Kriter > Söyleşi |

Milli İHA Siyasi İradeyle Üretildi


Türkiye savunma sanayii alanında önemli işler yapıyor. Kuşkusuz işin merkezinde olan teknolojinin başında yerli ve milli İHA projesi var.

Milli İHA Siyasi İradeyle Üretildi

Türkiye savunma sanayii alanında önemli işler yapıyor. Kuşkusuz işin merkezinde olan teknolojinin başında yerli ve milli İHA projesi var. Yerli İHA’ların üretilmesi ve kullanılmaya başlanması sadece son dört-beş ayda bile Türkiye’nin terörle mücadelesine çok büyük katkı sundu. Bu yüzden İHA konusu ve savunma sanayii içindeki yeri çok merak ediliyor. Kriter dergisi olarak tüm bu soruları İHA üretiminin merkezindeki BAYKAR Genel Müdürü Haluk Bayraktar’a sorduk.

SÖYLEŞİ: HASAN BASRİ YALÇIN, ABDULLAH ERBOĞA 

Türkiye’de uzun süredir milli ve yerli bir şey üretmek gerektiği hep söylenir. Ama son dönemde İHA alanında bir hızlanma olduğunu görüyoruz. Türkiye savunma sanayiinde nasıl bir dönüşüm yaşadı? Kritik bir kırılma süreci var mıydı? Bu aşamaya nasıl gelindi?

Türkiye’nin savunma sanayii macerasına genel olarak baktığımız zaman Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli atılımlar olduğunu görüyoruz. Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Şakir Zümre ve Nuri Kıllıgil gibi milli girişimci sanayici iş adamı ekolü var. Bunlar bir nevi durumdan vazife çıkartıp bu alanda faaliyet gösteren girişimcilerimiz. 40’lı yılların sonlarına doğru Türkiye’nin kendi stratejik kararını İkinci Dünya Savaşı ortamında ABD tarafından şekillendirilmesi sonucunda gelen Marshall yardımlarıyla bu atılımlar kesintiye uğruyor. Milli girişimci iş adamı modeli yerine artık yurt dışından önemli markaların distribütörlüğünü yapan iş adamı modeli tercih ediliyor. Bugün hala niye yerli arabamız yok tartışmasının nedenleri bir anlamda bu dönemlerde yapılan bu tip tercihlerden kaynaklanmakta. Marshall yardımları ile ordumuz kendi üretimi silahlar yerine hibe zırhlı araç, tank, silah gibi teçhizatlarla donatılıyor.

O kesintiye uğrayan dönem 1974’te Kıbrıs olayları ile karşımıza çıkıyor. 1974’te Türkiye silah ambargosuna maruz kalıyor ve o dönemde tekrar “Kendi uçağını kendin yap” seferberliği başlatılıyor. TÜSAŞ, ASELSAN bu dönemlerde kurulan tesislerimiz. O dönemlerden 2000’li yılların ortalarına kadar bir anlamda yurt dışı hazır alım, kullanım ve belli projelerde de ortak üretim, montaj dönemi olarak nitelendirebiliriz.

Mesela F-16 1984 yılında TAI ile ortak montaj hattının kurulması. Bunun gibi açılan fabrikalar var. 1974’te kuruluşuna imza atılan tesislerden bir tanesi ASELSAN. ASELSAN Kıbrıs Harekatı ambargosunun bir eseridir. ASELSAN’ın kuruluşunun ardından ABD hibe olarak telsiz gönderiyor Türkiye’ye. Bu telsizler sırf ASELSAN iş yapsın diye kullanılmıyor.

2004 yılı sonrasında ise bir kırılma var. Bunu da tetikleyenin en çok çuval hadisesi olduğu ifade ediliyor. Çünkü bu kırılma sivil inisiyatifin yüzde 100 etkisiyle olmuş bir şey değil. Askeri anlamda da bunu destekleyen unsurlar var. Biz bunu o dönem bizzat gördük. Biz o etkiyi hissediyorduk. Artık dünyada da 90’ların sonrasında “ağ merkezli harp” stratejisinin çok önem kazanması, yazılım ve elektronik bileşenlerin platformlarda çok öne çıkması artık kendi imkanlarınızla yatırım yapmanızı aksi takdirde bu silahların kendi aleyhinize kullanılma ihtimalini gösterdi. Teknolojinin gelişimiyle bu durum daha da ön plana çıktı. Yüz yıl önce her şey tamamen mekanikti ama elektronik yazılım girince iş tamamen farklılaştı.

2004 yılı kırılma oldu. Niye? Çünkü 2004 yılından önceki beş yıl içerisinde çok büyük ihaleler vardı üzerine çalışılan. İHA ihalesi, tank ihalesi, helikopter ihalesi… Yani birkaç milyar dolarlık ihaleler vardı. Onların hepsi iptal edildi ve yurt içi özgün geliştirme modeli 2004 yılında uygulanmaya başladı. Bu da en somut olarak İHA konusunda uygulandı. Yani bugün Türkiye İHA teknolojisinde bir noktaya geldiyse bu bir anda olmuş bir şey değil. Gerçekten kesintiye uğratılmış olsa da -mesela biz Baykar olarak birçok engelle karşılaşmış olsak da- sonuçta ortaya konmuş bir irade vardı. Biz aslında bunun sonuçlarını yaşıyoruz.

Terörle Mücadelede İHA’lar

İnsansız hava aracının daha çabuk gelişmesi daha öncü olması, onun daha üretilebilir bir şey olmasıyla mı alakalı yoksa terörle mücadele meselesinde stratejik bir ihtiyaç olarak mı doğdu?

İkisi de. Bir kere gerçekten operasyonlarda kuvvet çarpanı etkisi oluşturan bir teknoloji İHA’lar. Muharip gücünüz vardır ama siz hedefleri düzgün ve hassas bir şekilde tespit edemiyorsanız o gücü kullanamazsınız. Ayrıca asimetrik harp ortamından kaynaklanan durumlar da İHA’lara olan ihtiyacı artırmakta. Üretim ve teknolojik geliştirilebilme açısından da bazı avantajlar sunuyor. Bu alanda attığınız her hamle sizi bir anda en ileri noktaya ulaştırabilir. Çünkü İHA’lar havacılıkta paradigma dönüşümünün yaşandığı bir alan. Geçtiğimiz yüzyıl platform eksenli bir havacılık üzerine kuruluyken artık durum daha çok elektronik, yazılım ve yapay zeka gibi temalar ekseninde devam ediyor.

Askeri sistemler en tepede platformlar, platformların altında alt ana sistemler, alt ana sistemlerin altında malzeme teknolojileri komponentler ve onları oluşturan teknolojiler. Baktığınız zaman kendi içinde askeri kalifikasyon da olacak, askeri standartlar da olacak. Mesela bir tank geliştiriyor olsanız, bir girişimci firma tank yapıyorum diye ortaya çıkamaz. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana oturmuş bir alanda rekabet etmeniz kolay değil. Ama bir girişimci firma -mesela biz öyle ortaya çıktık- İHA’yı ben bu ülkede milli ve bağımsız yapacağım diye ortaya çıkabilir ve çok etkili sonuçlar alabilir. Nitekim bundan on beş sene önce yaptığımız atılımlar sonucunda artık ülkemizde bağımsız bir şekilde İHA’larımızı geliştiriyoruz, üretiyoruz ve askerimizin hizmetine sunuyoruz.

Tank daha komplike olduğu için mi?

Komplike olmaktan ziyade çok uzun yıllardan bu yana yapılmakta olan bir sistem. Bu alanda etkin ve sizi en ile riye taşıyacak hamleler ortaya koymak o kadar da kolay değil. İHA sistemleri yeni gelişen bir teknoloji olduğu için şu standart olsun, şu kalifikasyon olsun denmiyor. Bütün dünyada hiç kimse bunlara takılmadan ilerliyor. Teknoloji her zaman hukuki regülasyonların önündedir. İHA gerçekten yeni gelişen bir teknoloji ve de alt sistem ve bileşenleri açısından bakıldığında tam oturmuş alt ana sanayileri mevcut değil. Bugün otomotive bakın, bir motorun alternatöründen çok temel komponentlerine kadar bütün bileşenlerini piyasadan bulabiliyorsunuz. Oturmuş bir sektör. İHA böyle değil. Yeni gelişiyor. Bunun için de size aslında çok esneklik sağlıyor ve sivil sektörden birçok komponent ve bileşeni de kullanabileceğiniz bir alan. Biz buna “rafta hazır malzeme” diyoruz. Mesela bir İHA’nın uçuş kontrol sistemini yapacaksınız; uçuş sistemi hava aracını dengede tutan, sizin ona yüklediğiniz rotaları otomatik takip etmesini sağlayan bilgisayar sistemi. Bu sistemi yapmak için yazılım geliştiriyorsun. Bir de bilgisayarın elektronik donanım tasarımı ve mimarisi var. O mimari ve tasarımı yapıyorsunuz, onu oluşturan komponentleri (işlemcisi, diyotu, transistörü vb.) bir yerlerden topluyorsunuz. Kendiniz özgün kart tasarımı yapıyorsunuz. Ama komponentleri hazır alıyorsunuz. Çünkü bunları sivil-ticari unsur olarak her yerden temin edebiliyorsunuz. İHA’ların böyle bir yönü var. Bu İHA’ların hızlı gelişmesini de sağlayan bir faktör.

İHA’lara yönelik ihtiyacın artmasını sağlayan uluslararası bir kritik zaman görüyor musunuz? Mesela Körfez Savaşı veya daha sonraki dönem İkinci Irak Savaşı. Şurada daha çok ve net bir şekilde ortaya çıktı ve daha hızlandı dediğiniz bir dönem var mı?

Aslında literatüre baktığınız zaman ABD’nin Bosna’da kullandığı hedef drone’lar var. Keşif drone’ları da var. Daha öncesinde İsrail tarafından Beka Vadisi’nde kullanıldı. İsrail’in özellikle bu alanda atılımı var. Savaşlarda bunları yoğun kullanıyor. En yoğun kullanımın 11 Eylül olayından sonra gerçekleştiğini görüyoruz. Bu bir anlamda aslında teknolojinin sunduğu imkanların, İHA’ların artık bu tür operasyonlarda kullanımına imkan vermesinden kaynaklanmakta.

Körfez Savaşı’nda bile çok yoğun değil mesela. AWACS’lar falan kullanılıyor ama galiba Kosova’da...

ABD’nin Körfez Savaşı’nda henüz oturmuş bir İHA teknolojisi yok. Özellikle Kosova’da GNAT ve elde edilen sonuçlar üzerine daha gelişmiş versiyonu Predator oralarda yoğun olarak kullanıldı. Türkiye bu arada GNAT İHA’ları ithal eden ilk ülkelerden. 10 tane almışız 1994 yılında ama biz o dönemde almış olmamıza rağmen 1994’te ve sonraki yıllarda GNAT ve I-GNAT uçaklarını hiç kullanamamışız mesela. 100 saat ortalama uçuş saatleri. İnanılmaz düşük bir rakam. Hiç kullanılmamış çünkü yapısal olarak herhalde askeri yapımız ve bu teknolojiye bakış açımız bugünkünden çok daha farklıydı.

Yeni Nesil Savaşlar ve İHA

Mesela 90’lı yıllarda bir Revolution in Military Affairs (RMA) meselesi var. Artık endüstri devriminin yarattığı askeri çatışmalar değil de bilgi devriminin yarattığı çatışmalar gerçekleşecek. İşte bu “ağ merkezli harp” vs. ortada olacak ve tüm sistemler birbirine bağlı “systems of system” denilen şekilde hareket edecek. Böyle bir dönem 90’lı yıllarda, 2000’lerin başında çok yaygın bir şekilde kullanıldı ama bu vekalet savaşları vs. devreye girdikten sonra sanki hala firepower’ın etkin olduğu bir yerde kalıyormuşuz gibi bir iddia var. Sizce bu insansız hava araçları hangi dönemin aracı?

Yani ağ merkezli harp olarak baktığın zaman tabii İHA sistemi, yani bunun içinde haberleşme teknolojilerinden sensör teknolojilerine, işlemci teknolojilerinden komuta kontrol teknolojilerine kadar birçok teknoloji bulunmakta. Aslında bu teknolojilerdeki ilerlemeler bizi etkin hale getiriyor. Siz mesela öyle bir haberleşme sistemi çözüyorsunuz ki uydudan haberleşme veya görüş hattından yüksek geniş bantlı haberleşme sistemi geliştiriyorsunuz. O zaman çok yüksek çözünürlüklü görüntüyü aktarma kabiliyeti kazandırıyor size veya öyle bir sensör yapıyorsunuz ki bu taşınabilir oluyor hava aracı üzerinde. Yani bir AWACS uçağına ihtiyaç kalmadan aynı görevi görebilen insansız hava aracı boyutu olacak. Dolayısıyla teknoloji ile etkinlik birbirine çok paralel gidiyor. Ağ merkezli harp de böyle çıkıyor. Her sahada, savaş arenasındaki her bir unsurun bir iletişim vasıtası, bir sensör gibi görülmesi ve tüm noktalardan verilerin belirli hiyerarşik katmanlarda karşılıklı iletimini mümkün kılıyor.

İHA teknolojisi aslında ağ merkezli harbin direkt bir sonucu. Çünkü İHA kendi başına bir şey değil. Yani şöyle düşünün bizim Bayraktar’ın geliştirdiği uçaklar gece gündüz uçuyor. Sınır içi sınır dışı uçuyor. Bunlar uçtuğu anda tüm veriler tüm merkezlere canlı olarak kademe kademe yayılıyor ve en üst kademeden takip ediliyor. Bir angajman kararı çıktığı an da bu karar onu uçuran merkeze iletiliyor. Tam bir ağ merkezli harp hiyerarşisi içeresinde sistem yürüyor yani. Tek başına bir hava aracı uçuran bir yer kontrol istasyonu düşünün; içinde bir pilot var, faydalı yük operatörü var. Hava aracını uçuruyor, onlar orada oturup kendi kendine bir şey yapmıyor. Onlar da izlerken aynı anda görüntü birçok farklı merkeze bu tugay seviyesinden genelkurmay seviyesine kadar yayılıyor ve herkes olduğu seviyede kararı alıyor. Belli bir merkezden bu kararlar da sisteme iletiliyor.

Ağ merkezli harp konseptine uygulama ne kadar bu yapıya uygun teknoloji geliştirilebildiği ile orantılı. Şu an bizim İHA’larda kullanılan bir milli sanal küre var. Piri Reis firması tarafından geliştirilen “CAS” sistemi. Bu bildiğimiz bilgisayar yazılım tabanlı haritalama teknolojisi. Yani bundan belki on yıl önce şu yoktu bu ülkede. Diyelim ki bir bölgede operasyonlar icra ediyorsunuz, belli süre sonunda bir ekip gidiyor yeni ekip geliyor, o geçmiş ekibin hiçbir verisini inceleme, süzme, filtreleme şansınız yok. Yani o bağı çok sağlam kuramıyoruz. Şimdi artık böyle server’ın üzerinde çalışan bir yazılım sistemi var. Bütün veriler canlı, ne olup ne bitiyorsa... İHA uçuyorsa İHA, sahadaki asker varsa, bir olay yapıyorsa o sahadaki asker, herkes verilerini giriyor ve herkes her şeyi canlı görebilme kabiliyetine sahip. Bu da aslında ağ merkezli harbin bir bileşeni.

Türkiye’nin İHA Kapasitesi

Türkiye’nin bu İHA teknolojisinde dünyadaki konumunu değerlendirirseniz ve özellikle sizin kendi pozisyonunuz üzerinden. Nasıl değerlendirirsiniz, neresindeyiz biz bu işin?

Türkiye 2004 yılından sonra bu alanda “Ben milli ve özgün olacağım” şeklinde bir irade koydu ve bu gerçekten tedarik makamı olan Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) şartnamesine de yansıtıldı. Şartnamelerde kritik tüm bileşenler milli ve özgün olsun diye eklendi. İşte eğer yurt içinden bir bileşeni alırsan ve yurt içinden satan bunu sana yurt dışından alıp satıyorsa bu dahi milli sayılmaz gibi kriterler konularak bunlar uygulandı. Mesela bizim örneğimize gelirsek; biz ufaktan mini sınıf İHA’lardan başladık ve dedik ki bu işlerin aslında en kritik unsuru.

