Kriter > Dış Politika |

Kıbrıs’ta Yeni Dönemin Ayak Sesleri


KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçimini Ersin Tatar’ın kazanması Türkiye için büyük bir zafer olmuştur. Sabık Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Avrupa Birliği çizgisine yakın olması, ne olursa olsun adanın birleşmesine odaklanması, bunun için tavize hazır bulunması Türkiye’nin Doğu Akdeniz siyasetini tek ayaklı bırakmıştı. Şimdi Türkiye ile benzer bir vizyon paylaşan bir Cumhurbaşkanı var.

Kıbrıs ta Yeni Dönemin Ayak Sesleri
Kıbrıslı Türkler, Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden zaferle çıkışını coşkuyla kutladı, 18 Ekim 2020

Kuzey Kıbrıs’ta son cumhurbaşkanlığı seçimi Doğu Akdeniz’in geleceği, Türkiye’nin bölgedeki politikalarının tesisi ve kökleşmesi ile Kıbrıs Türklerinin haklarının korunması açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Seçimle birlikte sadece 5 yıl süren Akıncı döneminin değil Kıbrıs meselesinin çözümüne dair bir yaklaşımın da sonuna gelinmiş oldu. Türkiye’nin bütün risklerine rağmen 2004’te kabul ettiği, Rumların ve Yunanistan’ın reddettiği adanın birleşmesine dayalı iki bölgeli, iki toplumlu federasyon fikrinin de artık ömrünün tükendiği anlaşılıyor. Bundan böyle gerek KKTC’nin yeni yönetimi gerekse Türkiye iki toplumun egemenliğine dayalı bir çözümü zorlayacak gibi görünüyor.

 

Doğu Akdeniz’de Direnç Merkezi Olarak Kıbrıs

Türkiye’nin Kıbrıs’taki garantörlüğü ve Kıbrıs Türk halkının varlığının korunması sadece adadaki dengeleri değil Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki siyasetinin bütüncül direnç noktasının güçlendirilmesi açısından da önem taşıyor. Bunun nedeni Avrupa Birliği’nin bazı üyelerinin Türkiye’yi kendi sahasına hapsetmek istemesi ve bunun için Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe sürüklemesi.

Avrupa Birliği’ne yakın, Birlik tarafından desteklenen Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) adlı düşünce kuruluşunun mayısta yayımladığı “Deep Sea Rivals: Europe, Turkey, and New Eastern Mediterranean Conflict Lines” başlıklı makalede, “Avrupa Birliği’nin mevcut Doğu Akdeniz politikasının merkezinde, Şubat 2020’de uygulamaya konan yeni yaptırımların gösterdiği gibi Türkiye’nin ‘yumuşak kuşatılması’ bulunmaktadır. Bu önlemler Türkiye’nin sondaj çalışmalarını durdurmak için Kıbrıs (Rum Kesimi), Yunanistan, Fransa ve İtalya’nın talepleri üzerine alınmıştır” denilmektedir.

Bu kuşatma ifade edildiği gibi “yumuşak” değil ciddi bir kuşatma girişimi olarak özellikle 2015-2016’da devreye sokulmuştur. Türkiye’nin güneyinde DEAŞ terör örgütünün faaliyetleri bahane olarak kullanılarak Suriye’nin kuzeyinde PKK-YPG koridoru oluşturulması için ciddi bir girişim hayata geçirilmiştir. Hatta Irak’ın kuzeyinde 2017’de gerçekleştirilen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu da bu kuşatma girişimi ile ilişkilendirilebilir. O günlerdeki tartışmalara bakıldığında İsrail, ABD ve Fransa başta olmak üzere pek çok Avrupa başkentinden girişime destek olunmuş, YPG-PKK koridoru ile birlikte düşünüldüğünde Türkiye’nin Ortadoğu ve Arap dünyasıyla bağını tamamen kesecek bir garnizon devlet kurulması için çaba harcanmıştır.

Yine bugünkü parametrelerle düşünüldüğünde, Doğu Akdeniz’e uzanacak bu yapının, Kıbrıs Türk toplumunun hakları ve varlığı yok sayılarak Kıbrıs Rum Kesimi ile yapacağı bir deniz yetki alanı, Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’nın Türkiye’yi Akdeniz’de gemi yüzdüremeyecek hale getireceği, gerçek amacın bu olduğu söylenebilir.

Bu kuşatmanın Suriye’de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatlarıyla yarıldığı, Irak’ta ise bağımsızlık referandumunun İran ve Bağdat yönetimiyle kurulan ittifak ile boşa çıkarılması, sonrasında Pençe, Pençe-Kaplan ve Pençe-Kartal operasyonlarıyla terör örgütü PKK’nın buradaki üslenmelerinin yok edilmesiyle dağıtıldığı görülmektedir.

Doğu Akdeniz’de ise Türkiye, Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan-İsrail ve Mısır ile bunlara bölge dışından destek veren Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan gibi ülkelerin desteğiyle hapsedilmeye çalışılmıştır. Burada 27 Kasım 2019’da Libya ile imzalanan Deniz Yetki Alanları’na dair anlaşma, sonrasında Libya’da Hafter darbesinin boşa çıkarılması ve Türk donanmasının gövde gösterisi ile bu kuşatmaya karşı çıkılmıştır. Doğu Akdeniz’de kıyısı bulunmamasına rağmen Fransa’nın Avrupa Birliği egemenliğini bahane ederek devreye girmesi, Kıbrıs meselesinin nasıl bir direnç noktası olduğunu gözler önüne sermiştir.

Yukarıda sözü edilen Avrupa Dış İlişkiler Konseyi makalesinde “Kıbrıs Türk halkının egemenliğinin reddinin” bu kuşatma siyasetinin en önemli temeli olduğu vurgulanmakta ve “AB Kıbrıs Rum Kesimi’nin egemenliği ve deniz yetki alanı iddialarını desteklemekte haklıdır: Birliğin KKTC’nin egemenliğini tanımaması bu hukuki politikanın temelini oluşturmaktadır” ifadeleri kullanılmıştır. Yani Kıbrıs Türk’ünün yok sayılması Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenliğini yok saymanın birinci unsuru olarak görülmektedir.

 

Tatar İle Yeni Dönem

İşte bu noktada 18 Ekim 2020’de yapılan ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimini Ulusal Birlik Partisi'nin adayı Ersin Tatar’ın kazanması Türkiye için büyük bir zafer olmuştur. Sabık Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın meseleye yaklaşımının Avrupa Birliği çizgisine yakın olması, ne olursa olsun adanın birleşmesine odaklanması, bunun için tavize hazır bulunması Türkiye’nin Doğu Akdeniz siyasetini tek ayaklı bırakmıştı.

Akıncı’nın İngiliz basınına “Kırım’ın ilhakı” gibi Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanması ihtimalinin “korkunç” olacağı açıklaması, müzakerelerde büyük toprak tavizleri verdiği bir haritanın olduğu iddiası, "Kıbrıs'ta çözüm için topraklarımızın bir kısmını Rumlara geri vermeliyiz" tarzı ifadeleri Ankara’yı zor durumda bırakmıştı. Şimdi Türkiye ile benzer bir vizyon paylaşan bir Cumhurbaşkanı var. Tatar, Kıbrıs sorununa artık farklı bir yaklaşım getirmek gerektiğini, bunun iki egemenlikli bir çözüm olduğunu açıkça dile getiriyor. Tatar “52 yıldır sürdürülen bu müzakere süreçlerinden herhangi bir netice alınamadı çünkü Rum tarafının niyeti açık ve nettir. Türkiye'nin de bizle örtüşen düşünceleri ve beklentileriyle, artık alternatif çözüm modellerinin masaya getirilmesi lazım. Egemen eşitlik temelinde, yan yana yaşayan iki devlet ve o devletlerin iş birliğini daha fazla müzakere masasına getirmek için mücadele vereceğim” diyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da “Kıbrıs'ta iki ayrı halk ve onların kurduğu iki ayrı devlet şu anda zaten vardır. İki halkın barış, refah ve güvenlik içerisinde yan yana yaşayabilecekleri çözümün temeli adadaki gerçeklere dayanmalıdır. Gelinen noktada müzakereleri münhasıran federasyon seçeneği temelinde başlatmanın zaman kaybı olacağını kesinlikle düşünüyoruz. Dolayısıyla artık iki devletli çözümün de gerçekçi bir yaklaşımla masaya getirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Türkiye'nin Kıbrıs'ta adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm bulunması yönündeki iradesi bakidir" sözleriyle Tatar ile aynı politikayı artık yüksek sesle dile getiriyor.

 

Türkiye Oyunun Farkında

Avrupa Birliği ve Yunanistan’ın Türkiye’yi Kıbrıs sorunu üzerinden sahasına hapsetmek istediği artık su götürmez bir gerçek. Bu politikanın Kıbrıs halkının haklarını gasp etmeye dayalı olduğu da Ankara’nın farkında olduğu bir durum. Bu açıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitaben yaptığı 75. yıl konuşmasında ortaya attığı Doğu Akdeniz Konferansı fikri büyük önem taşıyor.

Erdoğan, “Ülkemizi dışlama amaçlı nafile adımların başarı şansı kesinlikle yoktur. Bizim ne Doğu Akdeniz’de ne de başka bir bölgede, kimsenin hakkında, hukukunda, meşru çıkarlarında gözümüz bulunmuyor. Ancak ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin haklarının çiğnenmesine, çıkarlarının yok sayılmasına da göz yumamayız" ifadesini kullanarak tüm kıyıdaş ülkeleri bir konferansa davet etti. Kıbrıs Türk toplumunun da masada eşit bir taraf olarak bulunması gerektiğinin altını çizdi.

Önümüzdeki günlerde Doğu Akdeniz’deki rekabet daha da kızışacak. Türkiye son derece şeffaf, kıyıdaş ülkelerin haklarını hakça ve adil bir biçimde paylaşımını öne süren, alternatif ortaya koyan bir tutum içinde siyasetini sürdürüyor. Kıbrıs Türk halkının varlığının korunması, Libya ile deniz yetki anlaşması, Mavi Vatan doktrini vizyonu ile haklarını korumakta kararlı görünüyor. Karşıt cephede ise geçmişi sömürgecilik olan bazı ülkelerin yönlendirdiği sorunlu yönetimler var. Bu çekişmede KKTC’de Türkiye ile birlikte hareket eden, tarihin doğru tarafında yer alan bir Cumhurbaşkanı’nın iş başına gelmesi Ankara’nın yere daha sağlam basmasının önünü açıyor.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası