2003’teki ABD işgalinin ardından tam anlamıyla bir istikrar yakalayamayan Irak’ta, çözümü en zor olan konulardan biri de Kerkük meselesi gibi görünüyor. Hatta bugün Kerkük’ün, artık bölgesel ve uluslararası gündemi de etkileyen bir mesele haline geldiğini söylemek yanlış olmaz. Zira Kerkük’te son dönemde yaşanan ve sonrasındaki gelişmeler, bunun bir göstergesi. 2017’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) yaptığı referandumdan sonra Irak merkezi hükümeti, Kerkük’le birlikte idari olarak merkezi hükümete bağlı olan, ancak IKBY’nin fiili olarak kontrol ettiği alanlara yönelik bir askeri operasyon düzenlemişti. Bu operasyonun ardından Kürt partileri, Irak hükümetinin tekrar kontrolü sağladığı bu bölgelerden çıkmak zorunda kalmıştı. Ancak Kerkük’ün siyasi pazarlık aracı olarak kullanılmasının, Kerkük açısından her dönemde sorun teşkil ettiği görülüyor.
Zira 2021’deki Irak parlamento seçimleri sonrası hükümet kurma sürecinde Kerkük yeniden bir pazarlık haline geldi. Özellikle Kürdistan Demokratik Partisi (KDP), hükümete destek vermek için Kerkük’e geri dönüşü şart koştu. Mukteda es-Sadr dışında tüm siyasi grupların yer aldığı Devleti Yönetme Koalisyonu’nca oluşturulan ve parlamentoda onaylanan hükümetin programındaki söz konusu şarta ilişkin Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani de bir talimat yayınladı. İşte, Kerkük’te yeniden büro açmasını öngören kararın çıkmasıyla birlikte bölgede tansiyon yükselmiş, Sünni Arapların başını çektiği ve bir kısım Türkmenlerin de katıldığı protesto gösterileri yapılmıştı. Nitekim olaylar sonucu sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, ancak yasağa rağmen gösteriler sürmüştü. Bununla birlikte gösterilerde İran’a yakın Şii milis grubu Asaib Ehlilhak grubuna bağlı kişilerin de yer alması ve zaman zaman kısa süreli silahlı çatışmaların da yaşanması, lokal çatışmaların, yerini geniş çaplı çatışmalara bırakması konusunda endişeler ortaya çıkarmıştı.
Bunun üzerine Irak güvenlik güçleri olaylara müdahale etmiş, taşkınlık yapanlara yönelik operasyon düzenlemiş ve bazı göstericileri de tutuklamıştı. Ardından da Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin, KDP’nin geri dönüşü konusunda, Sudani’nin talimatına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı vermesi ve alınan sert ve etkili önlemler sonucu, olaylar şimdilik kontrol altına alınabildi. Buna rağmen Kerkük’teki sorunların çözüldüğünü söyleyebilmek zor. Özellikle Irak’ta siyaset ve güvenlik dengesi arasındaki korelasyon düşünüldüğünde, Irak’ın yakın zamanda (Aralık 2023) 2013’ten bu yana yapılmayan yerel seçimleri gerçekleştirmek üzere hazırlık yapması, gerginliğin fitilini yeniden ateşleyebilir. Zira bugüne kadarki Irak tecrübesi, hemen her seçim öncesi yaşanan gerginlikleri ile biliniyor. Bu durumun, statüsü tartışmalı ve 2005’ten bu yana bir seçimin yapılamadığı Kerkük için daha da büyük sorunlar üretebilme potansiyeline sahip olduğu görülüyor.
Kerkük Meselesinin Geçmişi
Kerkük sadece bugünün meselesi değil ancak özellikle 2003’ten sonra yaşanan gelişmeler, Kerkük konusunu hem kendi hem de Irak sınırlarının ötesine taşıdı. ABD işgali sonrası Irak’ın kuzeyinde Erbil, Süleymaniye ve Duhok’taki otonom yapıya, 2004’te çıkarılan Irak Geçici Yönetim Yasası ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi adı altında resmi bir federal statü kazandıran Kürtler, bu vilayetlerin dışında Kerkük, Musul, Selahaddin ve Diyala’nın bazı bölgelerinde askeri ve idari kontrolü de ele geçirdi. Bu da IKBY ve Irak merkezi hükümetiyle çekişmeli bir durum oluşturdu. Bu durum, 2005’te çıkarılan Irak Anayasası’nın 140. maddesiyle de anayasal ve hukuki bir süreci beraberinde getirdi.
Ancak özellikle Kerkük’te bu süreci işletmek mümkün olmadı ve bu bölgelerin statüsü belirlenemedi. Irak’taki etnik ve mezhepsel çatışmaların yanı sıra terörle ilgili yaşanan süreçler, siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri istikrarsızlık, Kerkük dahil tartışmalı bölgeler olarak nitelenen bölgelerde Kürtlerin sağladığı kontrolün devamını beraberinde getirdi. Bu, özellikle Kerkük’te idari sürecin aksamasına ve bu vilayette yaşayan Türkmen, Kürt ve Araplar arasında etnik gerilimler ortaya çıkmasına sebebiyet verdi.
Ancak 2017’den itibaren Kerkük’teki denge değişmeye başlarken, etnik, sosyal, siyasal ve askeri gerilimin de içeriği değişti. 25 Eylül 2017’de IKBY’de “bağımsızlık referandumu” yapılırken, Kürt güçlerin kontrolündeki Kerkük ve diğer tartışmalı bölgelerde de uygulanmaya çalışıldı. Bunun üzerine harekete geçen Irak merkezi hükümeti, 16 Ekim 2017’de Erbil, Süleymaniye ve Duhok dışında Kürt güçlerin fiili kontrolünde olan Kerkük ve diğer tartışmalı bölgelere askeri operasyon düzenleyip, buralardaki askeri ve idari kontrolü geri aldı. Ardından, söz konusu bölgelerde Kürt partilerin ofisleri dahi kapatılırken, Kerkük vali yardımcısı olan Arap asıllı Rakan Sait Cuburi de vekaleten vali olarak görevlendirildi. Bununla birlikte Cuburi’nin attığı adımlar da Kerkük’teki dengeler üzerinde önemli etkiler bıraktı. Sünni Arap kökenli olan Cuburi’nin özellikle Kerkük’e yeni Arap nüfusun yerleşmesi, Kerkük’teki idari görevlerde Sünni Araplara öncelik ve avantaj sağlaması gibi kararları, Kerkük’te Türkmen ve Kürtlerin tepkilerine yol açtı. Nitekim Kerkük’te son yaşanan bu olaylar, Kerkük meselesinin tek taraflı adımlarla çözülemediğinin ve çözülemeyeceğinin göstergesi oldu.
Kerkük ve Türkmenlerin Durumu
Bu noktada Türkmenlerin Irak’taki en büyük ve yaygın siyasi organizasyonu olan Irak Türkmen Cephesi’nin (ITC) uzlaşmacı bir yöntem belirlemesi dikkat çekici. Nitekim Türkiye’nin de bu yönde bir telkini söz konusu. Türkmenler, Kerkük’te yaşanacak olası çatışmanın, savunma gücü olmayan Türkmen varlığına yönelik tehdit oluşturacağının farkında. Kerkük’te bir kaos ortamı oluşturulmak isteniyor. Kerkük Milletvekili Erşat Salihi’nin, Kerkük ve çevresindeki terör örgütü PKK ve İran destekli grupların da varlığına dikkat çekerek yaptığı uyarı, dikkat çekici. Zira Kerkük’te oluşturulmak istenen bu kaos ortamında, Türkmenlerin doğrudan hedef alınabileceğinden endişe ediliyor.
Meselenin bir diğer vahim yanı, Kerkük’teki yönetimsel yapının, istikrar ve düzene kavuşmasının engellenmesi. Zira 2005’ten bu yana Kerkük’te vilayet meclisi seçimleri yapılamadı. Bölge, bugüne kadar siyasi emrivakilerle yönetiliyor. Bu emrivaki siyasette, Irak hükümetinde bile temsil edilmeyen Türkmenlerin yer bulması çok zor. Kısa vadede bir çözümün ortaya çıkması da zor gibi. Zira işin hukuki mahiyetinden daha fazla siyasi ve çok taraflı bir boyutu var. Böylece Türkmenlerin hakkı yenmeye devam ediyor.
Kerkük Meselesinin Çok Boyutluluğu
Öte yandan Kerkük iç dinamiklerinin yanı sıra Irak’taki Kürt siyasetinin yürütücü gücü olan Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki mücadele de Kerkük krizinin ana unsurları arasında yer alıyor. Ayrıca Erbil’le Bağdat arasındaki idari ve siyasi uyuşmazlık da Kerkük’e yansıyor.
Öte yandan hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hem de Hakan Fidan’ın ifade ettiği üzere, “Türkmenlerin ana yurdu olan Kerkük’teki” her gelişmeyle Türkiye doğrudan ilgileniyor. Zira Irak’ın istikrarı, toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini bu ülkeye ilişkin ana politika prensibi haline getiren Türkiye, sadece Türkmenler ve Kerkük değil, Irak’ın bütünüyle de doğrudan ilgili... Ayrıca Kerkük’te artan terör örgütü PKK varlığı da Türkiye açısından ayrıca bir endişe konusu.
Bununla birlikte Kerkük meselesiyle İran ve ABD’nin de ilgili olduğu, her iki taraftan yapılan açıklamalarla görünüyor. Birleşmiş Milletler Irak’a Yardım Misyonu’nun (UNAMI) da Kerkük’e özel ilgisi var. Nitekim şu sıralar UNAMI gözetiminde, Kerkük’te yaşayan Türkmen, Kürt, Arap ve Hıristiyan temsilcilerinin yer aldığı bir uyum ve uzlaşı süreci yürütülüyor. Kısacası Kerkük’teki her gelişme, uluslararası kamuoyunun da gündemine yansıyor.
Kürt İç Siyasetinde Kerkük
Böylesi karmaşık bir denklemde hiçbir taraf, Kerkük’ü karşı tarafın inisiyatifine bırakmak istemiyor. Kürtler, siyasi ve ekonomik bağımsızlık noktasında Kerkük’ü kilit bir nokta olarak konumlandırırken, IKBY içerisindeki denklemde de KDP ile KYB’nin birbirine üstünlük kurması için önemli bir koz.
Tarihsel sürece bakıldığında Kerkük’teki Kürt varlığı ve etkinliği açısından KYB’nin ana aktör olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar 2017’den sonra Kerkük’teki kontrol, Kürt gruplardan merkezi hükümete geçse de, KYB’nin Bağdat’la yakın ilişkileri, onun bu bölgedeki konumunu KDP kadar zayıflatmadı. Bu noktada KYB’nin, etkisi sınırlanan KDP’nin tekrar Kerkük’e girmesine sıcak bakacağını söylemek yanlış olur. Bununla birlikte IKBY iç siyaseti KDP’yi yalnızlaştırsa bile, gücünü çok sarsamayan KYB’nin KDP’yi Kerkük “bataklığına” çekmek isteyebileceği de göz ardı edilmemeli. Nitekim KYB Lideri Bafel Talabani’nin, “Gururlu Kerkük halkı, siz sınırsız saygıyı ve önemli hizmeti hak ediyorsunuz; siyasi sorunların çözümünde kullanılmayı ve özel çıkarlar uğruna feda edilmeyi değil” açıklamasıyla, Kerkük’te Kürtlerin gördüğü zararı KDP’ye yüklemeye çalıştığı görülüyor. KYB aynı tutumu IKBY-merkezi hükümet ilişkilerinde de sürdürüyor ve bölgede yaşanan siyasi ve ekonomik krizin sorumlusu olarak KDP’yi hedef gösteriyor. Zira Bafel Talabani’nin, Bağdat’ı Kürtler açısından stratejik derinlik olarak gördüğünü açıklaması, bu anlamıyla manidar. Çünkü olayın bir başka boyutu da IKBY’nin Kerkük dahil olmak üzere Bağdat’ın bilgisi ve izni dışında sattığı petrol.
Bu noktada KYB’nin KDP’ye karşı yeni bir stratejik ortaklık oluşturduğu söylenebilir. KYB’den parti adına yapılan açıklamada, “Başbakan’ın, doğrudan olaya müdahale edip kentteki yerel hükümet, güvenlik güçleri ve Haşdi Şaabi ile koordinasyon içinde sorunu kökünden çözmesinin zamanı geldi” denilmesi, KYB’nin oluşturduğu yeni stratejik ortaklığı gösterir nitelikte.
Ayrıca Kerkük olaylarında İran’a yakınlığıyla bilinen ve hatta ABD’nin resmi terör örgütleri listesinde yer alan Kays el-Hazali liderliğindeki Asaib Ehlilhak isimli grubun rol alması dikkat çekici. Buna rağmen KYB’nin Asaib Ehlilhak yerine KDP’ye yönelik eleştirel bir tavır alması da hayli manidar. KYB’nin İran’la yakın ilişkileri biliniyor. Hatta KYB kontrolündeki Süleymaniye, İran’ın doğal uzantısı gibi değerlendiriliyor. Zira İran, Süleymaniye ile geniş bir sınır hattını paylaşıyor ve Süleymaniye üzerinden Kerkük-Musul-Telafer-Sincar hattını güvence altına alarak, Suriye ile bir bağlantı noktası oluşturmuş durumda. Nitekim bu hatta Şii milis grupların etkinliği dikkat çekici boyutta.
Türkiye’nin Tutumu
Geçtiğimiz günlerde Irak’taki ABD’li askeri güvenlik yetkililerince Irak-Suriye sınırının kontrol altına alındığına yönelik açıklamalar yapılmasının ardından, Kerkük’te olayların çıkması, ABD-İran mücadelesinin Kerkük’e taşınmaya çalışıldığı endişelerini de beraberinde getirmiyor değil.
Bu noktada Dışişleri Bakanı Fidan’ın, İran ziyaretinde Kerkük’e ilişkin detaylı açıklama yaparak, Türkiye’nin pozisyonunu ortaya koyması, uyarı niteliğinde değerlendirilebilir. Zira Fidan, Türkiye’nin Kerkük’ü barış içinde yaşama kültürünün bir sembolü olarak gördüğünü belirterek, bunu bozacak gerginliklere imkan verilmemesi gerektiğini vurguladı. Daha da önemlisi Türkiye’nin Kerkük konusunda tüm toplumsal kesimlerin temsil ve idareye eşit katılımını sağlayacak bir çözümü desteklediğini de ifade etti. Böylece Fidan Türkiye’nin çatışma değil, çözüm üretici pozisyonunu bir kez daha ifade etmiş oldu.
Ancak Türkiye ve Türkmenler dışındaki tüm aktörlerin söylem ve davranışları, şimdilik Kerkük için bir çözüm üretmekten çok gerginliği ve hatta çatışmayı körükleyecek nitelikte. Bu da Kerkük’teki çözüm ve istikrarı baltalıyor. Yerel seçimler öncesi Kerkük gibi kritik bir dengeye sahip vilayette böyle gerginliklerin yaşanması, demokratik, siyasal ve idari süreci baltalayabileceği gibi bunun tüm Irak’ta da yansıması görülebilir.