. Covid sonrası, yeni normali arama çabası da bunun bir başka boyutudur.
2022 ve sonrasında; 2001 krizi sonrasına benzer, 2008-2009 dönemindeki gibi ya da 2020-21 dönemindeki gibi likidite bolluğu olmayacak. Aşırı açılıp, borçlanamazsınız. Daha dikkatli olmakta fayda var. Özellikle de özel sektör borçları, döviz cinsi borçlar ciddi bir sıkıntı potansiyeli taşır. Dikkatli olmak gerekiyor.
Türkiye’nin küllerinden sıyrılarak, tekrar küresel sistem içinde merkezi rol üstlenmesi yeni dönemin en önemli konularından biri olacak. Yeni bir yol haritası ve yeni bir model arayışı; politika yapım süreçlerinde makro-finansal istikrara daha fazla odaklanılan yeni bir süreç var önümüzde. Son dönemlerde daha sık konuşulmaya başlanan ihracata dayalı üretim ve kalkınma stratejisi, sürdürülebilir istikrarlı büyüme için önemli iken; bu sürecin örneğin birebir Çin, Kore veya Japonya modeli ile değil, farklı ülke tecrübelerinden de öğrenilerek, kendimize ait yeni bir model ve yeni bir hikaye ile ortaya koyulması daha önemlidir.
2022’nin de ülkemize, milletimize refah, sağlık, huzur, barış ve mutluluk getirmesini diliyorum.