Barış Pınarı Harekatı PKK’nın Suriye’de kurmaya çalıştığı denklemi bozarak Batı’nın koruması altında “devletçik” oluşturma hayallerine son verdi. Türkiye bu harekatla Suriye’de olup bitenlere sırtını dönmeyeceğini, hem ABD’ye hem de PKK’ya bir kez daha göstermiş oldu. Türkiye’nin müdahalesi sahadaki dengeleri yeniden belirlemekle kalmayıp her aktörün Suriye politikasını tekrar gözden geçirmesini de sağladı. Türkiye’nin askeri ve siyasi hedeflerini net biçimde ifade edip buna uygun bir harekat gerçekleştirmesi de uluslararası toplum karşısında meşruiyet kazanmasını sağladı.
ABD Politikasına Türkiye Etkisi
Türkiye’nin müdahalesi Amerika’nın Suriye politikasının iflasını dünyaya ilan etmesini sağlamış oldu. Haziran 2014 itibarıyla DEAŞ’ın Irak’ta Musul’dan başlayarak ve Suriye’de Kobani’ye kadar uzanan geniş bir alanı ele geçirmesi Obama yönetimini müdahaleye zorlamıştı. Beklenenden uzun süren Libya müdahalesi sonrasında Ortadoğu’da yeni bir müdahale istemeyen Obama, gerek Irak’ta gerekse Suriye’de “yerel güçlere” destek vererek DEAŞ’ı yenme politikasını benimsedi. Amerikan askerlerini büyük sayılarla sahaya indirmekten kaçınan Obama, adeta Amerikan ordusuna ayakları yerden kesilmiş biçimde terörle mücadele etmesini emretmişti. Amerikan ordusunun Ortadoğu’dan sorumlu merkez komutanlığı (CENTCOM) Suriye özelinde PKK’nın Suriye şubesine dönüştürerek “Suriyeli Kürtler” ana başlığı altında destekleme yoluna gitmek durumunda kaldı.
Ekim 2014’te DEAŞ’ın kuşatmasıyla karşı karşıya kalan Kobani’de YPG güçlerine havadan başlayan Amerikan desteği, terörle mücadele bağlamında meşrulaştırılmıştı. DEAŞ’ı yenme stratejisini sahada diğer bir terör örgütü olan YPG’yi destekleme üzerine kuran Amerikan politikası Trump yönetiminde de devam etti. Trump, başkan olmadan önce DEAŞ’ı yerle bir etme sözü vermesine binaen Pentagon’a neredeyse her tür yetkiyi sağlayarak sahada sınırsız ateş gücü kullanmalarına izin verdi. Obama yönetiminin bir sonraki yönetime miras bıraktığı YPG’yi doğrudan silahlandırma kararında da Trump, CENTCOM’un DEAŞ’a karşı en etkin savaşçılar olarak sunduğu YPG’ye doğrudan silah desteği verilmesini onayladı. Kapsamlı bir Suriye stratejisinden yoksun her iki Amerikan yönetimi de DEAŞ’la mücadele adına Türkiye’nin uyarılarını dikkate almayan ve stratejik hedefi belirsiz bir terörle mücadele politikasına yönelmiş oldular.
Türkiye’nin YPG’ye Amerikan desteğini kabul etmeyeceği ve bunun kalıcı olamayacağı açıktı. ABD’deki siyasal aktörler bu gerçekle yüzleşmekten kaçınarak bu desteğin geçici ve taktiksel olduğunu söyleyip Türkiye’nin kaygılarını öteleme yoluna gittiler. Trump yönetiminde de devam eden bu politikanın en zayıf halkası aslında Trump’ın ta kendisiydi. Trump Amerikan halkına Ortadoğu savaşlarından çıkma sözü verdiği için Suriye politikasına başından beri şüpheci yaklaşıyordu. Zaman zaman Suriye’den çıkmaktan bahseden Trump, özellikle DEAŞ’ın sahada kontrol ettiği alanı kaybetmesi sonrasında zafer ilan etmek için sabırsızlanıyordu. Rakka’nın alınması sonrasında DEAŞ’a karşı zafer ilan eden ve bunun iç politikadaki kredisine odaklanan Trump birçok konuda olduğu gibi Suriye konusunda da kapsamlı bir politika oluşturmaktan çok uzaktaydı. ABD’nin Suriye politikasını DEAŞ’la mücadeleye indirgemesi ve bu tehdidin artık büyük oranda ortadan kalkması Türkiye’nin Trump yönetimi üzerindeki baskısını artırmasına yol açtı. Türkiye’nin tutarlı ve sürekli baskısı Amerikan politikasının iç çelişkilerini gün yüzüne çıkararak devam ettirilemez hale gelmesinde öne çıkan neden oldu.
DEAŞ’la Mücadele Söylemi
Hem Obama hem de Trump yönetimlerinin ortak özelliği Irak işgali sonrasında Ortadoğu’dan çıkmak istemeleri ancak bunu bir türlü gerçekleştirememeleri oldu. ABD’nin küresel liderliğine karşı son derece şüpheci yaklaşan Amerikan halkının beklentileri her iki başkan üzerinde etkili oldu. Halk sistem dışından gördükleri Obama ve Trump’ı aslında tam da bu nedenle başkanlığa seçmişti. Her iki başkanın da dış müdahaleye şüpheci yaklaşımlarının ana sebebi buydu. Obama en büyük dış politika hatasının Libya müdahalesi olduğunu söylemiş ve Suriye’ye müdahaleden ısrarla kaçınmıştı. Trump Afganistan, Irak ve Suriye’den çekilme sözü vererek başkanlığı kazanmıştı. Ancak Amerikan halkının bu dış müdahaleye karşı tavrı terörle mücadele konusunda daha farklı tezahür ediyordu. DEAŞ gibi bir örgütle mücadele, herhangi bir ülkeye dış müdahaleden çok daha kolay meşrulaştırılabilen konu olmuştu. Bu sebeple hem Obama hem de Trump DEAŞ’la mücadelede güçlü görünme mecburiyetiyle Ortadoğu’dan çekilmeye çalışma ikilemi arasında gidip geldiler.
Her iki başkanın da iç politikaya yönelik olarak geliştirdikleri Suriye politikası haliyle sahadaki gerçekleri yansıtmadığı gibi ciddi bir dış politika meselesi olarak değerlendirilmedi. Türkiye’nin defalarca uyarmasına ve farklı önerilerle gelmesine rağmen DEAŞ’la mücadele söylemi alternatif politika geliştirme gereğinin ve Türkiye gibi bir NATO müttefikiyle iş birliğinin önüne geçti. Türkiye’nin varoluşsal tehdit gördüğü YPG’yi Amerika’nın asli müttefiki görmeye başlaması Suriye politikasının ikilemleri ve büyük oranda Amerikan iç politikasına endekslenmesinin bir sonucu oldu. Türkiye’nin kuzey Suriye’ye müdahalesi sonrasında Amerikan kamuoyundaki tartışmalara bakıldığında bir yandan konunun Trump’ın azil süreci bağlamında bir yandan da ABD’nin Kürtlere ihaneti olarak tartışıldığını gördük. 2020 başkanlık seçimlerine yaklaşırken bu tartışma dar iç politika çekişmelerinin ana malzemesi oldu. Suriye politikasının iflasını kimse kabullenmek istemezken Suriye’den çekilme üzerinden Trump’la hesaplaşmak birçok siyasetçiye çok daha cazip geldi.
Türkiye’ye Karşı Kör Olmak
Trump karşıtlığı Suriye’ye müdahalesi dolayısıyla Türkiye’ye karşı kamuoyu kampanyasına dönüştü. Daha düne kadar Suriye politikasını eleştiren ve ABD’nin Suriye’de hayati çıkarı olmadığını savunan Obama dönemi uzmanları, Trump’ın çekilme kararına ve Türkiye’nin müdahalesine sert biçimde karşı çıktılar. Suriye üzerinden Trump’ı vurmak ve Türkiye’yi DEAŞ’a karşı canını veren Kürtlere katliam yapmak isteyen bir güç olarak sunmak çok daha cazip gelmiş olacak ki bu çevreler Kürtleri, işgalci Türkiye’ye karşı kendi kaderlerine bıraktıklarından dem vuruyorlardı. Türkiye’nin operasyonunun YPG’ye karşı olduğu ve bir PKK devletçiğini kabul edemeyeceği gerçeğini gündeme getirmekten imtina eden bu tür uzmanlar Amerikan kamuoyunu yanlış yönlendirme konusunda adeta yarıştılar. Elbette CENTCOM’un YPG’yi beş senedir kahraman savaşçılar ve DEAŞ’a karşı en ciddi müttefik olarak sunması bu algının oluşturulmasında etkin oldu. Kongre’deki senatör ve temsilciler de Amerikan politikasının tutarsızlıklarından ziyade sahadaki askerlerin ne dediğine bakmayı tercih ettiler.
Kamuoyu baskısının bu kadar şiddetli olacağını beklemeyen Trump Kongre Cumhuriyetçilerinin baskısını kırabilmek için Türkiye’ye karşı sert yaptırımlar tehdidi savurdu. Başkan Yardımcısı Pence’in Türkiye ziyareti sırasında varılan ve Türkiye’nin kazanımlarının fiili olarak tanınması anlamına gelen anlaşma, Trump’ın üzerindeki kamuoyu baskısını azalttı. Anlaşmanın başarıyla sonlanmasıyla birlikte Trump Türkiye’ye karşı yaptırımları kaldırdığını açıkladı. Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi’nde yaptırımlar geçse de Cumhuriyetçi senatörlerin Trump’a karşı Türkiye’ye yaptırım geçirmeleri şu aşamada beklenmiyor. Türkiye’ye karşı oluşan kamuoyu baskısına rağmen Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Washington’a davetini iptal etmemesi ikili ilişkilerin rayına girmesi açısından son derece önemli olacak. Trump’ın Suriye’den çekilme adımını atmasında kritik itici etkiyi yaratan Barış Pınarı Harekatı zaten çekilmek isteyen Trump’ın aslında işine gelmiş oldu. Ancak Trump’ın kamuoyu baskısına dayanamayarak sahada istikrarsızlık yaratacak yeni adımlar atma ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Trump’ın DEAŞ lideri Bağdadi’nin Amerikan Özel Kuvvetleri’nin bir operasyonuyla öldürülmesini tamamen bir iç politika malzemesi olarak kullanmasına bakılırsa önümüzdeki dönemde iç siyaset endeksli Amerikan dış politikasının devam edeceğini söyleyebiliriz. Ortadoğu’dan askerlerini geri getirme ve DEAŞ’ı yenme sözleri veren Trump başkanlık seçimlerine giderken Suriye’den çekilmeyi ve Bağdadi’nin ortadan kaldırılmasını zafer olarak sunmaya devam edecek. Ancak ABD’nin dış politika yapımında geldiği kafası karışık, stratejik perspektiften yoksun ve son derece istikrarsız nokta yeni krizlerin habercisi olacak görünüyor. PKK’yla mücadele konusunda kendi göbeğini kesmek durumunda kalan ve Batı’nın desteğini alamayan Türkiye, ABD’nin PKK’ya yardımına en net darbeyi vurmuş oldu. PKK’nın kendine patron bulmakta zorlanmayacağını hepimiz biliyoruz ancak Suriye’de devletçik hayallerinin suya düşmesi Türkiye’nin önemli bir kazancı olarak öne çıkıyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı Suriye’deki dengelerin yeniden kurulmasını sağlamakla kalmayıp Türk-Amerikan ilişkilerinin de tekrar rayına girmesini ve daha sağlıklı bir zemine oturmasını sağlayabilir.