Seçim gündemi, Türkiye’nin bitmeyen gündemidir. Milletin hayatında bir partinin seçim kazanması ve kaybetmesi, büyük değişimlere sebep olduğu için siyasetin yakından takip edilmesi, her zaman vatandaşın birinci gündemi olmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşundan çok partili hayata geçinceye kadar Fransız modeli bir ulus devlet inşa etme süreci, büyük toplumsal sarsıntılara sebep oldu. Tek parti dönemi sona erdiğinde millet derin bir nefes alma fırsatı buldu, fakat ülkenin yaşayacağı travmalar sürüyor hatta bizatihi yeni başlıyordu. Kuruluş ideolojisi olarak devletin bütün kurumları ve kadroları tek parti ideolojisine göre şekillendiği için Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) karşısında seçimi kazanan partiler fiiliyatta iktidara gelmemiş oluyordu. Asker, sivil bürokrasi, iş dünyası ve medya eliyle tek parti iktidarı, muktedir olmayı sürdürüyordu. 1950’den 1960 ihtilaline kadar geçen süreçte, “CHP ve ötekiler” şeklinde bir siyasi iklim oluşmuş, Demokrat Parti (DP) iktidarından sonra CHP kendisinden olmayanları ötekileştirmiştir.
İmparatorluktan ulus devlete geçmeden önce seçkinler düzeyinde İslamcılık, Garpçılık ve milliyetçilik fikirleri yaygınlık kazanmıştı. Üç tarz-ı siyasetin hangisinin sisteme hakim olacağı, çalkantılı dönemlerde büyük tartışmalara sebep olacaktı. Bu açıdan Kemal Karpat, Sultan İkinci Abdülhamid’in İslamcılığını, modern devletin kuruluşunun zeminini oluşturan üç ana unsurdan biri sayarken, Şerif Mardin, onu bir ön milliyetçilik olarak değerlendirir.
Siyasal Ayrışmalar
1950 seçimlerinde CHP’nin geleneksel siyasetine karşı ondan ayrılıp yeni bir parti kuranlar, ülkenin kültürel kodlarına hürmet gösteren bir siyaset benimsedi. Tek parti diktasından bunalan halk, CHP karşısında konumlanan DP’yi ısrarla kendi çizgisine doğru çekti. Bugün sağ-sol diye adlandırılan siyasal ayrışma, henüz 1950’lerde belirgin hale gelmemişti. Tek parti zihniyeti ve ona karşı gelenlerden mürekkep bir seçmen sosyolojisi vardı.
1970’lere gelindiğinde devrimci sol hareketler bütün dünyada yaygınlık kazanmış, bu etki Türkiye’de de fazlasıyla hissedilmiştir. Sağ-sol çatışmaları, milliyetçi bir partinin doğmasına sebep olurken, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte Batıcılık ve radikal milliyetçiliğin gölgesinde kalan İslamcılık fikriyatı, Milli Selamet Partisi (MSP) ile siyasi alana girmiş oldu. Türkiye’de İslamcılığın siyasallaşması, dünyada yükselen İslamcı dalga ile eş zamanlı gerçekleşmiş olsa da tarihsel birikimi ile Türk İslamcılığı, ehli sünnet ve’l cemaat çizgisini koruduğu için dünyadaki bütün örneklerinden daha farklı bir çizgi izleyecektir.
Zamanla CHP, yelpazenin solunu, Adalet Partisi sağını temsil etmeye başlarken, MSP İslamcı parti ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milliyetçi parti olarak anılmaya başlandı. Bunun yanı sıra örgütlü sol yapılardan türeyen irili ufaklı birçok parti ve inisiyatif siyasi hayatta varlık göstermeye başladı. Ancak sol örgütler, zaman zaman CHP’nin içinde, çoğu zaman da kendi içinde çatışan inisiyatiflere dönüşmüşlerdir.
CHP, Türkiye’nin kurucu partisidir. Kuruculuk misyonunun radikal uygulamalarından dolayı dönemin bütün travmalarının sebebi ve sorumlusu olarak hafızlara işlenmiştir. DP iktidarından sonra CHP’nin ötekileştirme siyaseti kalıcılaşmıştır.
Siyasi İklim Dengeleri
Seçmenin oy verme davranışında iki temel yaklaşım ve algı hiç değişmemiştir. Sağ siyaset, daha çok kalkınmayı, gelişmeyi ve büyümeyi temsil etmiş, CHP ise devletçiliği ve devlet ideolojisini temsil etmiştir. Zamanla sekülercilik, solculuk, devrimcilik, Atatürkçülük, ulusalcılık gibi birçok fikir, tek partinin içindeki çoğulculuğu oluşturmuştur.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşanan siyasi çalkantılar, 1970’lerde daha geniş bir yelpaze içinde tekrar yaşanmıştır. Günümüzün siyasi fikirlerinin ve siyasi aktörlerinin çoğunluğu 1970’lerde teşekkül etmiştir.
Kırdan kente göç üzerine yapmış olduğumuz bir araştırmada, Anadolu illerinden büyükşehirlere yönelik yoğun göçün Adnan Menderes dönemi ile başladığını gördük. İlginç olan her ihtilalden sonra bir liberalleşme ve kırdan kente bir göç dalgası gelmiştir. Liberalleşme döneminde bu göçü örgütleyen siyasi hareketler, siyasetin belirleyici aktörleri olmuştur. 1970’leri sol ve CHP organize etmiştir.
1980 sonrası Özal dönemi göç akınlarını, Refah Partisi (RP) örgütlemişti. RP’nin lideri rahmetli Necmettin Erbakan, Alman disiplini ile büyükşehirlerden başlayarak en küçük birim olan mahalleye inen bir örgütleme biçimi oluşturmuştur. Yüz binlerce genci, yaşlıyı, kadını, erkeği teşkilatlandırarak örgütlü bir toplum inşa etmiştir. Bu kitle, sol-sağ tartışmalarından bağımsız kendi tarihi, kendi kültürü ve kendi siyasi geleneğine yaslanarak var olmak istiyordu. Tek parti siyasetinde İslam ve Müslümanlar gericilikle suçlanırken, Necmettin Erbakan, ağır sanayici ve yatırımcı kesimlerin, kalkınmacı siyasetin temsilcisi konumundaydı.
CHP, bütün siyasi oluşumlar karşısında rejimin bekçisi rolünü oynayıp ötekileştirici bir siyasi iklim oluştururken; Bülent Ecevit, parti siyasetinin tarihle, dinle ve hepsinden önemlisi vatandaşların kültürel değerleri ile çatıştığını vurgulayan bir siyaset geliştirdi. Necmettin Erbakan ile birlikte Kıbrıs Savaşı’nın iki kahramanından biri olan Ecevit, 1950 ile başlayan CHP inkırazına son vererek kısa süreliğine de olsa partisini iktidara taşımıştı.
1970’lerde seçmenin oy verme davranışları siyasal ideolojik bir zemine oturmuştu. Türkiye’nin sağcı partisi AP, solcu partisi CHP, İslamcı partisi MSP ve milliyetçi partisi MHP vardı. Her partinin başında karizmatik temsilcileri mevcuttu. Avrupa’da yükselen sol dalganın oluşturduğu etki, Türkiye’deki siyasi partileri aşırı siyasallaşmanın girdabına sokmuş, sağ-sol çatışmaları, siyasetin bir parçası haline gelmişti. 12 Eylül darbesine zemin hazırlamak isteyen güçler, bu çatışmaları bizzat derinleştirmişti. Darbe gerçekleşince darbe öncesi oluşan siyasi kaosun müsebbibi olarak, 12 Eylül rejimi tarafından tutuklanarak hapse gönderilen liderler ve partiler gösterilmişti.
Dünyaya Açılan Türkiye’nin Doğuşu
12 Eylül darbesi birçok siyasetçi tarafından eleştirilse de bir gün önce kızılca kıyamet kopan ülkede, bir gün sonra sükunetin hakim olması millet tarafından olumlu karşılanmıştı. İyi bir devlet adamı ve iyi bir teknokrat olan Turgut Özal, dört eğilimi birleştiren partisi ile darbe sonrası oluşan apolitik tutuma doğru bir yaklaşımla cevap vermiş, tek başına iktidar olarak iki dönem ülkeyi yönetmişti.
Yine darbe sonrası kalkınma, gelişme, liberalleşme, dünya ile bütünleşme dönemi başlamıştı. Devlet siyasetinde istikrar saikı ile devleti dar bir grup seçkin ve ithal ikameci iş adamına mahkum eden sistem, kalkınmayı ve gelişmeyi vurgulayan bir söylemle kırıldı. Dünyaya açılan yeni Türkiye, tek parti zihniyetinin elinden biraz daha uzaklaşıyordu.
Özal döneminde seçmen, siyaset yerine hizmeti ve yatırımı önceledi. Ülke tam bir yatırım seferberliği yaşamaya başladı. Otoyollar, köprüler, şehirlerin bütçe imkanına kavuşması, turizm ve sanayi yatırımları, telekomünikasyon altyapısının kurulması, iletişim teknolojilerinin güçlenmesi, ülkeyi bir daha tek particilerin ve askeri darbe heveslilerinin kontrol edemeyeceği bir iklime taşıdı. 1970’lerde evine veya iş yerine bir telefon almak isteyen bir kişi aylarca, hatta senelerce telefonunun bağlanmasını beklerdi. Özal döneminde telefonların müracaat edilen günde bağlanması, gerçekleşen devrimin büyüklüğünü özetlemeye kafidir.
Devlet gücü, salt tehdit ve kolluk kuvvetleri ile ceberut bir hal almaz. Devlet hizmetlerini tekelde tutmak da bir baskı unsurudur. CHP, her iki uygulamanın da kompetanı olmuştu.
Özal iktidarının büyük kısmı, Kenan Evren diktasının Cumhurbaşkanlığında geçmişti. Bu nedenle hükümetin uygulamaları ne siyasal hayatta ne de yasal zeminde bir oturmuşluk kazanamadı. Özal’ın getirdiği gelişme ve özgürlük ortamı, yasama faaliyetlerinden yoksun kalmıştı. Bu eksiklik, beklenmedik bir şekilde 90’ların siyasi kargaşasını, yani yeni fetret devrini ve 28 Şubat darbe hazırlığının zeminini oluşturdu. Özal’ın Kenan Evren’den sonraki ikinci zorluğu, siyasi deneyimi yüksek, kitleleri peşinden sürükleme kabiliyeti olan parti genel başkanlarının tekrar siyasete dönmesi olmuştu.
CHP’nin yerine kurulan SHP, belediye seçimlerinde ihtilal sayılacak düzeyde bir başarı ortaya koydu, fakat seçimdeki başarısı yerel yönetiminde tekrarlanmadı. SHP, en iddialı olduğu İstanbul’u yönetilmez hale getirmişti. SHP’nin yerel yönetim başarısızlığı, RP’nin Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok ildeki yükselişinin zeminini oluşturdu. RP, siyasi deneyimini ve yönetici altyapısını yerel yönetimde gösterdikleri başarılar üzerine kuracaktı.
Çok partili hayata geçildikten sonra yaşanan DP deneyiminin dışındaki siyasi oluşumların güçlenmesinde ve gerilemesinde, darbelerin rolü çok büyüktür. 1960 darbesi Süleyman Demirel’in AP’sini ortaya çıkarmış ve iktidara taşımıştır. AP’ye oy veren seçmen, Adnan Menderes’in idam edilmesiyle hesaplaşma güdüsü taşıyordu. Parti söyleminin adalet üzerine kurulması bu sebeptendir. Kitleleri sürükleme kabiliyeti açısından Demirel unutulmaz bir siyasi figürdür.
Dönüşen Siyasi İklim
Nasıl ki 1960 ihtilali, AP’nin siyasi iktidarına zemin hazırladıysa, 28 Şubat süreci de bugünkü siyasi iklimi şekillendirmiştir. 28 Şubat darbesi RP’ye karşı yapıldı. Sivil siyaseti dışlayan, militarizmi merkeze koyan bir medya çağında meydana gelen darbe ortamı, tek parti ötekileştirmesini, din düşmanlığını içinde barındırıyordu. “Siyaset, siyasilere bırakılmayacak kadar önemli bir iştir” ifadesi, dönemin amentüsü gibiydi. 28 Şubat darbesi, hükümeti düşürmekle kalmadı, siyaseti de düşürdü ve ülkeyi yönetilmez bir kaosa sürükledi.
AK Parti’yi iktidara taşıyan siyasi iklim, darbe sonrası oluşması bakımından AP’nin ve ANAP’ın kuruluşunu andırmakla beraber, apolitik bir siyaset arayışı açısından Özal’ın ilk dönemini, darbeye karşı oluşan toplumsal tepki açısından Demirel’in yükselişini hatırlatmaktadır.
AK Parti, darbe sonrası iktidar olan partilerle aynı kaderi paylaşmakla birlikte, AP’den ve ANAP’tan çok farklı bir siyasi örgüte sahipti. AK Parti, 28 Şubat döneminin yok ettiği siyasi ortamın ve kaybolan devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesini arzulayan seçmen kitlelerinin oyunu alarak iktidara gelecekti.
Türk seçmenine “siyaset profesörü” demek yanlış olmaz. İki yüzyıl boyunca hiçbir milletin yaşamadığı kadar siyasi çalkantı ve seçim yaşamıştır. Bu bağlamda dünyadaki siyasal değişimler, iç siyasi rekabet ve bu rekabetin dış politik meselelere nasıl yansıyacağı, seçmenin günlük işleri kadar iyi bildiği meselelerdir.
Seçmen davranışının yirmi yılını analiz etmeden önce seçmen davranışını bilme ve sezme kabiliyeti açısından özel bir tecrübeye sahip olan Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsetmek gerekir. Kendisinin karizmatik otoritesi ve siyasi dehası daha parti kurulurken ortaya çıktı. AK Parti’nin ana omurgasını oluşturan kadronun, eski RP’lilerin çalışkanlığından ve vatanperverliğinden halkın hiç kuşkusu yoktu. Fakat orta sınıf seçmende tek bir endişe vardı: Acaba bunlar, sertlik yanlısı bir İslami çizgiye kayabilir mi? Partinin kuruluşuna katılan liberaller, solcular ve ülkücüler, milletin bu korkusunu gidermiş oldu. Partinin yükünü, yine RP’liler çekmeye devam etti. İşte Erdoğan’ın bu siyasi öngörüsü, AK Parti’yi yüzde 50’nin partisi yaptı.
Son 20 Yılın Seçmen Kitlesi
Seçmenlerin oy verme davranışları açısından, partilere dünya görüşünden dolayı oy veren bir seçmen kitlesi vardır. Türkiye’de partilerin sabit seçmen oranı oldukça yüksektir. AK Parti’nin, CHP’nin, MHP’nin, HDP’nin ve diğer partilerin her birinin sabit sayılabilecek bir seçmen kitlesi vardır. Bir de “rasyonel seçmen” olarak tabir edilen hükümetlerin performansını, ülkenin gidişatını dikkate alan bir seçmen grubu vardır. Bir yönüyle iktidarı belirleyen seçmen de bu seçmen grubudur.
2002’den sonraki seçmen hizmete oy veren bir seçmendi. İktidarın yatırımları, icraatları, devleti dirliğe kavuşturması, ekonominin iyileşmesi, demokratikleşme süreçleri AK Parti’ye oy verme davranışının ana sebepleriydi.
AK Parti’nin ilk on yılında dünya sistemi, Türkiye’nin destekçisiydi. Erdoğan’ın Türkiye’nin çıkarlarını öncelemesi, Batılı ülkeleri rahatsız etmeye başlarken, FETÖ ile müstemleke aydınlar Türkiye’yi yolundan çıkarmak üzere karşı safa geçtiler.
Seçmen davranışlarının ideolojik tartışmaların dışına çıktığı bu dönem, devlet iç yapısına sızan FETÖ ile hükümet arasındaki mücadeleyle geçti. Birkaç seçim bu tartışmaların ortasında gerçekleşti.
FETÖ, ülkenin geleceğini yok etmek için harekete geçtiğinde AK Parti’yi CHP’ye düşman etmek için yoğun çaba gösterdi. Bugün ise karşı safa geçip diğer partileri AK Parti’ye karşı kışkırtacak argümanlar geliştirmektedir.
Seçmen davranışları 15 Temmuz’da baştan aşağı değişti. Vatansever bir tepkiyle Erdoğan’a yönelik yoğun bir toplumsal destek oluştu. 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın sergilediği tutumu olumlu bulanların oranı yüzde 95 idi.
Ülkemizin son yirmi yılındaki en büyük değişim, kent nüfusunun kırsal nüfusa oranla olağanüstü düzeyde artış göstermesidir. Kent sakinleri, kırsal ve geleneksel nüfusa göre daha bireysel bir seçmen hüviyeti kazandı. Daha önce grup, cemaat, aile ile birlikte hareket eden seçmen bireyselleşti.
Sosyal medyanın yaygınlık kazanması, seçmen davranışlarında salt içerik etkileşimini ortaya çıkarırken aynı zamanda seçmen “ekonomik seçmen” özelliği de kazandı. Blockchain teknolojileri, birçok genci ekonomik seçmen duyarlılığına yükseltti.
Türkiye’nin tarihsel misyonunu yeniden üstlenmeye başlaması ve bunun karşısında Batılı devletlerin tedbir alma çabası, dış politika meselelerini oy verme davranışını etkileyen önemli bir etken haline getirmiştir.
Cüneyd-i Bağdadi’ye sormuşlar “Allah’a ulaşmanın yolu kaçtır?” diye. O da gökteki yıldızlardan daha çoktur demiş. Bağdadi’nin dediği gibi oy verme davranışları da onlarca ayrı etkileşim kümesinin birleşiminden oluşur.
Siyasi partiler, böylesine karmaşık bir yapı içerisinden başarı çıkarmaya çalışacaklar. Seçmenin düğümünü çözen başarılı olacaktır.