Kriter > Dış Politika |

AB-Türkiye İlişkilerinde İstikamet Arayışı


AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde yaşamış olduğu yönsüzlük, AB’nin stratejik öngörüsüzlüğü ile doğrudan ilintilidir. Hem AB hem de Türkiye üyelik ilişkisinde önemli kazanımlar elde etme potansiyeline sahiptirler. Türkiye’nin ekonomik gelişimi ve siyasi istikrarını AB olmadan; AB’nin güvenliğini ve vizyon genişlemesini de Türkiye olmadan hayal etmek mümkün değildir.

AB-Türkiye İlişkilerinde İstikamet Arayışı

Türkiye Aralık 1999’da yapılan Helsinki Zirvesi ile Avrupa Birliği (AB) tam üyeliği istikametinde aday ülke statüsü kazanmıştı. Bu statü, Türkiye’nin başta siyasi kriterler olmak üzere AB müktesebatına uyum çalışmalarına ivme kazandırmış, Türkiye kamuoyunda ise AB üyeliği konusunda ciddi bir heyecan oluşturmuştu. Türkiye’deki siyasi karar alıcılar, samimi çabaları ile tam üyelik sürecinde üstlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye yönelik cesur adımlar atarken, Türkiye kamuoyu o dönemde bu çalışmaları büyük ölçüde desteklemişti.

Aradan geçen 22 yıllık süreye ve ilişkilerde yaşanan bütün iniş çıkışa karşın, Türkiye’nin AB’ye daha yakın hale geldiğini söylemek mümkün değil. Bunun da ötesinde hem Türk toplumu hem de Türkiye’deki siyasi karar alıcılar, AB’ye ve AB tam üyeliğine olan inançlarını yitirmiş durumdalar. AB’nin yapısı itibari ile Türkiye’ye karşı hep bir çifte standart uyguladığına dair inanış, artık tüm kesimlerin ortak kanısı haline gelmiş durumda. Belirli kriterler kararlılıkla uygulanırsa ve gerekli adımlar atılırsa, ‘AB Türkiye’yi kabul eder’ diye düşünenlerin sayısı da ciddi derecede azaldı.

 

İrade ve İstikamet Eksikliği

Hem AB açısından hem de Türkiye açısından ilişkinin niteliğinde irade ve istikamet eksikliği bulunuyor. Türkiye’de resmi yetkililer yaklaşık bir yıldır AB ile ilişkilerini canlandırmaya yönelik irade beyanında bulunmaktalar. Ancak AB kanadı, Türkiye ile ilişkilerini yeniden canlandırabilecek yaklaşımın oldukça gerisinde duruyor. 25-26 Mart’ta çevrim içi olarak yapılan liderler zirvesinden Türkiye’yi ilgilendiren açıklamalar geldi. Bu açıklamalarda Türkiye ile ilişkilerin “aşamalı, orantılı ve geri dönülebilir” bir şekilde iyileştirilmesi tavsiyesi vardı. Türkiye gibi aday bir ülke ile ilişkilerin normalleştirilmesinin bu kadar fazla koşula bağlanmış olması son derece samimiyetsiz bir yaklaşım tarzıdır. Türkiye, ilişkilerin güçlendirilmesi konusunda çok daha güçlü ve çok daha samimi bir açıklama beklemekteydi.

Avrupa güvenliğinin adeta sigortası konumunda olan ve dinamik ekonomisi ve üretim alt yapısı ile Birliğe değer katabilecek bir ülkenin kademeli olarak ötekileştirilmesi, Türkiye kamuoyunu şaşırtmasa da üzmüştür. Öte yandan Türkiye ile sorunlarını Birlik dayanışması üzerinde halletmeye çalışan ve Türkiye’ye her fırsatta yaptırım dayatmaya çalışan ülkeler ise Türkiye’ye verilen dengeli mesajdan rahatsız olmuşlardır. Sonuçta ne Türkiye ne de Birlik içindeki Türkiye düşmanları ve Türkiye karşıtları alınan karardan hoşnut olmuşlardır.

 

Göç Anlaşmasına Destek 

AB Liderler Zirvesi’nde Türkiye ile ilgili özellikle Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve vize serbestisinin sağlanması konusunda görüşmelerin tekrar canlandırılması konusundaki tavsiye kararı, liderler zirvesinin Türkiye açısından en olumlu gelişmeleri olmuştur. AB üyesi ülkeler Türkiye ile 18 Mart 2016 Göç Anlaşması’nın desteklenmesine yönelik de destek çıkmıştır. 5 yıl önce imzalanan anlaşma Avrupa’ya yönelik göç dalgasını büyük ölçüde kırmıştır ancak AB yetkililerinin Türkiye’ye vaat ettikleri hususlarda kayda değer ilerleme sağlanamamıştır. Avrupalı yetkililer aradan geçen 5 yıla rağmen daha önceden vaat edip yerine getirmedikleri hususları yeni şartlarla tekrar hayata geçirme vaadinde bulunmaktadırlar. Ancak hem yeni vaatler hem de AB yetkililerinin kararsız tavırları, Türkiye kanadında inandırıcı bulunmamıştır. Her şeye rağmen Türkiye-AB göç anlaşmasının halen yürürlükte ve gündemde olması önemli bir bağdır.

18 Mart Mutabakatı sadece göçmenlerin belirli şartlar karşılığı geri kabulü ve karşılığında Türkiye’ye göçmenlerin ihtiyaçlarını karşılamak için maddi desteği içermemekteydi. Mutabakat aynı zamanda Türkiye’nin üyelik perspektifinin canlandırılması, Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestisinin sağlanması, Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesi, AB ile üst düzeyli toplantıların düzenli olarak yapılmasını ve güvenlik ve dış politika alanlarında iş birliklerinin artırılmasını da içermekteydi. Ama bütün bu mutabakat maddeleri kağıt üzerinde kaldı. Bunun da ötesinde Türkiye-AB ilişkileri özellikle son bir yılda Doğu Akdeniz ve Kıbrıs bağlamlarında oldukça gerilimli bir hale geldi. Fransa, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Avusturya, Türkiye karşıtı bir cephe oluşturmaya çalışırken, özellikle Almanya’nın dengeleyici çabaları Türkiye-AB ilişkilerinin tamamen karşıtlık haline dönüşmesinin önüne geçmiştir.

AB Liderler Zirvesi

AB Liderler Zirvesi video konferans yöntemiyle yapıldı. Belçika’nın başkenti Brüksel’deki toplantıya AB Konseyi Başkanı Charles Michel başkanlık etti. (Olivier Matthys/AA, 25 Mart 2021)

 

İlişkileri Yeniden Tanımlama Çabası

Yukarıda bahsedilen bütün bu olumsuzluklar, Türkiye’yi 22 yıl önce edindiği tam üyeliğe aday ülke statüsünün çok dışına taşımıştır. Türkiye ile ilgili tartışmaların adaylık ve üyelik perspektifinde değil komşuluk perspektifi ile ele alınmakta olması zaten ilişkilerdeki gerilemenin en önemli göstergesidir. Türkiye’nin en üst düzey karar alıcıları, "AB tam üyeliği stratejik hedefimizdir" ve "bu hedeften vazgeçmiş değiliz" derken, Avrupa kanadı Türkiye’yi komşu statüsüne indirgeme çabası içindedir. Türkiye’ye yönelik dışlayıcı ve ötekileştirici tavırları ve bıktırıcı talepleri ile Türkiye’yi tam üyelik perspektifinden vazgeçirmeye çalışmaktadırlar. Böylesi bir çaba ne Türkiye’nin ne de AB’nin çıkarlarına hizmet eder.

2000’lerin başları Türkiye açısından AB uyum seferberliğinin altın yılları idi. Gerek kamu sektörü gerek iş dünyası ve gerekse sivil toplum Türkiye’nin AB tam üyelik sürecine ivme kazandırmak için yoğun ve samimi bir çaba içerisine girdi. Türkiye kanadından bu beklenmedik tavır ve özverili yaklaşım AB tarafında, özellikle Türkiye’nin AB tam üyeliğine karşı olan kesimde bir panik havası doğurdu. AB, o dönemde bu kadar yüksek ve Müslüman bir nüfusa sahip bir ülkenin Birliğe üye olma fikrine hazır değil idi. Üyelik için her ne kadar AB değerleri olarak vurgulanan liberal değerler ve bu değerlere göre işleyen kurumsal yapı ve çerçeveler ön plana çıkarılsa da Birliğin kağıt üzerinde olmayan kural ve normları kendini göstermeye başlamıştı.

 

“Özümseme Kapasitesi”nden “İmtiyazlı Ortaklık”a

Türkiye’nin tam üyelik müzakere süreci başladıktan sonra Türkiye’ye özgü yeni engeller ortaya konulmaya çalışıldı. O dönem Türkiye’nin AB tam üyeliğine karşı olan Alman Şansölyesi Angela Merkel, “özümseme kapasitesi” gibi bir kavram üreterek Türkiye gibi nüfusu fazla ve kültürel ve ekonomik açıdan Avrupa’dan farklılaşan bir adayın tam üyelik konusunda uyumsuz olduğu görüşünü ortaya attı. Merkel, Türkiye’ye üyelikten farklı bir statü düşünülmesi fikrini yaygın bir şekilde dile getirdi. Türkiye için “imtiyazlı ortaklık” tanımlaması o dönemde dolaşıma sokuldu. Türkiye açısından tam üyelik haricindeki seçeneklerin, tatmin edici olmayacağı Türk yetkililerince her ortamda dile getirilmiştir. Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı yaptığı Fransa ve Avusturya, Türkiye’nin üyelik koşullarını yerine getirse bile üye olabilmesi için mevcut üye ülkelerde halk oylaması yapılması şartını dile getirdiler. Dile getirilen bu görüş Türkiye’yi bu zorlu ve uzun tünelin sonunda ışık olmadığına ikna etmeye yönelik bir hamle idi. Birlikten Türkiye’nin tam üyelik çabalarına engellemeye yönelik devamlı surette yeni koşullar dile getirildi. Bütün bu engellemelere karşın hükümet, Kıbrıs Rum Kesimi’nin Birliğe üye olmasına kadar, üzerine düşen sorumlulukları kararlı bir şekilde yerine getirme anlayışı içinde oldu. Bu yaklaşımı da Türk toplumunda büyük ölçüde kabul gördü.

 

Kopma ve İstikametsizleşme 

Kıbrıs sorununa kalıcı ve adil bir çözüm bulmadan Rum Kesimi’nin AB teamüllerine aykırı bir şekilde Birliğe tam üye olarak kabul edilmesi Türkiye’nin tam üyelik süreci ile ilgili önemli bir dönüm noktası olmuştur. Daha sonra Almanya ve Fransa’da iktidara gelen siyasetçilerin Türkiye’nin tam üyeliğine karşı olumsuz tavır ve görüşleri, bu süreci iyice çıkmaza sokmuştur. Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimini kabul etmemesi bahane edilerek müzakere başlıkları dondurulmuş ve üyelik süreci fiili olarak askıya alınmıştır.

Türkiye’nin AB tam üyelik sürecinin Birlik tarafından dondurulması kararının Türkiye açısından son derece önemli sonuçları olmuştur. Türkiye bu dönemden sonra Rusya ile ilişkilerini daha hızlı bir şekilde geliştirmeye başlamıştır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika Türk dış politikasının önemli bir odağı haline gelmiştir ve Türkiye bu bölgede kendi çıkarları doğrultusunda aktif bir dış politika yaklaşımı sergilemiştir. Afrika, Latin Amerika ve Asya açılımları ile Türk dış politikasının çerçevesi genişletilmeye çalışılmıştır. Bu açılım ve genişleme adımlarının hiçbiri tam olarak Türkiye-AB ilişkilerinin yerini tutabilecek mahiyette değildir. Türkiye’nin Batı ile kültürel, siyasi ve iktisadi ilişkileri çok daha derin bir geçmişe sahiptir ancak Avrupa’nın Türkiye’ye kapılarını kapaması Türkiye’nin stratejik ufkunu ve vizyonunu bir ölçüde genişletmesini zorunlu kılmıştır.

 

Türkiye Yeni Açılımlara Dümen Kırdı

Türkiye’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik adımları, bölgedeki yapısal dönüşümler nedeni ile istenilen olumlu sonuçları doğurmamıştır. Türkiye’nin diğer bölgeler ile ilişkiler konusunda atmış olduğu tohumlar ise yavaş yavaş meyvelerini vermeye başlamaktadır. Türkiye Rusya ile ilişkilerinde, Afrika’da, Güney ve Orta Asya’da daha kilit bir aktör konumuna gelmeye başlamıştır.

Türkiye’nin AB tam üyelik serüveni yalnızca Avrupalı ülkeler tarafından değil birçok Müslüman ülke tarafından da yakından takip edilmektedir. Türkiye’ye yönelik uygulanan özel ayrımcılık ve dışlayıcı tavır Türkiye sınırları ötesinde bir etkiye sahiptir. Türkiye’nin AB’ye tam üye olması ise Birliğin her açıdan ufkunu çok farklı noktalara taşıma potansiyeline sahiptir. Türkiye’yi kendi vizyonları açısından yeni bir açılım alanı olarak değil bir tampon bölge olarak görme eğilimi, AB’nin en büyük handikabıdır.

AB’nin Türkiye’ye dair yaklaşımı, yaptırımlarla tehdit ederek ucu açık ortaklık veya komşuluk pozisyonuna razı etme çabasıdır. Bu çaba Türkiye tarafından son derece samimiyetsiz bir yaklaşım olarak algılanmaktadır. 21. yüzyılda rekabet gücü olan ve dinamik bir Avrupa’nın anahtarı Türkiye’den geçmektedir. Bugün AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde yaşamış olduğu yönsüzlük, AB’nin stratejik öngörüsüzlüğü ile doğrudan ilintilidir. Hem AB hem de Türkiye üyelik ilişkisinde önemli kazanımlar elde etme potansiyeline sahiptirler. Türkiye’nin ekonomik gelişimi ve siyasi istikrarını AB olmadan; AB’nin güvenliğini ve vizyon genişlemesini de Türkiye olmadan hayal etmek mümkün değildir. Bu nedenle tarafların birbirleri ile ilişkilerini gerçekçi bir zemine oturtabilmeleri için bu konuyu merkeze almaları elzemdir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası