Akademik düşün dünyasının sevdiği ve kullanmakta tereddüt etmediği ön eklerden birisi “jeo”dur. Herhangi bir kelimeye eklemleyerek kavramları veya icraatı güçlendirmek, kimi zaman da meşrulaştırmak mümkün hale gelmektedir. Hatta “coğrafya kaderdir” söyleminin sık tekrarında olduğu gibi aleni olanı mazeret haline getirme genel bir alışkanlık halini almaktadır. Nitekim “jeo” ile taçlandırılan kavramlar, büyük resmi ve yöntemi, diğer bir ifadeyle jeo-politik ve jeo-strateji kavramlarını kendinden “açıklamalı” bir hale getirmektedir.
“Jeo” ön ekine getirilen bir eleştiri niteliğindeki bu yazı, coğrafyanın politik ve stratejik tercihlere etkisini reddetmemekle birlikte; geoid şekline sahip kürenin modern ve ötesi ortamda coğrafyaya bağımlı olmadığını iddia etmektedir. Bu kapsamda devletten ibaret olmayan aktörler, güvenlik ve çıkar angajmanlarında mekanı stratejinin basit bir girdisi olarak görmekte, ancak mekanın ötesinde stratejiler üretmekte veya tabi olmaktadır. Dolayısıyla mekan amaç olmaktan çıkmış, dikkate alınması gereken faktörlerden sadece birisi haline dönüşmüştür. Nitekim asimetri ve hibrid kavramları, olayları ve etkilerini jeo’nun ötesine taşımıştır. Strateji ve politikanın da böyle bir gerçeklikle yeni bir yoruma tabi tutulması gerekmektedir.
Mekanın geri plana itilmesiyle politika ve stratejiler; esnek, akılcı, asimetrik, öngörülmez, gerçekçi ve çok yönlü teşkil edilmektedir. Diğer bir ifadeyle politikaların ve stratejilerin hazırlık süreci, üretimi ve uygulanması geleneksellikten çıkmıştır. Belirsizliği ana karakteri olan değişken ortam ve çeşitlenmiş aktörler bahse konu geleneksel-dışı yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Ayrıca barış, kriz ve harbin muğlak yeni yapısı dikkate alındığında, geçirgen ve karmaşık “karşıt” gerçeklikler, devletleri devlet dışı aktörler gibi davranmaya itmektedir. Yani devletler artık hukukun ve yükümlülüklerinin bağlayıcılığı altında değildir. O halde politika ve stratejinin “jeo” ön eki, devletleri politika ve strateji tayininde kısıtlamamaktadır. İddia edilen argümanın vakası olarak Türkiye, jeo’lu değerlendirmeleri geri plana itmek durumunda kalmıştır. Benzer şekilde Türkiye ile sorun yaşayan diğer aktörler de jeo’dan ziyade bizzat çıkarlarına ve kaygılarına eğilmek durumundadır.
Bu çalışmanın argümanına yönelik Türkiye merkezli vaka analizinde öncelikle, Türkiye ile sorunu olan aktörlerin yaklaşımlarını ele alarak başlamak gerekmektedir. Soğuk Savaş’ı referans alarak yapılan değerlendirmelerde Türkiye’nin coğrafi konumlanması siyasi harita ile birlikte ele alınmış ve sürekli “Türkiye’nin jeopolitik önemi” vurgusu yapılmıştır. Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin coğrafi konumlanmasında değişiklik olmamıştır. Ayrıca siyasi anlamda Türkiye civarındaki beliren dönüşümün esasen belirtilen coğrafi önem vurgusunu daha da artırması gerekmektedir. Nitekim Rusya’nın yeniden bir küresel güç olma yolunda ilerlediği dikkate alındığında, Türkiye’nin “jeo-politik” önemi aslında geleneksel anlamda Soğuk Savaş döneminde olduğu gibidir. Ancak Türkiye ile sorun yaşayan aktörler, “jeo-politik” vurguyla Türkiye’yle uzlaşmayı önceleyen bir yaklaşımı tercih etmemektedir.
Batılı Politikalar
Türkiye’nin yakın çevresi dikkate alındığında, Türkiye’nin merkezinde olduğu olay serilerinde “jeo” repliğine aykırı gelişmeleri gözlemlemek mümkündür. Balkanlarda 1990’ların başlarında ortaya çıkan etnik çatışmaların soğuması sonrasında Türkiye’nin Balkan toplumları üzerinde yumuşak gücü net bir şekilde anlaşılmıştır. Bosna Hersek Federasyonu ile yakın diyalog içinde olan Türkiye’nin aynı zamanda Sırbistan, Kosova, Arnavutluk ve Makedonya ile kültürel ve ekonomik iş birliği üzerine kurgulanmış etkileşimi dikkat çekicidir. Türkiye’nin bu ülkelerle coğrafi bağlantısı olmamasına rağmen Balkanlardaki gelişmelerde “yapıcı” taraf haline geldiği görülmektedir. Aynı şekilde Bulgaristan ve Romanya ile ilişkiler bölgesel bağlamda paylaşımcı ve istikrarlıdır. Genel resim böyleyken Batılı devletlerin Balkan politikalarının “ikici” bir eksene kaydığı görülmektedir. Bunlardan ilki “Balkan politikası”, ki Türkiye bu coğrafi nitelendirmenin bir parçasıdır, diğeriyse “Batı Balkan politikası”dır. Ancak Batı Balkanlarda olmayan tek ülke Türkiye’dir. Yani “jeo” ön eki Batılı devletlerce Balkanlar örneğinde yüceltilmemiş aksine istismar edilmiştir.
Coğrafyanın bir girdi olduğu belirgin kriz alanı Ege ve Doğu Akdeniz’dir. Kara parçalarının siyasi bölünmesi üzerine kurgulanmış geleneksel “jeo”, Ege ve Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları ve egemenlik iddiaları ekseninde şekillenmektedir. Aslında jeo’nun önem erozyonuna karşı çıkacak argümanlar, Ege ve Akdeniz’i referans verebilecektir. Ancak İsrail ve Mısır’ın “jeo-politik, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik” gereklilikler yerine Türkiye’yi dışlayan formüllere bel bağlamalarına bakılırsa “jeo” okuma yapmak mümkün olmamaktadır. İsrail ve Mısır’ın Türkiye ile anlaşmaları halinde daha fazla deniz yetki alanı ve enerji kaynağına sahip olma gerçekliği jeo-stratejik çıkarların feda edilmesi anlamına gelmektedir. Nitekim ABD, Fransa gibi ülkelerin de askeri çatışmalar dahil “en kötü durum” senaryosuna ortam hazırlayan Yunan-Rum tezlerine destek vermesi dikkat çekicidir.
Libya ile imzalanan deniz yetki alanlarını sınırlamaya yönelik memorandum, Yunanistan ile Türkiye arasında “jeo” tabanlı rekabete emsal verilebilir. Nitekim Yunanistan’ın Mısır ile imzaladığı karşıt anlaşma da “jeo” çehreye sahiptir. Ancak aynı meseleye Mısır açısından bakıldığında, Yunanistan ile anlaşma yapmak “jeo-politik” kazanım sağlamamakta, jeo-stratejik çıkarların gerçekleşmesine imkan vermemektedir. Libya’da UMH’ye karşı Hafter’in desteklenmesindeyse, Libya’nın coğrafi konumundan ziyade enerji bazlı rekabet ön plana çıkmaktadır. Diğer bir ifadeyle, jeo yerine meta’ya hükmetme, yani “meta-politik” ağırlığı hissettirmektedir. “Meta” kapsamında; Libya’nın enerji kaynakları, Afrika’dan Avrupa’ya kaçırılan altın, Batı bankalarında dondurulmuş Libya finansal araçlarının statüsünün korunması gibi farklı alt başlıklar açılabilir. O halde sorunlar Ege, Akdeniz ve Libya’da jeo-politik değildir. Ancak dini, ekonomik ve kültüreldir.
Yumuşak Güç Bahsi
Türkiye örneğinde mutlaka incelenmesi gereken başlıklardan birisi de terörizmle mücadeledir. Türkiye’nin “jeo” önemi, Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu üçgeni ve aralarındaki denizlerin merkezinde olması hasebiyle kendisini hissettirirken güvenlik olayları tersini resmetmektedir. ABD ve Avrupalı devletlerin Irak ve Suriye’de terör örgütüne verdikleri destek, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eder niteliktedir. Bilakis, terör örgütünün “topraklandırılması” yoluyla Ortadoğu’da hudutları değiştirme gayreti artmıştır. Destekledikleri terör örgütünün coğrafi anlamda devletimsi bir yapı haline gelmesi tüm jeo-güvenliği sarsacak niteliktedir. O halde Batılı devletler nezdinde, terörizm ele alınırken Türkiye’nin veya Ortadoğu’nun jeo’su pek etkili değildir.
Türkiye’nin Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu halkları üzerindeki yumuşak gücü, yukarıda belirtilen politik ve stratejik gelişmelerde genellikle ihmal edilebilmektedir. Kendi vatandaşımızın dahi farkında olmadığı mevzu bahis yumuşak güç, “vicdan, insanlık, kucaklama, gönül selamı” gibi yeni kavramların bölgedeki etkisine dayanmaktadır. Türk ekonomisinin ürettiği mal ve hizmetlerin her ülkenin raflarına yansıması coğrafi herhangi bir açıklamaya konu değildir. Herhangi bir kriz yaşandığında mazlumun, Türkiye’ye yüzünü dönmesi ve destek arayışı “jeo” motivasyonla yapılmamaktadır.
Sonuçta “Jeo” ön ekinin açıklanmasında, Türkiye vakası, değişimi haber vermektedir. Bu çalışmanın başında belirtilen ortam ve aktörler ile olaylara girdi niteliği olan dinamikler genişlemiş ve derinleşmiştir. Artık coğrafyanın tahdidi ve sunduğu imkanlar dikkate alınmadan stratejiler üretilmekte ve politikalar tayin edilmektedir. O halde persenk haline gelmiş “jeo-strateji”, “jeo-politik” gibi kavramları sadece iddiaların koşulsuz meşrulaştırılması için rastgele kullanmamak gerekmektedir. Günümüzdeki gelişmeler, politika ve stratejinin; sadece coğrafya değil, tüm aktör ve faktörleri dikkate alarak belirlenmesini ve bu kavramlara yeni bir soluk getirilmesini dikte etmektedir.