Depremler, doğal afetlerin en yıkıcılarından biri olup can ve mal kaybının en fazla yaşandığı afet türüdür. Türkiye de bir deprem ülkesi olup, hasar veren depremler bakımından dünyada 4. sıradadır. Coğrafi konum itibariyle deprem kuşağı üzerinde yer almakta olup tarih boyunca büyük depremlere sahne olmuş ve bu, sonuçları bakımından ülkemiz genelinde derin trajedilere sebebiyet vermiştir.
6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri
Türkiye’de 1900-2023 arasında 20’sinin şiddeti 7 ve üzeri olmak üzere, can kaybına veya hasara neden olan toplam 269 deprem meydana gelmiştir. 1992 Erzincan depreminden itibaren, 1995 Dinar, 1998 Ceyhan, 1999 Gölcük, 1999 Düzce, 2002 Afyon, 2003 Bingöl, 2010 Elazığ, 2011 Van, 2020 Elazığ, 2020 İzmir depremlerinde can kayıpları, yaralanmalar, başka şehirlere göçler ve yapılarda ağır hasarlar oluşmuştur.
Son olarak; 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde saat 04.17’de 7.7 büyüklüğünde bir depremle bir kez daha karşı karşıya gelmiştir. Aynı gün saat 13.24’te Kahramanmaraş Elbistan merkezli 7.6 büyüklüğünde ikinci bir deprem daha yaşanmış ve ilk depremin ardından ağır hasarlı olan binaların bir kısmı bu depremde yıkılmış, adeta yüzyılda bir olabilecek afetler bir güne sığmıştır.
Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerden 11 kent doğrudan etkilenmiştir. Yıkımın meydana geldiği iller; Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye, Elazığ ve Şanlıurfa olarak açıklanmış; depremlerden bu illerde yaşayan yaklaşık 14 milyon vatandaşımız (ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 16,4’ü) etkilenmiştir.
Resmi rakamlara göre, deprem nedeniyle 50 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybederken, 100 binden fazla vatandaşımız yaralanmış; 40 bine yakın binanın tamamen yıkıldığı raporlanmıştır.
Bu rakamlar, bu yüzyılda ülkemizde meydana gelmiş en büyük deprem olan 1939 Erzincan (Mw:7.9) ve 1999 Kocaeli (Mw:7.6) depremlerinde yaşadığımız kayıplardan fazladır. Ayrıca, depremlerde 105 binden fazla binanın hasar aldığı ve bu felaketin ekonomiye maliyetinin kimi araştırmalara göre 70 milyar dolar, kimi araştırmalara göre 103 milyar dolar, kimi araştırmalara göre ise 150 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir.
Deprem bölgesinde yer alan 650 bin bağımsız birimin yıkık veya acil yıkılması gerektiği, 170 bin birimin orta hasarlı olduğu ve 1,4 milyon birimin de az hasarlı olduğu raporlanırken; yıkılan veya yıkılması gereken yaklaşık 650 bin bağımsız birimin, depremin etkilediği 11 ilin tamamında 2022’de alınan yapı kullanma izin belgesine göre konut sayısının yaklaşık 7 katı olduğu ve tüm Türkiye genelinde 2022’de verilen yapı kullanma izninin de üzerinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bu rakamlarla, yaşanılan bu depremlerden kaynaklı hasarların çok kısa sürede telafi edilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Ancak, ülkemiz tüm vatandaşları, kamu kurum ve kuruluşlarıyla, özel sektör ve inisiyatifleriyle, iktidar-muhalefet bütün siyasi unsurlarıyla birlik ve beraberlik içerisinde; gerek afetten hemen sonra ve gerekse afetin etkisinin tamamen ortadan kaldırmaya çalışıldığı bugünlerde yoğun bir çalışma içerisinde olduğu gözlemlenmektedir.
TOKİ Uygulamaları ve Depreme Direnci
Barınma ihtiyacı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan en temel haklardan birisidir. Devletler, vatandaşlarının barınma ihtiyacını karşılayacak politikalar geliştirmek ve konut sorunlarına çözüm üretmekle yükümlüdürler. 1982 Anayasası’nın 57. maddesinde “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyaçlarını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler” hükmü bulunmaktadır.
Bu düzenlemeden hareketle; kişilerin insan olmanın onuruyla bağdaşır şekilde yaşamalarını temin için, devletin sağlaması gereken en temel haklar arasında sayılan konut hakkı ve konuta tüm kesimlerin erişimi bağlamında; devlet, bazı önlemleri almakta, mevzuat geliştirmekte ve bazı kurum ve kuruluşlarına bu yetki ve görevleri yüklemektedir.
Bu çerçevede ülkemizde, 1960’lardan itibaren kırdan kente göç ve hızlı nüfus artışının ortaya çıkarmış olduğu konut açığını giderme amacıyla; 1984’de 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu yürürlüğe girmiş ve TOKİ’nin ortaya çıkış sürecinde ilk adım atılmıştır. Kanunun yürürlüğe girişinden sonra, 1990’da, 412 Sayılı KHK ile TOKİ Başkanlığı kurulmuştur.
2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesinin ardından, 58. hükümet döneminden itibaren, TOKİ ile Türkiye’deki konut ihtiyacına çözüm üretmek için oluşturulan Acil Eylem Planı’yla Ocak 2003’ten itibaren toplu konut ve kentsel dönüşüm uygulamalarına hız verilmiştir. Bu planla 2007’nin sonuna kadar 250 bin konut yapılması yönünde beş yıllık bir hedef belirlenmiştir. 2008’de yaşanan küresel ekonomik krize rağmen TOKİ, bu hedefini sosyal konut politikalarıyla gerçekleştirmiş; 2011 ortalarında 500 binin üzerinde, günümüzde ise 1 milyondan fazla konut sayısına ulaşmıştır.
Uygulamalarda yaşanan bazı eksikliklere ve imkansızlıklara rağmen TOKİ’nin günümüze kadar uygulamış olduğu politikalar, konut politikaları, dar gelirli vatandaşların konuta erişimi ve sosyal konut anlamında önemli etkilere sahiptir.
TOKİ, inşaat sektörü için sadece bir kamu aktörü olarak hareket etmemiştir. Özellikle kamu-özel iş birlikleri, sektörü besleyen ve mega projeler açısından kentlerin dönüşmesine ivme kazandıran niteliktedir. Ancak, TOKİ’nin ülkemiz konut ihtiyacının sadece yüzde 10-15’lik kısmını karşıladığı dikkate alındığında, konut açığının sadece TOKİ ile kapatılamayacağı ortadadır.
İnşaat sektörünün rakip ya da ortak aktörleri, meslek odaları, teknik bilgiyle değerlendirme yapan farklı kurumlar ve sivil toplum örgütleri tarafından; tek tip projeler ürettiği, düşük kalitede olduğu, şehirlerin uzağında planlandığı, şehirlerin kültürel doku ve siluetleriyle uyum sağlamadığı, yapıldığı çevrelerdeki arsalarda haksız rantlara neden olduğu, piyasada haksız rekabete neden olduğu, sınırsız yetkisinin bulunduğu gibi eleştirilere maruz kalsa da ekonomik yetersizliklerden dolayı hayatı boyunca konut sahibi şansı bulamayan insanlara bu fırsatı en uygun koşullarla sağlayan TOKİ uygulamaları, Türkiye’nin 81 ilinde hızla çoğalmakta ve kent planlamasında belirleyici bir rol oynamaktadır.
Yaşanan depremler sonrasında TOKİ yapılarının, sağlamlığı, depreme dirençli olduğu, malzeme kalitesiyle ilgili eleştirilerin haksız olduğu, zemin tercihlerinin doğruluğu, yatay mimariye yönelişinin doğru adım olduğu bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır.
2002'den bu yana 1 milyondan fazla konut inşa eden TOKİ’nin; Kahramanmaraş'ta 5 bin 545, Hatay'da 8 bin 18, Osmaniye'de 3 bin 323, Malatya'da 20 bin 605, Şanlıurfa'da 17 bin 261, Diyarbakır'da 20 bin 912, Gaziantep'te 27 bin 947, Adıyaman'da 7 bin 65, Adana'da 21 bin 154, Kilis'te ise bin 929 olmak üzere toplam 133 bin 759 konut yaptığı görülmektedir. Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen illerde TOKİ eliyle inşa edilen binalarda yıkım olmadığı, TOKİ konutlarının hiçbirinde yapısal hasarın oluşmadığı resmi kaynaklar tarafından belgelenmiştir.
TOKİ’nin inşa ettiği bu binaların, doğru ve sağlam zeminlerde, gerekli teknik önlemler alınarak ve binalarda uyguladığı "radyan temel", "tünel kalıp taşıyıcı sistem", "yüksek beton dayanımı" gibi depreme karşı çözümlerle doğru imalatlar gerçekleştirilerek yapıldığı tespit edilmiştir. Yapıların, başta deprem yönetmeliği olmak üzere yürürlükteki tüm ilgili kanun ve yönetmeliklere göre projelendirilip gerçekleştirildiği rapor edilmiştir. Bu özelliği ile TOKİ yapıları, deprem bölgesinde ısrarla istenilen ve güvenilen yapılar niteliğinde görülmektedir.
Kentsel Dönüşüm Mevzuatında Deprem Sonrası Değişiklikler
Ülkemizde kentsel dönüşüm uygulamaları ve toplu konut üretimi konusunda; 2000’lerin başında çıkarılan 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıklarının Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Korunması Hakkındaki Kanun ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunların yürürlüğe girmesiyle önemli değişimler meydana gelmiştir.
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir.
6306 sayılı Kanun kapsamında sağlanan dönüşümde devlet, kolluk yetkisini kullanmaktadır. Böylelikle hem insanların can güvenliği sağlanmakta hem de yaşanabilirlikten uzak, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarıyla da çirkin olan yapılaşmalar yerine güvenli ve estetik yapılar inşa edilerek, daha yaşanılabilir kentlerin oluşturulması amaçlanmaktadır.
Kamuoyunda “Kentsel Dönüşüm Kanunu” olarak bilinen 16.05.2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, kabulünden bu yana eleştirilerin hedefinde yer almıştır. Bu eleştirilerde, Kanun’un maddelerindeki düzenlemelerin ötesinde bizzat Kanun’un amacı ve mantığı etkili olmuştur. Nitekim genel olarak bakıldığında, 6306 sayılı Kanun’un afet riski altında bulunan kimselerin temel haklarının güvence altına alınması ve ihtiyaçlarının karşılanmasından ziyade afet ertesinde devletin karşı karşıya kalacağı sorunları bertaraf etme amacı güttüğü görülmektedir.
6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinden etkilenen bölgelerin hızla ayağa kaldırılması ve kentsel dönüşümü yavaşlatan bazı mevzuat engellerini ortadan kaldırma amacıyla; 6306 Sayılı Kanun kapsamında yapılan değişiklik ile deprem açısından riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıkımı ile ilgili idareye daha çok yetki verilmiş ve yıkımın ardından arsa haline gelen taşınmaza ilişkin ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır. 09.11.2023 tarihli ve 32364 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 7471 Kanun ile 6306 Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun çeşitli maddelerinde değişiklikler yapılmıştır.
Bu Kanun uyarınca, kentsel dönüşüm iş ve işlemlerini hızlandırmak amacıyla müstakil tüzel kişiliği haiz “Kentsel Dönüşüm Başkanlığı” kurulmuş ve Kanunda Bakanlığa verilen tüm yetki ve görevler, bu başkanlığa devredilmiştir.
Yine Kanun’da yapılan yasal düzenlemelerle; 2/3 oranında malikin çoğunluğu ile alınabilen kentsel dönüşüm kararı, yüzde 50+1 ile yani hak sahiplerinin salt çoğunluğuyla alınabilir hale getirilmiştir. Düzenlemeyle; yapım işine başlanılması süreleri ciddi manada uzun olduğundan, yapılacak uygulamalar konusunda, hisseleri oranında maliklerin salt çoğunluğu ile karar alınması ve yapı ruhsatı alınması da dahil olmak üzere yeni uygulamaların gerektirdiği ve maliklerin tamamının muvafakatiyle yürütülmesi gereken tüm iş ve işlemlerin maliklerin salt çoğunluğu ile alacakları karara istinaden yapılabilir hale gelmiştir.
Riskli yapı tespitinin, gerekmesi halinde mülki idare amiri tarafından verilecek yazılı izne istinaden yeterli kolluk kuvveti marifetiyle kapalı kapılar veya alanların açtırılması suretiyle yapılabilme; riskli yapıların bir an evvel tespit edilip yıktırılmasını sağlamak maksadıyla, riskli yapı tespitine ve tahliyeye ilişkin tebligatların yapıların kapısına asılmak, maliklere e-Devlet Kapısı üzerinden bildirilmek ve ilgili muhtarlıkta ilan edilmek suretiyle yapılabilme imkanı tanınmıştır.
Diğer taraftan kentsel dönüşümde hak sahipliğinin belirlenmesinde; dar gelirli olanların üzerine kayıtlı ikamet edebileceği başka konut yoksa, bu bağımsız bölümler üzerinde hak sahibine ve hak sahibi evli ise işlem yapıldığı tarihteki eşine oturma hakkı tanınmış ve 6306 sayılı Kanuna hak sahiplerine yapım için nakdi yardım yapılabilmesine imkan sağlanmıştır.
Yerleşim yerlerinde yer alan parsellerin de rezerv yapı alanı olarak belirlenebilmesi, yasal dayanağa kavuşturulmuştur. Bu durum, kamuoyunda da çokça tartışmalara neden olmuş, sanki devletin keyfi uygulamalarla vatandaşı yerinden edebileceğine ilişkin yorumlar yapılmışsa da; Kanunda zaten önceden beri zımnen de olsa mevcut olan yetki, bazı mahkeme kararlarında iptale neden olmasından dolayı, açık bir şekilde yazılmıştır. Yani, uygulama yeni değildir.
Yine, Kanun kapsamında onaylanacak imar ve parselasyon planlarının ilan, askı ve itiraz süreleri kısaltılmış; yapıların yıktırılmasından sonra arsa haline gelen taşınmazlarda ortaklığın giderilmesi (izale-i şuyu) davası açılabilme imkanı getirilmiştir.
Son olarak; 6306 sayılı Kanun kapsamındaki alanlarda hak sahibi olmayan üçüncü kişilerce bu alanlardan taşınmaz satın alınarak dönüşüm neticesinde sağlanacak ekonomik faydadan yararlanma yoluna gidildiği, alanda hak sahibi olup ekonomik gücü düşük olan maliklerin bu şekilde mağdur edildiği, ayrıca alandaki maliklerin değişmesinden dolayı uygulama süreçlerinin uzadığı gözetilerek, dönüşüm alanlarında herhangi bir taşınmaz satılacak ise Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nın bu taşınmazı öncelikle satın alma hakkı düzenlenmiştir.
Yapılan bu düzenlemelerin, başta deprem bölgesinin hızlıca yeniden imarı olmak üzere, İstanbul’daki depreme hazırlık bağlamında kentsel dönüşüm uygulamalarına olumlu katkısı olacağı ümidiyle…