Kriter > Ekonomi |

Ekonomide Savunma Sanayii Hareketliliği


Türk savunma sanayiinin bulunduğu konumdan çok daha yukarılara çıkabilmesi ve dünya ölçeğinde bir sektör haline gelebilmesi için ise “yerlilik ve millilik” kararlılığını sürdürmemiz ve savunma uzmanı Arda Mevlütoğlu’nun da belirttiği üzere insan kaynağı ve altyapıya çok ciddi yatırımlar yapmamız gerekmektedir.

Ekonomide Savunma Sanayii Hareketliliği

ABD başkanı Lyndon B. Johnson tarafından 5 Haziran 1964’te dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye yazılan mektubun en can alıcı kısımlarından birinde şu ifadeler yer alıyordu:

“Haziran 1947 tarihli antlaşmanın dördüncü maddesi gereğince, askeri yardımın yapılma gayesi haricindeki kullanımları hususunda hükümetiniz, ABD’nin rızasını gözetmek zorundadır... ABD tarafından temin edilmiş askeri malzemenin mevcut koşullar altında Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak bir askeri müdahalede kullanılmasına ABD rıza göstermeyecektir.”

Türkiye’nin Kıbrıs’a girmesi durumunda on binlerce Türk’ün katledileceği ve muhtemel bir Sovyet saldırısında NATO’nun Türkiye’ye yardım etmeyeceği şeklinde “oldukça sert” tehditlerin de bulunduğu “Johnson mektubu” bir buçuk yıllık bir gecikmeyle gün yüzüne çıkmıştı. Türk kamuoyunda önemli bir zihni ve duygusal dönüşüm yaşatan Johnson mektubuyla “yerli ve milli” bir savunma sanayiinin ne kadar gerekli olduğu açık bir şekilde anlaşılmıştır.

Türk savunma sanayii çok uzun zamanlar boyunca oldukça cılız bir görünüm sergilerken, bu yönde atılan bazı adımlar da çok ilginç bir şekilde geri alınmıştır. Örneğin 1925’te kurulan Tayyare ve Motor Türk A.Ş. 1928’de kapatılırken, 1948 yılında kurulan Uçak Motoru Fabrikası 1954’te “traktör fabrikası”na dönüştürülmüştür. Savunma sanayii, Marshall yardımları ve Türkiye’nin NATO üyeliği akabinde daha da geriye gitmiştir. Yardım programları kapsamında başta ABD olmak üzere müttefik ülkelerin ıskartaya çıkmış ve/veya ihtiyaç fazlası askeri silah ve malzemelerinin bedelsiz bir şekilde Türkiye’ye devredilmesi neticesinde Türk savunma sanayiini durma noktasına getirmiştir.

Öte taraftan “Johnson mektubu” ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı akabinde ABD tarafından uygulanan silah ambargosu neticesinde “yerli ve milli” bir savunma sanayiinin hayati öneme haiz olduğunun görülmesiyle birlikte bu alanda “kıpırdanmalar” başlamıştır. Bu çerçevede diğerlerinin yanı sıra 1975’te ASELSAN, 1981’de ASPİLSAN, 1982’de HAVELSAN ve 1984’te TUSAŞ kurulurken, 1987’de Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSK-GV) ve nihayet 1989 yılında da Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) kurulmuştur. Bu süreçte kamu kuruluşları ve kamu destekli kuruluşların yanı sıra birçok özel şirket de savunma sanayiinde belirli bir ağırlığa sahip olmaya başlamıştır. Böylece Türk savunma sanayii 1980’li yıllarla birlikte neşvünema bulmaya başlarken özellikle AK Parti hükümetleri döneminde kendisini göstermeye başlamıştır.

 Ciro ve İhracaatta Artış

Türkiye’de savunma sanayii, 1990’lı yılların sonunda ortalama 1 milyar dolarlık bir ciroya sahiptir. Sektör, 2000’li yıllarla birlikte önemli ölçüde gelişmeye başlamış ve 2015 itibarıyla 5 milyar dolarlık bir ciro seviyesine ulaşmıştır. Yine 1990’lı yılların sonunda ortalama 100 milyon dolar gibi oldukça cılız bir ihracat potansiyeline sahip olan sektörde, toplam ihracat 2015 itibarıyla 2 milyar dolar civarına kadar gelmiştir. Benzer bir süreç de araştırma-geliştirme (AR-GE) faaliyetlerinde yaşanmıştır. 1990’ların sonunda yaklaşık 40 milyon dolar gibi oldukça düşük düzeylerde olan AR-GE harcamaları 2000’lerde önemli oranda yükselmiş ve 2015 itibarıyla 900 milyon doların üzerine çıkmıştır. Türk savunma sanayii diğerlerinin yanı sıra MPT-76 piyade tüfeği, ALTAY tankı ve T-29 ATAK helikopterini yapacak konuma 2000’li yıllarda başlayan bu canlanmayla ulaşmıştır.

