Kriter > Dış Politika |

Mike’a Göre Pandeminin Ekonomi-Politiği


Batılı orta ve orta-üst sınıf beyaz erkekler için sağlık da gıda da savunma da bir siyaset konusudur. Mike’ın kuramına göre bütün Afrika Ebola’dan veya HIV’den kırılırdı ama ne aşı ne de ilaç geliştirme çabası olmazdı eğer beyaz adam tehlikede olmasa idi. Beyaz adam şimdi kendisinden başkasının ancak kendi verdiği aşıyla korunmasını istiyor. Çünkü onun için bu işten kimin kazanacağı önemli.

Mike a Göre Pandeminin Ekonomi-Politiği

Benim kuşağımın ilk salgını 1980’lerdeki HIV idi. İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü. O tarihte ABD’de idim; ilk gelen haberlere göre Afrika’da maymunlardan yerli siyah halka bulaşıyormuş. Dolayısıyla bir iki televizyon haberinden sonra arkası kesildi. Çok geçmedi, sadece siyah Afrikalılara değil ama beyaz Afrikalılara da bulaştığı ortaya çıktı. Ama ta Güney Afrika’daki beyazlara bulaştığı için hakiki beyazlar (yani ABD’nin beyaz halkı) bu virüsün tehlikesine maruz değildi; sorun yoktu. Bu yeni haber dalgası da kolay savuşturuldu.

Aradan bir-iki yıl geçti bu kez ortaya AIDS diye bir şey çıktı; HIV bulaşan insanlarda görünen bir sendrom: Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu. HIV virüsü, hastalıklara karşı direnç göstermemizi sağlayan bağışıklık sistemimizi yok ediyor ve böylece başka hastalıklara yakalanmamız çok kolaylaşıyormuş. AIDS olan basit bir soğuk algınlığına bile vücudu direnç gösteremediği için can veriyormuş. İyi tarafı HIV olunca illa AIDS olmuyorsunuz; AIDS olunca da kendinize dikkat ederseniz, hemen ölmüyorsunuz. Birkaç haberle bu afeti de atlattı ABD’li kentli, orta ve orta-üst sınıf beyaz ahali.

Çok geçmedi yeni bir haber patladı. AIDS, eşcinsel erkekler arasında yayılıyormuş! Bunun da etkisi tahmin edeceğiniz gibi orta-sınıf üst gelir gruplarına mensup, her pazar kiliseye koşan aile babası beyazlar üzerinde sıfıra yakın oldu. O kiliselerde şöyle vaazlar verildi: Bu Tanrı’nın cinsel sapıklara bir cezasıdır. İşte gördün mü İncil’deki yasakları dinlemezsen neler oluyor!

Fakat hali vakti yerinde, evli barklı aile babası, heteroseksüel babalar bu kez ucuz kurtulamadılar çünkü 1990’larda HIV’in insandan insana illa eşcinsel yolla değil, fakat her türlü cinsel yolla bulaştığı ortaya çıktı! Ve kıyamet koptu.

Çünkü evli barklı zengince, kentin üç katlı tek evlerinde oturan kurum veya kuruluşunda orta ve üst düzey yönetici olan beyaz babaların önemli bir kısmının metresleri vardı; bu metreslerin bu evli-barklı aile babalarından sonra kiminle ne halt ettikleri bilinemiyordu. Dolayısıyla bazı papazlar, pazar ayinlerinde bu konuya temastan tümüyle vazgeçtiler; bazı radikal papazlar, özellikle koyu Katolik olanlar, Tanrı’nın sadece eşcinselleri değil ama eşine sadakatsizlik edenleri de cezalandırdığını söylediler. Konu, TV’lerde daha geniş yer tutmaya başladı; bu programlarda iyi aile babası şirket yöneticileri ve milletvekilleri, “Hükumet uyuyor mu? Nerede bu işin aşısı?” demeye başladılar.

 

Beyazlar İçin…

O sırada çalıştığım kurumda, masa-masa dolaşarak çöpleri bir varilde toplayan Jamaika göçmeni bir Mike vardı ki, Karayiplerden getirdiği, öteki arkadaşlarla kolayca paylaşamadığı halk bilgeliği örneklerini, ne hikmetse benimle paylaşır ve giderdi. Bir çöp sepetini alıp kendi variline boşaltmak ne kadar zaman alırsa o kadar zamana sığan bir irfan kırıntısı…

Mike’ın baştan beri ilgisini bu HIV ve AIDS meselesi çekiyor muydu bilmem; ama “Nerede bu aşı?” korosu TV’leri gezip Başkan Bush’u (oğul değil Baba Bush) sıkıştırmaya başladığı günlerde, Mike’ın paylaştığı hikmet kırıntısı şu oldu: “Bak görürsün, şimdi bunun ilacını bulurlar!”

Nitekim ABD hükumeti bu araştırmalara milyarlar akıtmaya ve 1920’lerde geliştirilmiş cüzzamdan Çiçek hastalığına kadar ne kadar aşı, ilaç ve tedavi yöntemi varsa hepsi denenmeye başlandı ve sonunda HIV’nin bulaşması ve AIDS’in öldürmesi önlendi. Mike şimdi kim bilir nerelerde. Karayip halkının bilgelik örneklerinden artık yararlanamıyorum. Ama Koronavirüs salgınının ortaya çıktığı ve sebep olduğu hastalığa “Covid-19” adı verildiğinden kafamda ilk beliren fikir Mike’dan miras idi: “Bu virüse şimdi hemen çare bulurlar, çünkü beyaz adam tehlikede.”

Belki bizler, 2000’lerin dijital dünyasında işlerin fiber optik hızında gelişmesine fazla alıştığımız için pandemi haberinin ortaya çıkmasından, ilk aşının icat edildiği açıklamasına kadar geçen süreyi çok uzun sayıyoruz. Ancak bir virüse karşı aşının icadının bir yıldan az sürede gerçekleşmesi, dünya tıbbı açısından bir mucize. Mike nerede şu anda bilmem. Ama Karayipler hikmeti bir kere daha kanıtlandı: Beyaz adam kendisine bulaşacak virüse hemen çare buldu. Medyanın yorumlarına bakarsak, bu mucizenin sebebi, salgının çok yaygın olması. Biz ne dedik? Salgın o kadar yaygın ki! Korona, mesela Ebola gibi, mesela HIV/AIDS gibi kurban seçerek ilerlemiyor.

Yine gazetelerin ve internet sitelerinin yorumlarına bakarsak, dünya ülkeleri, Covid-19 aşısının geliştirilmesi için bugüne kadar hiçbir hastalıkla mücadeleye yapmadıkları ölçüde para ayırmışlar. Neden acaba?

Yine medya yorumları, dünyanın belli başlı ülkelerinde, Covid-19 aşısı kadar test süresi çabuk tamamlanan ve yetkili makamlar tarafından hızla onaylanan başka aşı yok. Çünkü kitleler için sürü bağışıklığı dışında etkili bir korunma yolu yok; bunu sağlamanın yolu, nüfusunun çoğunluğu genç ülkelerle nüfusunun çoğunluğu yaşlı ülkelerde farklı! Gençler Covid-19 olursa, hastalığı ağır da olsa atlatıyor ve bağışıklık kazanıyorlar. Yaşlı nüfus için bu bağışıklığı edinmenin tek yolu tehlikesiz olan aşı yolu. Gençlerin nüfusa oranını kıtalara göre sıralarsak, liste şöyle: Afrika, Latin Amerika ve Karayipler, Asya, Okyanusya, Kuzey Amerika ve Avrupa. 65 yaşından büyüklerin oranını sıralarsak bu liste tam tersine dönüyor. Bütün ülkelerin genç yaşlı oranı Afrika gibi olsaydı (yüzde 41’e yüzde 3) aşıya filan gerek olmazdı; en azından bu kadar aceleye lüzum görülmezdi ve toplumlar kendi kendilerine bağışıklık kazanırlardı. Hatta bu durumda toplumsal hayatı, ticareti, eğitimi, ulaştırmayı durdurmaya da gerek olmazdı. Ama mesele öyle olmadı. Örneğin Avrupa’da 65 yaşın üstünün oranı yüzde 19; 15 yaşın altındakilerin oranı ise yüzde 16. Sürü bağışıklığı yolunu tercih edenlerin sonu aynen geçen kış İngiltere’de olduğu gibi olurdu. Ağustos’a kadar İngiltere’de Covid-19 kurbanlarının sayısı 50 bin oldu. O tarihten sonra İngiltere sürü bağışıklığından vazgeçti; ama yine de şu ana kadar 126 bin insanı kaybettiler. Sürü bağışıklığı yöntemiyle devam etselerdi bugün İngiltere’de firmalara CEO veya parlamentoya milletvekili olabilecek insan kalmayacaktı.

Mike’ın kuramı yine doğru çıkıyor: Orta sınıf beyaz erkeklerin hayatı tehlikede ise Avrupa siyasetçisi o belayı defetmekte kararlı görünüyor.

Covid-19 Aşı Çalışmaları

AB aşı onay kurumu EMA, Rusya’nın Covid-19’a karşı geliştirdiği Sputnik V aşısını incelemeye almış olduğunu belirtse de henüz Rus ve Çin menşeili aşılara onay vermiş değil. Ancak birçok ülke bu aşıların kullanımına başlamış durumda. Örneğin Balkan ülkesi Sırbistan Covid-19’a karşı aşılamada AB ülkelerinden önde gidiyor. Ülkeye 50 bin doz Sputnik V aşısı daha ulaştı. (Sırbistan Teknoloji Bakanlığı/AA, 22 Şubat 2021) 

 

Desteklerin Kaynağı

Korona salgınıyla mücadelenin başarı sebeplerini çözümlemeye çalışan bir uzman, araştırmaya ayrılan fonların çoğunun özel kişi ve kurumlardan geliyor olmasına işaret etmiş. Zengin kişi ve kurumlar (Bill Gates’in adı geliyor tabii hemen akla!) neredeyse devletler kadar çok para yatırmışlar aşı ve ilaç araştırmalarına. Hayır, Bill Gates’in aşıların içine mikro-çip koyma planına inanmıyorum. Ama dünyanın en zenginler listesinin en tepesindeki üç kişi, para kazanmayacakları bir aşı geliştirme işine neden servetlerinin şu kadarlık bölümünü yatırırlar? Ki, bu adamlar bu işe böyle hevesle girdiler diye, özellikle Latin Amerika, Avrupa ve Asya’da genç nüfus aşı olmamaya karar verdi. Sebep kendilerini korumak olamaz. İnsanlığı korumak olabilir mi? Belki ama Mike’ın teorisi burada da geçerli gibime geliyor: İş dünyasını, kurum ve kuruluşların yönetici sınıfını korumak, sanırım burada da geçerli motiftir.

Bu kuramı sizlere sunma ve bir yandan da kanıtlama çabasını sürdürürken, Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci başta olmak üzere, bu çabada gecelerini gündüzlerine katan bilim insanlarını ana saik saydığımı düşünmeniz asla haklı olmaz. O insanlar, bir kişiyi bile kurtaracaklarını bilseler aynı çabayı gösterirlerdi. Ancak bu kadar çok yatırım ve fonlar kendilerine sunulmayacağı için aynı çabayı, aynı ter, kan ve gözyaşını daha uzun süre dökeceklerdi ve daha uzun zamanda sonuç alacaklardı. Bir laboratuvarda bir fazla araştırmacı çalıştırmanın kendisini, kendi araştırma kadrolarımızdan ve araştırma bütçelerimizden biliyoruz.

Aynı mantıkları devam edelim. Eğer kendi aktif ve üretken nüfus kesiminin bir an önce tehlikeden kurtarılması amacıyla hareket etmemiş olsalardı, AB Kuzey Amerika ülkeleri deneme safhalarını birbirinin üzerine gelecek şekilde hızlandırıp, yüz binlerce kadını ve erkeği denemelere sürerler miydi?

Astra Zeneca aşısının başına gelen talihsizlik gibi, kanda pıhtılaşmaya sebep olduğu söylentisi, normal bir zamanda ortaya atılmış olsaydı, firma bu aşıların tümünü piyasadan toplamaz mıydı? Bir anda AB ve ABD liderleri, çok anlarlarmış gibi aşı uzmanı kesilip, ellerindeki şu kadar doz aşıya temiz kağıdı verirler miydi?

 

Kurtuluş Ama Kimden Gelen Kurtuluş?

Şimdi gelelim, işin siyasal boyutuna ki, meselenin beyaz adam meselesi olduğunu tam belirtmiş olalım. Aşının kaynağı ve milliyeti! Ve antikor değil aşı pasaportu.

Çocuk felci 1940 ve 1950’lerde her yıl 500 bin kişinin ölümüne sebep oluyordu. Sadece 20’nci yüzyılda her bin çocuktan 1’i felç olmuştu. 1930’larda dünyada öylesine büyük bir Polio Aşısı bulma yarışı vardı ki, bugünkü Covid aşısı yarışı onun yanında okul müsameresi gibi kalırdı. Beyaz adamın kendisi değilse bile minik çocuğu tehlikedeydi. Yani Mike’ın kuramı o zaman da geçerliydi.

Bu aşı yarışını kim kazandı? Hatırlıyor musunuz? Sovyet mikrobiyolog Mikhail Petrovich Chumakov. Ama dünya çocuk felci aşısını Amerikalı biyolog Jonas Salk eliyle kazandığına inandı. Evet, Dr. Salk bir çocuk felci aşısı buldu; ama bu enjeksiyonla yapılan bir aşıydı, dünyayı kurtaran ise Chumakov’un Albert Sabin’e verdiği ve dünyayı bir şekere damlatılan ve ağızdan verilen aşısı oldu. Chumakov keşfini neden Sabin’e verdi? Uzun mesele… Ama Chumakov’un enstitüsü Sovyetler çöktükten sonra ayakta kalan nadir kurumlardan birisi oldu ve bugün dünyada Sputnik adıyla vurulan Covid aşısını keşfetti. Çin de öyle. Çin Korona’nın ilk kez görüldüğü ülke idi ve sadece kendi bir buçuk milyar nüfusunu korumak için değil nerede ise 2 milyar insana yetecek kadar aşı üretti. Rusya, Sputnik aşısının know-how’ını ücretsiz ve imalatı için gerekli teçhizatını maliyetine isteyen ülkeye veriyor.

Ama AB aşı onay kurumu, Çin aşısına da Rus aşısına da aylar geçmesine rağmen hala onay vermedi. Bu iki aşının da AB’nin sağlık onay kurumunun onay verdiği aşılar gibi insanı Covid-19’dan koruyan antikorların oluşmasını sağladığı biliniyor. Bilinmese dünyada 27 ülke Sinovac’a, 50 ülke Sputnik’e kendi yurttaşlarını emanet eder miydi?

Peki! Benim AB’ye gidebilmek için illa EMA’nın onayladığı bir aşıyı vurunmuş olmam mı gerekiyor yoksa yeterli antikora sahip olmam mı? Benim AB’de Covid-19 olup ülkeye yük olmamı önlemek için antikorlarımı hangi yolla elde ettiğimin ne önemi var?

Var. Çünkü orta ve orta-üst sınıf beyaz erkekler için sağlık da gıda da savunma da bir siyaset konusudur. Mike’ın kuramına göre bütün Afrika Ebola’dan veya HIV’den kırılırdı ama ne aşı ne de ilaç geliştirme çabası olmazdı eğer beyaz adam tehlikede olmasa idi. Beyaz adam şimdi kendisinden başkasının ancak kendi verdiği aşıyla korunmasını istiyor. Çünkü onun için bu işten kimin kazanacağı önemli.

Mike, kulakların çınlasın dostum. İnan bana okusaydın bugün senin adınla anılan en az on kuram olurdu. Okuyamama sebebin de muhtemelen beyaz adam. Gözlerinden öperim.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası