Türkiye ekonomisinin 2002-2017 arasındaki performansına bakıldığında kişi başına düşen milli gelirin tam iki katına çıktığı, ekonominin bu dönemde yılda ortalama yüzde 4,8’lik bir büyüme performansı tutturduğu, enflasyonun yılda ortalama yüzde 8,2 düzeyinde gerçekleştiği, -işsizlik oranı yüzde 10’lar düzeyinde kalsa da- istihdam düzeyinin yaklaşık 10 milyonluk artışla 28 milyonun üzerine çıktığı görülmektedir. Bununla birlikte aynı süreçte Türkiye’nin kamu borcunun milli gelire oranında önemli düzeyde bir düşüş görülürken cari açık Türkiye’nin en önemli ekonomik problemleri arasında yer almaya devam etti.
2002’den 2017 sonuna kadar ekonomi performansını değerlendirmek için bu dönemi 2002- 2009, 2009-2013 ve 2013-2017 gibi alt dönemlere ayırmak ve her alt dönemi kendi özel şartları içinde analiz etmek sağlıklı bir değerlendirme yapmak adına önemlidir. 2002-2007 döneminde, Türkiye ekonomisi 1990’larda içinde bulunduğu oldukça kötü durumu tersine çevirmeyi bilmiş, küresel ölçekte likidite bolluğunun yaşanmasının da katkısıyla oldukça yüksek büyüme oranları elde etmiştir. Bu dönemi takip eden yıllar ise Türkiye açısından yeni bir ekonomi hikayesi yazılmasını gerektiren, yapısal değişiklikler yapılmadan kayda değer sonuçlar alınması mümkün olmayan bir dönem olmuş ve bunu politika yapıcılar da defaatle kamuoyu ile paylaşmıştır.
2013’te Bozulan Tılsım
Türkiye ekonomisi dünyadaki pek çok ülkeyi oldukça kötü etkileyen 2008 krizini bir yıllık küçülme ile atlatarak sonraki yıllarda büyümesine kaldığı yerden devam etmiştir. Fakat 2013’ten itibaren ekonomik büyüme oranlarında önceki yıllara kıyasla bir yavaşlama yaşanmış ve yıllık ortalama büyüme 2013-2016 döneminde yüzde 3’ün biraz üzerinde gerçekleşmiştir.
Mayıs 2013’te Türkiye’de borçlanma faiz oranı 4,61 gibi düşük bir seviyeye indi ve IMF’ye olan borçlar sıfırlandı. Kredi derecelendirme şirketi Moody’s bile bu süreçte Türkiye’nin kredi notunu “yatırım yapılabilir ülke” seviyesine çıkardı. Fakat Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’yle birlikte Türkiye yeni bir sürece girdi ve ülkede bir kaos havası oluşturulmaya çalışıldı.
Bu süreçte faizlerin artması yatırımcının finansmana erişimini daha pahalı hale getirerek yatırım ve istihdam düzeyi üzerinde negatif etkilere sahip oldu.
Üzerinden beş yıl geçtikten sonra Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’nin iktisadi etki analizini yapacak olursak, bu olayların zincirleme etki ile Türkiye ekonomisine önemli ölçüde zarar verdiğini söyleyebiliriz. Artan faizlerle beraber yatırım, üretim ve istihdamdaki artış hızının azalması, kurlardaki yükseliş sonucu ithal girdiye ödemelerin TL cinsinden artması ve böylece dış ticaret açığının artması gibi faktörlerin ekonomiye toplam maliyetini tek tek hesaplamak pek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’nin Türkiye ekonomisine zararı ancak yaklaşık olarak tahmin edilebilir.
Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’nden sonra da bir türlü toparlanmasına izin verilmeyen Türkiye ekonomisini 17-25 Aralık süreci, bitmek bilmeyen terör saldırıları ve nihayetinde de 15 Temmuz kalkışması hedef almış ve ekonomi yönetimi şeytan taşlamaktan tavaf etmeye fırsat bulamaz hale getirilmiştir. 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine yönelik olarak alınması gereken tedbirler, yapılması gereken reformlar bir yanda dururken, gün daha çok kriz yönetimi ile harcanmak zorunda kalınmıştır. Üretilen kaos ortamı ve bunun tasfiyesi için harcanan vakit ve kaynaklar ve bunların fırsat maliyeti de bu olayların ekonomiye dolaylı etkileri arasında hesaplanmalıdır.
Orta Gelir Tuzağı
Bugün çokça tartışması yapılan Orta Gelir Tuzağı kavramı bağlamında Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve onu takip eden süreçte Türkiye ekonomisinin yaşadığı darbeleri değerlendirecek olursak, Türkiye ABD doları cinsinden 2013 başlarında kişi başına milli gelirini yüksek gelir grubu sayılabilecek sınıra oldukça yaklaştırmıştı. Ancak her tür sosyal olayın iktisadi yansımaları olduğu gibi Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17/25 Aralık süreci ve 15 Temmuz darbe girişiminin de ekonomi üzerinde önemli ölçüde olumsuz etkileri oldu. Bu olaylara S&P, Moody’s ve Fitch gibi kredi derecelendirme kuruluşları da takvimlerine uymayı bile beklemeden verdikleri acele kararlarla Türkiye’nin puanını düşürerek destek vermeyi ihmal etmediler.
Bu süreçte her ne kadar dünyada da yavaşlayan büyüme rakamları söz konusu olsa da Türkiye ekonomisi son beş yılda yaşadığı bu talihsiz darbeleri yaşamamış olsaydı ekonominin resmi bugün çok farklı olabilirdi.
Direnen Ekonomi Yola Nasıl Devam Etmeli?
İçeriden ve dışarıdan esen tüm olumsuz rüzgarlara rağmen sadece 2009’da bir daralma yaşayan, 15 Temmuz sürecini ise sadece 2016’nın üçüncü çeyreğinde daralma ile atlatan bir ekonomi olarak Türkiye, daha sağlam adımlarla yoluna devam etmek için sanayide büyümeye dayanan bir strateji izlemelidir.
Türkiye’nin ekonomisini ne dış ne de iç saldırılarla yıkılmayacak kadar sağlam bir zemine oturtması gerekmektedir. Bunun yolu da üretimde teknoloji yoğunluğunu artırmak, kendi sermayesini üretmek, üreterek döviz kazanmak, döviz rezervlerine ve yabancı yatırımcıya mahkumiyetini azaltan bir yapı kurmaktan geçmektedir. Türkiye ithalata bağımlılığını peyderpey azaltan, güçlü tarım ve hayvancılık politikası ile en azından kendine yetecek kadar üreten, teknoloji ve inovasyon kabiliyeti gelişmiş bir sanayi ülkesi konumuna geldiği zaman konjonktürel gelişmelerden etkilenme derecesi de azalacaktır.