6 Şubat sabahı ülkemiz bir felakete uyandı. Asrın felaketi olarak nitelendirilen ve verdiği hasarla bilim adamlarını bile şaşırtan bu felaket, ülkemizi büyük bir acıyla yüz yüze bıraktı.
Yaşanan felaketin ilk beş günü bizler de herkes gibi bir şeyler yapmaya çalıştık. Sosyal medyadan veya telefonla gelen enkaz ihbar adreslerini yetkililere ulaştırmaya çalıştık. Enkaz adresleri arttıkça yaşanan felaketin boyutunu da yavaş yavaş anlamaya başladığımızı sanmıştık ama bölgeyi görmeden tam anlamıyla hiçbir şey anlaşılamayacakmış, bunu anladım.
Acının Acısını Hissetmek
Yaşadığı evin üstüne çökmesi sebebiyle enkazın altında kalan ve elindeki telefonla sosyal medyadan birilerine sesini duyurmaya çalışan insanların yazdığı mesajlar o zamana kadar okuduğum en çaresiz paylaşımlardı. “Başım kanıyor, sanırım ölüyorum. Allah’a emanet olun” veya “Anneme onu çok sevdiğimi söyleyin” gibi mesajlar çoğaldıkça üzüntümüz ve çaresizliğimiz artıyordu. Bulunduğu yeri sormak, adres tarifi istemek, sakın uyuma az sabret birazdan gelip seni alacaklar minvalinde sözler, onu birkaç saat teselli etmeye yeterdi ama sonunda ne oldu; çıktı mı, çıkmadı mı, kurtuldu mu o kişi, bilemediğimiz için hep yarım kalan bir his oluştu içimizde.
Bize gelen enkaz adreslerinde “ses var, şimdi konuştuk, cevap veriyor” gibi cümleler eklenince çaresizliğimiz birkaç kat daha artıyordu. Evet elimizden geldiği kadar bir yerlere yönlendirmeye çalışıyorduk ama bir insanın enkazın altında ve yaşıyor olması ve adres geldiği halde bizim ona yetişememiş olma ihtimali bile bizi acıdan öldürmeye yeterdi. Bu sebeple hem devlet yetkililerine hem AFAD’a hem de bölge arama kurtarma ekiplerine adresleri hızlıca ulaştırdık.
Enkaz adresleri ile birlikte depremden kurtulanların da ihtiyaçları başlayınca yeni bir mücadele alanı başladı. Önce su; herkes susuzdu, kim yazsa su istiyordu. Tüm Türkiye bu felakete çok hazırlıksız yakalandı. Belki bir iki şehir olsa önce çevre şehirler sonra tüm Türkiye sonra dünya yetişirdi belki de hızlıca ama deprem Türkiye’de 10 ilde yaşanmıştı, Suriye’nin Cenderes (Cinderesi) bölgesi dahil 11 bölge etkilenmişti ve herkesin komşu ilinin yaralı olması sebebiyle çaresizliğin boyutu artıyordu. Hava soğuk, deprem bölgesi kar altında. Bana gelen mesajlarda “kar suyunu eritip içiyoruz, yağmur suyunu toparlıyoruz” gibi paylaşımlar da vardı.
Depremden sağ ve salim kurtulanların, enkazdan çıkanların, hala enkaz başında sevdiklerini bekleyenlerin acil insani yardıma ihtiyacı vardı ve elhamdülillah Türkiye ilk şoku attıktan sonra birbirine kenetlendi ve her yerden yardım tırları bölgeye doğru yola çıktı. Biz bu karmaşada yine sosyal medyadan gelen ihbarları yetkililere hızlıca ulaştırmaya devam ettik. Hangi ilde çadırı nereden alabilir sıcak yemek noktası vb. insanların okuyabileceği her yere işlerine yarayacak bilgiler paylaşmaya devam ettik. Bunu yaparken Adıyaman’dan bir türlü sağlıklı bilgi alamadık. Hem enkaz adresleri yağmur gibi yağdı hem insani yardım istekleri bir an durmadı ama Adıyaman’da doğru düzgün hiçbir yönlendirme yapamadığımıza karar verince biz de Human Movie Team olarak hem bölgede yaşananları anlatalım hem insani yardım organize edelim diyerek AFAD’a başvurarak akredite olduk ve bilgileri dahilinde Adıyaman’a doğru yola çıktık. Niyetimiz özellikle Adıyaman’dan bize gelen ulaşılamayan köylere ekipler ayarlamaktı ama Adıyaman’dan başlayarak Şanlıurfa, Nizip, Gaziantep Merkez, Nurdağı, Islahiye, Kahramanmaraş Pazarcık, Kahramanmaraş Merkez, Hatay Antakya ve Suriye Cenderes bölgesine bir hat çizdik ve hepsini tek tek gözlemleme fırsatı bulduk. Şimdi kısa kısa bölgedeki gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.
Savaş Çıkmış Gibi…
Adıyaman’a bilet almak için THY müşteri hizmetleri biletleme işini direkt havalimanında halledeceğimizi söyleyince hemen İstanbul Havalimanı’nda deprem bölgesine gidenlerin toplandığı bilet check-in bankosundan işimizi hızlıca hallettik ve bize gönüllüler için ayarlanan uçak için bilet verdiler. Bir uçak dolusu farklı görevler için bölgeye giden insanla beraber İstanbul’dan yola çıktık. Adıyaman’a havadan bakma isteğim çok fazlaydı ama bir şey göremedik çünkü dağların arasından geçerek limana indik. İnince bizi askerler ve sürekli kalkan inen helikopterler karşıladı. Sanki savaş çıkmış da muhasara altında kalanlara yardıma gidiyormuşuz gibi hissettim. İşte o an bizi çok zor anların beklediğini anladım. Adıyaman’da AFAD, Afet Koordinasyon Merkezi Üniversite İktisadi Bilimler Fakültesi’nde kurulmuştu. Hızlıca oraya giderek son durumla ilgili bilgi almaya çalıştık ama ortalık çok karışıktı herkes koşturuyordu. Oradan İHH İnsani Yardım Vakfı’nın Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulan Afet Yönetim Koordinasyon bölgesine gittik ve orada da yoğun bir çalışma vardı. Adıyaman’ın köylerinden insanlar geliyordu ve ihtiyaçlarını alıp gidiyorlardı. Kuru gıda çok büyük ihtiyaçtı çünkü köyden gelenler uzaktan geliyordu ve uzun süre onları idare edecek kumanyaya ihtiyaç vardı.
Adıyaman merkeze gitmek için yola çıktık. Havalimanından şehre doğru giderken zaten yıkıntının boyutu kendini ifade etmeye başlamıştı ama merkeze varınca gerçekten olduğumuz yerde durduk ve gözyaşlarımıza hakim olamadık. Her yer her cadde yanından yürüdüğümüz her bina yıkılmıştı. Birkaç enkazda arama kurtarma ekipleri çalışıyordu. Depremden en çok etkilenen yerlerden biri olan Saraybosna Caddesi’ne ulaştık ve insanlarla konuştuk. Enkazda kalmayan veya ailesinden en az birisi ölmeyen kimse yoktu. Biri “burası Alitaşı Mahallesi” dedi. Ömründe bu mahalleye ilk defa gelmiş olmama rağmen ismini bana gelen yüzlerce mesajdan biliyordum. Adıyaman Valilik binası önünde tüm STK’lar ve kurumlar, çadırlarını kurmuştu. Adıyaman’a vardığımızda takvim 12 Şubat’ı gösteriyordu ama sanki her şey az önce olmuş gibiydi. Her yer yıkılmış bir şehir yok olmuştu ve 11 Şubat itibarıyla 4 bine yakın insan hayatını kaybetmişti ve bu sayıya halen enkaz altında kalanlar dahil değildi.
Bölgeden ayrılmadan Adıyaman vali yardımcısını ziyaret ettik. Kriz masası oluşturulmuş yoğun bir şekilde çalışıyorlardı. Kurulan çadır kamplar için eksikleri belirliyor, bir yandan da bölgeye sevkler gerçekleştiriliyordu. Kuru gıda, hijyen malzemeleri ve çocuklar için oyuncağın uzun bir süre değişmeyecek ihtiyaçları olacağını bildirdiler.
Adıyaman’dan sonra Şanlıurfa’ya doğru yola çıktık, hava o kadar soğuktu ki hareket etmekte zorlanıyorduk. Şanlıurfa’ya vardığımızda bize depremi hatırlatacak bir şey görmediğimize şükrettik. Şanlıurfa genelinde 20 bina yıkılmış, 179 kişi hayatını kaybetmişti. Sabah çok erken saatte şehre girdiğimiz için yol kenarındaki araçların çoğunun dolu olduğuna ve insanların korkudan araçta yattıklarına şahit olduk.
Şanlıurfa’dan sonra Gaziantep’e doğru yola çıktık. Nizip burada ilk durağımızdı ve merkezde büyükçe bir alanın yıkıldığını gördük. Polis güvenlik önlemi almıştı ve arama kurtarma ekipleri çalışıyordu. Nizip merkezde başka bir enkazla karşılaşmadık çok şükür. Gaziantep Merkez’e vardığımızda Antep’in her zaman bizi karşılayan sevimli yüzü değil sanki ruhen yaralanmış bir hali ile karşılaştık. Gaziantep Merkez’de bina yıkımı çok olmamıştı ama sizi hüzne boğan en göze çarpan yapı, burçları yıkılan Antep Kalesi’ydi. Gaziantep Kalesi’nin doğu, güney ve güneydoğu kısımlarında bulunan burçlar yıkılmış, kalenin etrafındaki demir korkuluklar çevreye sürüklenmiş. Kalenin yakınında yer alan 17. yüzyılda inşa edilen Şirvani Camisi’nin de kubbesi ve doğu istikametinde duvarı kısmen çökmüştü. Yani hem insanların hem şehirlerin hem de tarihin yok olduğu bir felaket bu.
Gaziantep merkezde lüks evlerin olduğu mahallelerde daha çok yıkım yaşanmış. Merkezde toplam 11 bina enkaz halindeydi. Burada depremin ikinci gününden sonra çadır kurumları ve sıcak yemek dağıtımları vb. ihtiyaçlar giderilmeye başlanmış. Hem evleri yıkılan insanlar hem ağır veya hafif hasarlı olanlar hem de depremden korkarak evine girmeyenler ki bu sayı çok fazlaydı, Masal Park, Festival Park, Gazikent Gençlik Merkezi gibi alanlara yapılan çadır kamplara sığınmışlar ve tüm ihtiyaçları 7/24 karşılanmaya başlanmıştı. Gazikent’te depremden korkan çocuklarla biraz oyun oynamak istedik hem onlar oyalansın hem biz içimizdeki hüznü biraz olsun dağıtalım diye. Anneler kulağımıza çocuğunun depremden çok korktuğunu ve sürekli ağladığını söyledi. O çocuklar oyunla korkularını birkaç saat unuttular.
Yok Olan Yaşanmışlıklar
Gaziantep Merkez’den depremin çok yıkıcı olduğu Nurdağı ve Islahiye’ye doğru yola çıktık. İlk durak Nurdağı oldu. Burada yer kabuğu ikiye ayrılmış, mahalleler, tarlalar, yollar her yer ikiye ayrılmıştı. Nurdağı ilçesinin merkezi de çok kötü durumdaydı köyleri de. Binlerce enkaz vardı bölgede. Yıkılan binalardan koltuk takımları görünüyordu, lambaların olduğu tavanlar yere inmişti. Nurdağı’nda afet koordinasyonu, AFAD üzerinden planlanmış hızlıca kamp alanları yapılmıştı. Merkez’de tek tük insan gözüküyordu pek çoğu toplanma alanlarına geçmiş ve kurulan kamplarda barınmaya başlamıştı.
Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in 60 binlik ilçenin yarısı yok oldu, dediği yerdi Islahiye. Gördüğümüz kadarıyla yeni binaların çoğu karşılıklı yıkılmıştı, sokaklar geçilmez haldeydi. Bazı insanlar araçlarını yakın yerlere park ederek tek tük eşyalarını çıkarmaya çalışıyor, sürekli yaşanan artçı depremler sebebiyle sallanan binalardan koşarak çıkıyorlardı. Islahiye’de GSB Gençlik Merkezi’nde dev bir çadır kamp kurulmuştu. O an kendimi Babusselam Çadır Kampı’nda hissettim. Bu manzaraları hep oralarda görmüştüm. Bu alanda yüzlerce çadır kurulmuş, AFAD ve Tügva gibi sivil toplum örgütleri tarafından sıcak yemek alanı, telefon şarj noktası gibi alanlar oluşturulmuştu. Tuvaletler ve duş alanları da mevcuttu. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan görevli gençler belki de öğretmendiler bilmiyorum, çocukları oynatıyorlardı.
Islahiye’den sonra depremin merkez üssü Pazarcık’a geçtik. Pazarcık merkezde çok yıkım görünmüyordu ama terk edilmiş bir şehir görüntüsü vardı. İnsanlar devletimiz tarafından hızlıca kurulan kamp alanına taşınmıştı.
Pazarcık sonrası Kahramanmaraş’a ulaştık. O ana kadar tuttuğumuz gözyaşları Kahramanmaraş’ta sel oldu aktı. Haber kanallarında günlerdir gördüğümüz Seçkinler Apartmanı’nın önünde hala arama kurtarma işlemleri yapılıyordu. Her yer yıkılmış, Kahramanmaraş diye bir şehir kalmamıştı sanki. Enkazlı yollarda yürümeye çalışırken, ayağınıza bir insanın not defteri, kitabı veya bir çocuğun bebek arabası takılıyordu. Her yerde AFAD ve sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu yardım noktaları vardı. Herkes bir işin ucundan tutmuş çalışıyordu. Ara sokaklarda enkazların arasından yürümeye çalışırken bir kişinin “Bu Nasıl Maraş” türküsünü dinlediğini ve ağladığını gördük. Bu felaketi anlatmaya, gerçekten kelimeler yetmiyor.
100 Yılda Bir Olabilecek Bir Afet
Kahramanmaraş’ta yapılan çalışmaları öğrenebilmek için ulaştığımız Afet Koordinasyon Merkezi’nde Kayseri’den bölgeye atanan koordinatör valimiz Gökmen Çiçek ve koordinatör kaymakamlarımızdan detaylı bilgi aldık. Gökmen Çiçek valimiz şehre geldikleri andan itibaren çok iyi koordine oldukları bilgisini verdi. Bu bölgeye Ağrı, Kocaeli, Kayseri ve Sakarya valileri koordinatör olarak atanmış. İlçe kaymakamları ile birlikte iş bölümü yapılmış. Kocaeli valimiz çadır kentleri, Kayseri valimiz arama kurtarma işlemleri ile cenaze hizmetlerini, diğer valilerimiz ise insani yardım konusunu ve kaymakamları koordine ediyordu. Kahramanmaraş’a 23 farklı milletten arama kurtarma ekibi gelmiş. Valilerimizin bize bildirdiği kadarıyla en fazla Azerbaycan ekibi enkazlardan canlı insan çıkarmış. “Türk kardaşlarımızı yerin altında bırakmayacağız” diyerek girilmesi çok zor kanallara bile girmişler. 14 Şubat 2023 tarihi itibarıyla girilmedik hiçbir enkaz olmadığını her enkazın başında en az dört iş makinası çalıştığını belirttiler. Afet Koordinasyon Merkezi’ni ziyaret eden BM Genel Sekreter Yardımcısı Martin Griffiths’in “100 yılda bir olabilecek böylesi bir felakette dünyada hiçbir devlet bu kadar çabuk toparlanmaya başlayamazdı” sözlerinin kendilerine moral olduğunu söylediler. Kadın derneklerini bölgeye davet eden Vali Gökmen Çiçek “Köylerde pek çok kadının hijyen setine ihtiyacı var, kadın dernekleri gelip, bunları kendileri dağıtmalı” dedi.
Kahramanmaraş’tan sonra istikametimiz Hatay oldu. Hatay’da vali yardımcılarımızla görüştük. Kendileri de enkazdan çıkmıştı hatta biri bacağından yaralıydı. Gözyaşları ile Antakya’ya neler olduğunu ve çalışmalarını anlattılar. Hatay merkezde Defne ilçesi girişinde AFAD merkezi kurulmuş. Bölge illerinden ve ilçelerinden toplam 70 vali ve kaymakam bölgede göreve başlamış. Gelen tüm ihbarlar sahada çalışan ekiplere hızlıca ulaştırılmış. Sağlık Bakanlığı ve UMKE, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi bahçesine bir sahra hastanesi kurmuş. Bu sahra hastanesinden başka ilçelerde de kurulmuş durumda. Hatay’da Stadyum ve Merkez Spor Salonu çevresinde, İskenderun’da Prof. Muammer Aksoy Caddesi’nde çadır kentler oluşturulmuş.
Antakya’ya en son geçen ay gitmiştik ve şimdi bıraktığımız gibi bulamamak çok çok acıydı. Enkazlarında başında arama kurtarma devam ederken her köşe başında bir yardım çadırı bulunuyordu. Pek çok STK yardım noktası kurmuş, herkes elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Enkazlardan çıkan cenazeler, DNA alınarak ve numara verilerek hızlıca defnediliyordu. Hayatımda hiç bu kadar çok cenaze aracını bir arada görmemiştim.
Suriye’den Gelen Ekmek
Son olarak depremin vurduğu Suriye’nin Cenderes (Cinderesi) bölgesine gitmek için bölgede aktif çalışma yapan Fetih İnsani Yardım Vakfı’na başvurarak bizi bölgeye götürmelerini rica ettik. Valilik izinlerimizi hızlıca alarak bizi araçla hemen bölgeye intikal ettirdiler. Depremin vurduğu bölgelerde yaklaşık 4 bin kişi hayatını kaybetmiş, Türkiye’de olup cenazesi buraya gelenlerle birlikte sayı 6 bin olmuştu. Genel olarak ülkenin kuzeyinde ölen ya da enkaz altında kalan 13 bin kişinin, depremden doğrudan etkilendiğini söyleyebiliriz. Bölgede arama kurtarma çalışmaları da çok yavaş ilerliyordu. “Bize ekmek yapıp getirdiler” diyen Fetih Vakfı Başkanı Yılmaz Bolat, bu ekmekleri Antakya bölgesinde 5 bin kişiye dağıttıklarını söyledi.
Hatay Havalimanı'na vardığımızda her yer gönüllülerle doluydu. Herkes kendisini eve götürecek bir uçak bekliyor, yetkililer bunun için koşuşturuyordu. Kimisi telefon şarjı için priz paylaşıyor kimisi yiyecek bir şeyler dağıtıyor kimisi sandalyesini gösterip “ben çok oturdum gel biraz da sen otur” diyerek yardımlaşıyordu. Anadolu insanı destan yazmaya başlamıştı yine. Birbirine kenetlenerek bu yüzyılın felaketinin de üstünden geleceğimizden hiç kimsenin şüphesi olmamalı. Havalimanındaki samimi hava bana bundan emin olmamı sağladı.
Ülkemiz, 500 senede bir olabilecek bir felaket ile karşı karşıya kaldı. Felaketin boyutlarını belki de çok uzun bir zaman sonra daha net görebileceğiz. Bizim gittiğimiz her bölgede kesin ve net bir şekilde gördüğümüz tek şey; başta devletimiz olmak üzere tüm kurumlar, tüm sivil toplum örgütleri, gönüllü insanlar el ele vermiş yoğun bir şekilde çalışıyordu. Bu felaketin yaralarını sarmak için canla başla mücadele ediyordu.
Başımız sağ olsun. Allah yardımcımız olsun. Türkiye kocaman bir cenaze evi. Zaman sabır ve birlik zamanı. Zaman, aramıza fitne koymak isteyenlere karşı tek yürek olma ve beraber yaraları sarma zamanı.
Geçmiş olsun Türkiyem…