Yine dünyanın “en büyük 100 savunma sanayii şirketi” arasında daha önce hiçbir Türk şirketi yer almazken ASELSAN 2008’de 97 ve TUSAŞ da 2012’de 83. sıradan bu listeye girmiştir. Cirosunu üç katından fazlasına çıkaran ASELSAN sadece sekiz yıl içinde 97. sıradan 58. sıraya kadar yükselirken, TUSAŞ da sadece dört yıl içinde sıralamada dokuz basamak yukarı çıkma başarısını göstermiştir.

Türk savunma sanayii görüldüğü üzere 1990’lı ve özellikle 2000’li yıllarda ciddi şekilde gelişmiştir. 1990’lardan önce taarruz helikopteri (Cobra AH-1 W) veya roket sistemi (MLRS) gibi askeri ekipmanlara “hazır alım” ile sahip olunurken, 1990’lı yıllarda zırhlı muharebe aracı ve başlangıç eğitim uçağı gibi askeri ekipmanlar “ortak üretim” ile tedarik edilmeye başlanmıştır. 2000’li yıllarda ise nihayet ALTAY, MİLGEM, ANKA ve HÜRKUŞ gibi “yerli” ürünler geliştirilmeye başlanmıştır.

Yerli Üretim İHA

Bu süreçte özellikle yıldızı parlayan yerli ürün ise Bayraktar Taktik İnsansız Hava Aracı (İHA) olmuştur. BAYKAR tarafından üretilen Bayraktar İHA neredeyse tamamen yerli imkanlarla geliştirilmesi ve en üst düzey teknolojiye sahip olması bakımından önemli bir başarı öyküsü olarak ön plana çıkmaktadır. 630 kg maksimum kalkış ağırlığı, 12 metre kanat açıklığı, 6,5 metre gövde uzunluğu, 150 km haberleşme menzili ve 24 saatten fazla süre havada kalma özelliklerine sahip olan Bayraktar İHA, TSK’nın envanterine giren ilk “yerli ve milli” İHA olmuştur. Bayraktar İHA yer sistemlerine bağlı kalmaksızın tam otomatik iniş ve kalkış özelliklerine, GPS bağımlılığı olmaksızın dahili sensör füzyonu ile seyrüsefer özelliğine ve tam otomatik uçuş kontrol ve 3 yedekli otopilot sistemine sahip olması bakımından dünya klasmanında en yüksek seviyede teknolojiye sahiptir.

Türk savunma sanayii bu çerçevede hatırı sayılır bir “yerli teknoloji”ye ve büyüklüğe kavuşmaya başlamıştır. 1985-2000 döneminde gerçekleştirilen 1,3 milyar dolarlık 10 projenin yüzde 65’i ortak üretim, sadece yüzde 5’i yerli üretim ve yüzde 30’u ithalat iken 2001-2006 döneminde gerçekleştirilen 17 projenin yüzde 42’si ortak üretim ve yüzde 37,5’i yerli üretimdir. 2007-2009 döneminde gerçekleştirilen 20 projede ithalatın payı yüzde 7’ye kadar düşerken ortak üretimin payı yüzde 70 ve yerli üretimin payı da yüzde
23 olmuştur.

2010’lu yıllarda gelişimini sürdüren Türk savunma sanayiinde hem proje sayısı hem de proje büyüklüklerinde önemli bir artış sağlanmıştır. Halihazırda SSM tarafından yürütülen ve imzaları atılmış 233 proje vardır ve toplam bedelleri 29 milyar dolar civarındadır. Bu projelerdeki ithalat oranı sadece yüzde 9 civarında iken, yurt içi geliştirme yüzde 30 ve ortak üretim yüzde 49 civarındadır. Öte yandan sadece 2015 yılı içerisinde SSM tarafından 21 projeye imza atılırken bu projelerin toplam sözleşme bedeli ise 1,25 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu projelerin “yerlilik” düzeyi ise son derece yüksektir. Söz konusu 21 projenin yurt içi geliştirme oranı yüzde 84 iken ithalat düzeyi yüzde 1’in de altındadır.

Hasılı Türk savunma sanayii 2000’li yıllarda hem niceliksel hem de niteliksel olarak önemli ölçüde gelişmiştir. Bu süreçte sektörün toplam cirosu ve ihracat düzeyi ciddi şekilde genişlerken, sektörün yerlilik düzeyi de önemli ölçüde yükselmiştir. Türk savunma sanayiinin bulunduğu konumdan çok daha yukarılara çıkabilmesi ve dünya ölçeğinde bir sektör haline gelebilmesi için ise “yerlilik ve millilik” kararlılığını sürdürmemiz ve savunma uzmanı Arda Mevlütoğlu’nun da belirttiği üzere insan kaynağı ve altyapıya çok ciddi yatırımlar yapmamız gerekmektedir. 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası