Birleşik Krallık’ta Brexit oylaması esnasında ben de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi yaz oturumu için heyetimizle Strasburg’daydım. Hem Brexit’in gölgesi hem de oylanan Türkiye raporu nedeniyle önemli gözlemler gerçekleştirdik. Türkiye, Avrupa Konseyi’nde izleme sonrası süreci tamamlamaya çalışıyor. 1980 darbesinde Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden olan Türkiye izlemeye alınmıştı. Bir tür karantina bu. Biz bu süreçten çıktık ve izleme sonrası süreci tamamlayarak defteri kapatmak istiyoruz.
Ancak geçen hafta görüştüğümüz “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” isimli rapor bu süreçle ilgili değildi. Raportörler ile uzun görüşmeler yapmış, onları Türkiye’de ağırlamış ve haklı tezlerimizi anlatmıştık. Bunların hiçbiri yansımadığı gibi, rapor son derece yanlı bir halde genel kurula indi.,
Üstelik Avrupa Konseyi’ndeki en küçük grup olan Birleşik-Sol’un ve Hollandalı vekil Omtzigt’in HDP’ye verdiği üstün destekle rapor birden Türkiye’nin tekrar izleme/denetim sürecine geri gönderilmesi için bir “Truva atı”na dönüştürülmek istendi.
Bu girişimi önledik. Kısa sürede tüm misyon şefleri, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Junker ve Meclis Başkanı Agramund ile görüştük. Rapor geçti ama izleme/denetleme tekliflerini geri çektirdik, bir tanesini de reddettirdik genel kurul oylamasında.
Ama sorun ve izlenimlerimiz şuydu: Avrupa Komisyonu, tıpkı Avrupa Birliği’nin (AB) diğer önemli kurumları gibi, neredeyse bir terör örgütünün PR’ına kendisini sunacak kadar işlevinden çıkmıştı.
Diğer arkadaşlarım gibi ben de yaptığım konuşmada, Avrupa Konseyi’nin ve AB’nin haklı olarak övündükleri kendi değerlerine ihanet ettiğini, bu kurumları Cumhurbaşkanı Erdoğan fobisinin hizmetine sunduklarını ifade ettim.
Onlara sordum: AB ve Avrupa Konseyi sürekli Avrupa değerlerinden bahsederken, Avrupalılar bu değerleri kaybetmişse, bu birliğin geleceği nasıl şekillenir?
Soykırımlara, mülteci trajedisine, Türkiye’nin terörle mücadelesine, Mısır darbesine kayıtsız kalan hatta bunlarda rol oynayan bir birliğin sadece retorikle ciddiye alınması mümkün müdür?
Türkiye’nin Değerini Anlama Fırsatı
Nitekim Brexit sonucu ile Britanya halkı AB projesinin bir kavak ağacı gibi içinden çürüdüğünü teyit etti. Kibir, bürokratik obezite, değerlerin araçsallaşması ve Avrupalı vatandaşın temsilinin umursanmaması, nihayetinde AB’nin ikinci devini oyundan çıkmaya yöneltti. AB, 65 milyon nüfus ve yıllık 12 milyar sterlinlik mali yardımı kaybetti.
Ancak böyle olmasaydı bile, Türkiye'nin iki nedenden ötürü AB ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerinde yeni bir paradigmaya ihtiyacı olduğu ortadaydı. Çifte standarda, eşit olmayan bir ilişki biçimine, terör örgütlerini daha muteber bulan bir yaklaşıma teslim olan Avrupa’nın Türkiye ile yeni bir ilişki kurmasını sağlamak bundan sonra öne geçen karakter olacaktır.
Türkiye demokrasisini geliştirmek istiyor ve demokrasisinin sorumsuz olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi. Çünkü böyle bir iddia hiçbir ülke için geçerli olamaz. Ama Türkiye, AB sürecini teröristlere empati yapan, üstenci, içişlerine antidemokratik ittifakların lehine müdahale eden bir yozlaşmayla yürütemez.
Brexit’in ekonomik olarak Türkiye’ye de zararı olacak. Bu nedenle yeni anlaşmaları hızla yapmak ve zararı minimize etmek gerekli. Ama bu şokun AB’nin yoldan çıkmışlığını giderecek bir ayılmaya yol açması da mümkün. AB bu haliyle yola devam edemezdi. Schulz ve Cameron gibi vizyonsuz, popülist liderciklerle gelinecek yer ancak bu kriz olabilirdi.
Türkiye’nin bu krizi iyi değerlendirerek hem AB’ye vizyon sunması hem de ilişkileri yeniden konumlayarak ast-üst paradigmasına son vermesi mümkün. Aslında iyice kırılgan hale gelen AB’nin, şımarıklığı bırakıp Türkiye’nin değerini anlaması, onu duyması şansı doğdu.
Olmazsa da yeni bir dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır. Türkiye sonuçlarından bağımsız şekilde doğru yerde durdu ve bedel ödedi. Bu duruş Türkiye’ye yeni ve güçlü bir pozisyon olarak geri dönecek. Tıpkı Avrupa’ya küçük düşürücü bir krizle döndüğü gibi...