Aslında İHA’nın temsil ettiği bir yön de o. Havacılık geçtiğimiz yüzyılda tamamen uçak, hava aracı ve platform eksenliydi. Ama İHA ile bu değişti. Yani tamamen elektronik yazılım güdüm kontrol ve bunların üzerinde yürüyen bir teknoloji oldu. Örneğin biz şu an İHA’ların uçuş kontrol sisteminden gövdesine, kanatçıklarını hareket ettiren server sistemlerinden bataryasına, güç sistemlerinden yerdeki komuta kontrolüne kadar bütün unsurlarını geliştiriyoruz. Burada havacılık ve uçak mühendisliği işin yüzde 10’unda. Yani uçak gövde tasarımı yapmak işin yüzde 10’unu temsil ediyor. İnsansız hava aracının böyle de bir yönü var.

Neredeyiz diye bakarsak şöyle ifade edeyim: Bir kere Türkiye İHA’ları çok yoğun kullanan bir ülke. Ve şöyle bir kriter de var havacılıkta. Uçaklar hangarda durmadığı, uçtuğu sürece gelişir, size bir şey sunar. Siz de onları geliştirebilirsiniz. Yani hangarda yatırdığınız uçak hiçbir yere götürmez sizi. Başınıza bela olur bilakis. O anlamda Türkiye’nin gerçekten çok önemli bir tecrübesi var. Bence Türkiye İHA’ları operasyonel olarak etkin kullanabilen dünyadaki ilk beş-altı ülke içinde. Bu tecrübe bizim gibi milli olarak bu teknolojiyi geliştiren firmaların katkısıyla da çok önemli bir yere geldi. Şimdi şöyle düşünün biz şu an geldiğimiz nokta itibarıyla ufaktan başladık. Mini sınıfından adım adım büyüyerek buraya geldik. Bu tabii bizim duracağımız yer değil ilerleyeceğiz. Bu bir yarış, teknoloji bir yarış. Daha da ileriye götüreceğiz. Ama daha ileriye götürmenin en önemli etkenlerinden birisi sahada yoğun kullanma tecrübesi. Bu faktör bizi çok daha ileriye taşıyacak. Mesela az önce ağ merkezli harp dedik. Buralarda elde edilen tecrübeler, kullanımda elde edilen tecrübelerle ihtiyacın ne olduğunun tespit edilmesi ve bunun bizim aldığımız geri beslemelerle sistemin üzerine eklememiz. Bizi geliştiren bunlar. Yani düşünün siz bir şey yapıyorsunuz, bu kullanılmıyor. Gelişmez zaten.

Burada süreç nedir? Ordu sizden bir teknoloji mi istiyor yoksa siz mi geliştirip orduya sunuyorsunuz? Bu teknolojik gelişmelere siyaset ve bürokrasi ayağı hızlı cevap verebiliyor mu?

Mesela Bayraktar Mini İHA bizim ilk geliştirdiğimiz sistem. Bayraktar Mini İHA’yı ilk talep eden SSM idi. Ve bizi davet etti. Rekabete dayalı bir davet usulüne göre firmalar davet edildi ve hiçbir AR-GE desteği olmaksızın herkes kendi imkanlarıyla uçak geliştirip sundu. Biz birinci çıktık ve Bayraktar Mini çıktı oradan. Örneğin Malazgirt döner kanatlı İHA, bu sistem tamamen kendi inisiyatifimiz ile başlattığımız bir proje. Bayraktar Taktik Blok 2’de de birçok şey var ki bize tedarik veya kullanıcı makamdan talep gelmeden bizzat bizim inisiyatif aldığımız... Biz buna durumdan vazife çıkarmak diyoruz. Bu çok fazla yaşanan bir şey. Yani şöyle bir şey var Türkiye’de… O yapının da değişmesi lazım bence. Değişiyor yavaş yavaş. Şu an nasıl ilerliyor bu iş: İşte asker kullanıcı makamı, SSM tedarik makamı. Bir de endüstri, bunları üreten taraf. Şimdi projeler nasıl oluşuyor? On yıllık tedarik planları var TSK’nın. Bu on yıllık tedarik planından stratejik planları oluşturuluyor ve buradan proje ihtiyaçları ortaya çıkartılıyor. Asker tamamen kendi içinde çalışarak proje ihtiyaçlarını ortaya çıkartıyor. Proje tanımlama dokümanı dediğimiz PTD dokümanlarını SSM’ye iletiyor. Diyor ki benim şu şu özelliklerde şuna ihtiyacım var. SSM de bu özelliklerdeki sistemi, ürünü sektörden tedarik etmeye çalışıyor.

Ancak bu teknolojik olarak ne kadar etkin? Ne kadar ülkenin endüstriyel altyapısının etkinliği ve yetkinliğini değerlendirerek ihtiyaçlar belirleniyor? Bunun birçok teknolojik anlamda sınırı var. Hangi özellik hangi sınırda? Hangisine önem vermek lazım? Sanayimiz hangisine daha yatkın? Buna aslında ülkenin birçok alanından, endüstri ve akademiden de katılım olması gerekir. İşte bugün ABD’de görüyoruz. Battle space olarak adlandırılan test merkezleri var. Üniversitelerden öğrenci, akademisyen ve girişimcileri çağırıyorlar, askerlerle bir araya getiriyorlar ve oralarda tatbikat yapıyorlar. Biz on yıl önce Bayraktar Mini için Güneydoğu’da testler yaparken askerler bize şunu diyorlardı: “Sizin kadar içimize girmiş başka sivil yok.” Halbuki bu ülkenin mühendisi bu ülkenin askeriyle beraber çalışmalı. O ihtiyacı görmesi, hissetmesi ve bilmesi lazım. Eğer mühendis ve asker birbirinden kopuk olursa bu süreç işlemez. Bizim aslında bu yapıda bir dönüşüme ihtiyacımız var. İhtiyaçların tanımlanmasından daha sonra ürünün üretiminde başlayan belli bir süreç silsilesi var şu an Türkiye’de uygulanan. Ama bu geçtiğimiz on yıla göre daha da esnek durumda, daha dinamik yürüyebiliyor. SSM benim gördüğüm kadarıyla daha inisiyatif alabilir durumda. Bundan on yıl önce böyle değildi. Bunlar da önemli projelerin ilerlemesinde.

İHA’lar ve Bölgesel Denge

Bölgesel anlamda rekabet edebileceğimiz aktörler kimler? Türkiye’nin bölgesel olarak İran, İsrail, Mısır, Rusya gibi rakipleri…

İran ve İsrail İHA alanına bizden daha önce girmişler ve yoğun yatırım yaptıkları bir alan. Teknolojik olarak mesela bir hava aracının güdüm kontrol algoritması olsun, seyrüsefer sistemleri olsun bu alanlarda onlardan daha ileri durumdayız. Geliştirmiş olduğumuz üç yedekli uçuş kontrol sistemi ve elde edilen sonuçlar bunu açıkça gösteriyor.

Mesela dünyada ilk defa taktik sınıfı bir hava aracında yani bu ebatta bir hava aracında üç yedekli bir uçuş kontrol sistemi kullanıldı. Yani öyle bir uçuş kontrol sistemi ki düşünün hangardan çıktığı an kendi kendine taksisi, kalkışı ve seyrini yapabiliyor. Ve birçok farklı otomatik kullanım modları var. Tüm iniş aşaması otomatik ve üç yedekli şekilde gerçekleşiyor. İnerken nasıl ineceğine yani rüzgarın şiddetine göre hangi tip otomatik inişi seçeceğine kendi kendine karar veriyor. İndikten sonra frenini yapıyor. Frenini yaptıktan sonra yine tekrar taksisiyle kendi kendine hangara girebiliyor. Bu söylediğim otomasyon şu an yolcu uçaklarında dahi yok. Bu ebattaki İHA’larda da ilk defa böyle bir şey Bayraktar’da var.

İsrail’in Heronları?

Türkiye 2005 yılında İsrail’den 10 adet Heron sipariş etti. Teslimatlarında gecikmeler yaşandı ve ilk teslimatı 2010 yılında gerçekleşti ancak sonrasında lojistik aşamasında birçok aksaklık yaşandı. Bayraktar TB2’ler ise 2014 yı- lından bu yana envanterde ve şu an operasyonel etkinlik anlamında tedarik edilen Heron’lardan çok daha ileri seviyede. Bunun nedeni ise en son teknolojik gelişmeler doğrultusunda geliştirilmiş özgün bir sistem olması.

ABD’nin de İsrail’e ciddi teknolojik desteği var. Ama biz özellikle uçuş kontrol algoritma ve sistemlerinde çok daha ilerde olduğumuzu değerlendiriyoruz. Somut olarak ifade etmek gerekirse: Bayraktar TB2 15 bin saattir havada. Daha iki yıldır operasyonel. Elde edilen neticeleri var. Yani inişinden kalkışına, taksisine kadar tüm aşamalarını otomasyon halinde yapabilen bir sistem. Bizim 2009 yılında ilk geliştirdiğimiz prototipte dahi otomatik taksi park etme özelliği varken, otomatik kalkış iniş özellikleri varken bunların hiçbiri Heron’da yoktu mesela. Ki Heron o dönem kiralık olarak kullanılmaktaydı. İsrailli pilotlar manuel olarak iniş/ kalkış yaptırıyorlardı. Mavi Marmara olayı sonrası bu pilotların ülkeyi terk etmesiyle sıkıntılar daha da arttı. Bu anlamda özellikle uçuş kontrol sistemlerinde ben Türkiye’nin onlardan çok daha ilerde olduğunu söyleyebilirim.

Muharip olarak planlanmış olmasıyla sonradan muharip hale getirilmiş olması arasındaki ayrım meselesi… Mesela Bayraktar ve benzeri Türk firmaları artık doğrudan doğruya muharip olarak planlama aşamalarına geçiyor mu? Yoksa bu daha bizim uzun müddet silahlandırılmışlarla mı gidecek?

Aslında bizim Bayraktar TB2 keşif uçağı olarak tasarlandı. Burada şu var. Bizden talep edilen 18 bin feet’e çıkıp 35 kilo taşıyıp 10 saat uçan bir uçaktı. Biz onu daha ileri teknik özelliklerde 18 bin değil 27 bin feet irtifaya çıkabilen, 35 kilo değil 100 kilo taşıyabilen veya 10 saat değil 24 saat uçabilen bir sistem olarak geliştirdik ki bu mühimmatları taşıyabilsin. Ama tabii taarruzi muharip konseptinde bir İHA değil. Uzun süre uçuş yapabilen, daha süzülen tipte bir uçak gövdesi… Gerçek zamanlı veri toplayıp bunları aktarabilen, belli durumlarda da angajman yapabilen… Ama daha taarruzi muharip sınıfa baktığımız zaman, o zaman platformlar daha hızlı uçan, daha kısa sürede hedeflere varan, manevra kabiliyeti belki biraz daha yüksek ve özellikle taşıma kapasitesi daha fazla hava araçlarına ihtiyacımız var.

Bu geçiş qualitative bir farklılık mı yoksa quantitative bir farklılık mı gerektirir? Yoksa fark daha fazla mı?

Çok doğal bir geçiş. Teknolojik olarak fark yok. Normal, seyrinde bir gidiş aslında. Yani bu söylediklerim aerodinamik olarak böyle. Veya konuya elektronik olarak veya yazılım olarak baktığınız zaman radikal bir fark yok.

Bu yeni bir platform yeni bir yapılanma gerektirir mi?

Yeni bir hava aracı gövdesi gerektiriyor. Bir de ülke olarak türbin motoru teknolojisinde belli adımları atmamız gerekiyor. Şimdi hedef ne? Bağımsız olma. Kritik bileşenlerde bağımlılık olmaması.

Yerli Motor Üretimi

Motor meselesini nasıl çözüyoruz mesela?

Bizim Bayraktar TB2’de piston motoru olduğu ve her yerden tedarik edebileceğimiz bir şey olduğu için sıkıntı olmuyor. Ama türbin motoru olunca öyle olmuyor. Türbin daha kısıtlamaya tabi bir motor. Bu anlamda Türkiye zaten türbin teknolojisine yatırım yapıyor. SSM destekliyor. Şunu da söylemek lazım, milli ve özgün derken bunun temelinde şu yatıyor: Bağımlı olmadan geliştirebilme. Mesela bugün Bayraktar TB2’ye bakalım; bu sistemin tamamını Türk mühendisler mi geliştirdi? Evet. Uçak gövdesinden elektronik sistemlerine, güdümünden yer kontrol sistemlerine kadar ben istediğim an istediğim kadar üretebiliyor muyum? Evet. O yüzden bu milli. Ne kadarı yerli? Yüzde 93’ü yerli. Savunma sanayii ortalaması şu an yüzde 50’lerde. Savunma sanayii ortalaması yüzde 50’lerdeyken böylesine önemli bir teknolojinin yüzde 90’da oluşu çok önemli bir durum. Niye böyle oluyor? Çünkü bunun elektroniğini, yazılımını yaptığınız zaman çok yüksek katma değer elde ediyorsunuz. Millilik savunma sanayii için çok kritik. Belki bir otomotiv sektöründe o kadar kritik diyemeyiz veya normal sivil bir sektör için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Ama savunma sanayiinde millilik gerçekten kritik. Çünkü savunma olduğu an sizden her şey esirgenebiliyor. Birçok yaşanmış örnekleri var. O yüzden bu kritik bileşenlerde Türkiye’de şu anda platform bazında belli adımlar atıldı. Şimdi alt ana bileşenler, alt ana sistemler alanında ilerliyoruz. Tabii bir yandan da malzeme teknolojileri alanında Türkiye ilerliyor. Bu alanlarda daha da ilerleyerek tam istediğimiz noktaya geleceğiz.

Ama işte silahlı, muharip İHA’ya geçtiğimiz zaman onu tedarik edemiyoruz.

Piston motoru yani içten yanmalı motor Bayraktar TB2 için kritik bir bileşen değil. Zaten yüz yıldır piyasada olan bir teknoloji olduğu için dünyanın birçok yerinde üretilen bir ürün. Şöyle bir durum var: Millilik önemli, milli olması lazım ama milli olması için de öncelikler vardır. Mesela Baykar olarak elektronik yazılım bizim için çok önemli bir öncelikti. Sipariş aldığımız adet de belli. Dolayısıyla biz ilk etapta bütün kritik elektronik ve yazılım bileşenlerinin A’dan Z’ye milli olarak geliştirilmesi için çalıştık. Ve şu an bunun sonuçları var, ortada. İşte alt sistemleri. Motor konusunda bir adım sonrasında tribün motoru alanında bir ihtiyaç var. Ülkede ciddi bir ihtiyaç var. Bu alanda da aslında SSM zaten programlar açıyor, destekliyor. Biz de bu anlamda bizi bağlamayacak çözümler oluşturmaya çalışıyoruz.

Siz diyelim karar verdiniz böyle bir taarruz İHA’sına ama SSM’nin ihale ettiği tribün geliştiren firmanın bunu ne kadar sürede geliştireceği belli değil. Böylesi bir durum sizin projelerinizi etkiliyor mu?

Tabii etkiliyor. Ama şöyle; onların bir yol haritaları var. Yani mesela İHA yol haritasını yayınlıyor. İlk defa yol haritasını SSM İHA’lar için yayınlıyor. Belki okumuşsunuzdur. 2035’e kadar bir yol haritası var ve orada motor da onun içinde. Ve o alanda da bir koordinasyon faaliyeti içerisindeler. SSM koordinasyon yapmaya çalışıyor yani. Programlarla birleştirmeye çalışıyor. Birbirlerini engellemeyecek şekilde ilerlemesini sağlamaya çalışıyor.

Asimetrik savaş konseptinde ne tür avantajları var muharip İHA’ların?

Yani bu gerçekten çok önemli bir avantaj. Niye? Bir kere uzun süre havada kalabiliyor. Çok tehlikeli yerlerde bu görevleri icra edebiliyor uzun süre. Ve de tespit edilmeden bunları yapabiliyor. Bu anlamda müthiş bir avantaj.

Uydu teknolojisi daha yüksek olsa? Uydu teknolojisi kullanma planınız var mı?

Yani biz haberleşme sisteminde şu an için uydu kullanmıyoruz. Uydudan faydalanmıyoruz. Görüş hattında haberleşiyoruz. Belli merkezlere anten sistemleri kurarak. Baz istasyonu gibi düşünebilirsiniz. Bizim bu ölçekte geliştirdiğimiz hava aracı için çok gerekli bir ihtiyaç değil uydu haberleşmesi.

Fırat Kalkanı Harekatı’ndan edindiğiniz tecrübeler neler? Baktığınızda şu önemlidir diyebileceğiniz herhangi bir şey var mı?

Fırat Kalkanı Harekatı’nda Bayraktar TB2’ler hava şartları müsait olduğu müddetçe havada askerimize destek sundu. Tabii ki elde edilen birçok tecrübe var. Örneğin merkezi komuta kontrol sistemi projesi bunun bir sonucu.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası