İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, merhum Başbakan Adnan Menderes ve çalışma arkadaşlarını, ölüm yıldönümlerinde rahmetle andığını belirten bir tweet atmıştı. İmamoğlu’nun mesajının altına yazılan ve Menderes’e yönelik hakaret içeren ağır yorumlar arasında bir tanesi özellikle öne çıkıyordu. Bu nefret dolu yorumda şöyle yazılmıştı “Bırakın rahmet dilemeyi, bu adamın her Cuma mezarından çıkarılıp yeniden idam edilmesi gerekirdi.” Bu ve benzeri yorumlar bize şunu gösteriyor; Çanakta ne var ise kaşığa o gelir.
Yetmiş yılı aşkın bir zamandır siyasi iktidardan uzak olan fakat devletin çeşitli kurumları üzerinden rejimin kontrolünü elinde bulunduran tek parti zihniyeti, en son 28 Şubat döneminde sivil siyaset alanını işgale kalkışmış, 1940’ları aratmayacak bir tahakküm ve baskı siyaseti izlemiştir.
Refah Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte tek parti döneminin neredeyse tüm refleksleri nüksetmiş, “Şeriat getirecekler!” şiarıyla askeri ve sivil bürokrasi, medya ve İstanbul sermayesi halkı sindirmek, örselemek ve aşağılamak konusundaki tüm tecrübelerini devreye sokmuştu. Hükümet, darbecilerin baskısı sonucu düşürülmüş, demokrasi askıya alınmış, yüzbinlerce üniversiteli kız öğrenci ile milyona varan İmam Hatipli gencecik yavrular, sistematik olarak aşağılanmış, kamuoyu önünde öcü gibi gösterilmiştir.
İnsan İçerisinde Yaşadığı Zulmü de Unutabiliyor
Beyoğlu Belediyesi, 2022 senesinde “28 Şubat: Korku ve Yüzleşme” adlı bir sergi açmıştı. Sergide üniversite öğrencilerinin, devlet memurlarının, İmam Hatip liselilerin ve din görevlilerinin almış olduğu cezalar yekununu, yani sürgünleri, görevden el çektirmeleri ve hapse atmaları görünce, insanın havsalasını kaybedesi geliyor. Gazete sergisi kısmında 28 Şubat süreci boyunca atılan manşetlere, yapılan hakaretlere ve aşağılamalara bakınca, bugünlerin ne kadar aydınlık ne kadar özgür günler olduğunu ve aldığımız nefesin ne denli genişlediğini kavrayabiliyoruz. Dün milleti aşağılayanlar, millete küfredenler, saygısızlığı ahlak edinenler bugün gazete köşelerinde demokrasi nutukları atmaktalar. Sergi açılında konuşan Bekir Cantemir, tek parti zihniyetini anlatmak için 1940’lara gitmenin gerekmediği, 28 Şubat sürecini ve bu süreçte ortaya konan baskıyı anımsamanın yeterli olduğunu söylemişti.
Bir Kesime “Türkiye İran Olacak, Şeriat Geliyor!” Denildi
90’lar Türkiye’sine baktığımızda ilk olarak Doğu’da tırmanan bir çatışmanın yaşandığını görüyoruz. Binlerce askerimizin şehit olduğu ve binlerce kişinin öldüğü bir çatışma alanından bahsediyoruz. Siyasi suikastların da eşlik ettiği bu hikaye, bir türlü çözülemiyordu. Aynı zamanda şehirlerde çöpler toplanmıyor, sular akmıyor, doğal gaz olmadığı için ciddi bir hava kirliliği yaşanıyordu. Geriye dönüp baktığımızda şunu görüyoruz: Askeri ve sivil bürokrasi ve siyasetçiler, kendi sorumluluklarını yerine getirmek yerine ülkede siyasi bir korku iklimi oluşturmuşlardı. Cantemir’in konuşmasında öne çıkan kısımları bu şekilde özetleyebiliriz.
Elbette 28 Şubat sürecinin uluslararası plan dahilinde yürüyen ayakları da vardı. Batı Çalışma Grubu ile İsrailli yetkililer rabıta halindeydiler ki “Demokrasiye balans ayarı çektik” diyen Çevik Bir, Amerika Birleşik Devletleri’nde ayakta alkışlanmıştı. Başbakan Necmettin Erbakan’ın sanayi, kalkınma ve savunma sanayii alanlarındaki milli atılım amaçlı radikal tutumları, uluslararası kamuoyunca iyi biliniyordu. Erbakan’ın Batı emperyalizmine karşıtlığı, Türkiye’nin içeriden sömürüldüğünün farkında olması, zulüm düzenini ortadan kaldırıp adalet düzenini kurma potansiyeli, kısaca Türkiye’nin tam bağımsızlığı için kolları sıvaması, iç ve dış sömürgecileri korkutmuş ve tedbir almaya itmişti. Demokrasi ve insan hakları konusundaki talepler, Anadolu insanından geldiği zaman kulaklarını tıkayan Batılı güçler, kendi misyonuna hizmet edenler söz konusu olduğunda sureti haktan görünmeye başlar.
Türk siyasi tarihi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayanlar, bugün ülkemizin ve milletimizin nasıl bir siyasi illüzyonla karşı karşıya olduğunu anlamakta zorlanır. Yaklaşık bir yıl önce Anadolulu seçmenler, ciddi bir endişeye kapılmış görünüyordu. Muhalefet partilerinin söylemlerini dinleyince şimdiye kadar elde edilmiş tüm kazanımların, din ve vicdan hürriyetinin, bireysel hak ve özgürlüklerin ellerinden alınacağından, bu düşmanca tavrın savunma sanayii yatırımlarına, İHA ve SİHA’lara kadar uzanacağından endişe duymuşlardı. Bu süreç içerisinde Cumhur İttifakı’nın oyları yükseldikçe, seçmenlerin bu endişesi de azaldı. Dün halkın konuştuğu bu meseleler, bugün entelektüeller tarafından tartışılmaktadır.
“Yargılanacaksınız!”
Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yandaşı gazetecilerin ve parti yöneticilerinin dillerinden düşürmedikleri bir tehdit var: “Yargılanacaksınız!” Muhtemeldir ki dünyada iktidarda iken yargılanmakla tehdit edilen ilk hükümet AK Parti hükümetidir.
Bir yayın esnasında muhafazakar bir akademisyene “Hayatında kimseyi yargılamakla tehdit ettin mi?” diye sorduğumda kendisi “Ben bir vatandaşım, kendime ait bir yargı sistemim yok ki kimi nasıl tehdit edebilirim?” diye cevap vermişti. İşte bizim kulağımıza son derece anlamsız gelen bu cümlenin tek parti zihniyetinde ciddi bir karşılığı var. Bunlar, bütün siyasi hayatları boyunca Batılı sömürgecilerin önlerine koyduğu idealler için devlet gücünü halka karşı kullanmaktan çekinmemiştir. Tek parti zihniyetinin en üst seviyesi, 1938-1950 arasında uyguladıkları zulüm düzeniydi.
Diğer yandan dindar, milliyetçi ve muhafazakar bir insan için “Yargılanacaksınız!” sözünün ciddi bir anlamı da var; çünkü bizim bütün ömrümüz, tek parti zihniyetinin uyguladığı zulüm ile geçti. Devletlerin cari bir hukuk sistemi vardır: Cürmü olan cezasını çeker ve bu hukuki süreçler, siyasetten bağımsız bir şekilde işler. Devlet yetkilileri, FETÖ gibi hain, sinsi ve acımasız bir terör örgüt ile karşı karşıya kalınca dahi hukuki süreçleri yargıya bıraktı. Bugün olduğu gibi toplumu olası tehlikelere karşı uyarmak, siyasetçiler ve sivil toplum temsilcileri için bir misyon görevi olarak kaldı.
Muhalefetin tehdit dili bir özleme dayanıyor. Muhalefet, 1950’ye kadar CHP zihniyetine karşı olan herkese, 2016’ya kadar askeri vesayetle yapıp etmiş olduklarını yapmanın özlemini çekiyor.
Tek parti zihniyetine sahip biri için siyasi meşruiyetin kaynağı seçimler, anayasa ve kanunlar değil, kendi zihinlerindeki kültürel kodlardır. Onlara göre bir Müslüman, bir milliyetçi, bir Kürt kendilerinin sahip olduğu vatandaşlık haklarına sahip olamaz. Onlara göre bu insanlar ya cahil, köylü, şeriatçı ve Kürt’tür ya da demokrasiye layık kullar değildir. Bir de tarihinize, dininize, geleneğinize kıymet veriyorsanız onların gözünde iş iyice sarpa sarar.
Bir Sosyal Deney
Aslında tek parti zihniyetini anlamak için bu zihniyete sahip olanların, dindar ve milliyetçi insanlara karşı olan tutumunu değerlendirmeye gerek yoktur. Meral Akşener’in ve Muharrem İnce’nin karşı karşıya kaldığı nefret söylemi ve linç kültürü, bu zihniyetin kendi yanındakilere karşı dahi ne denli tekinsiz olduğunu göstermektedir. Böylesi bir güruhun, siyasi iktidarı aldığı durumda, rakibine karşı nasıl bir tutum takınacağı endişe uyandırıcıdır.
Meral Akşener için “Sifonu çek gitsin!” diyebilen bir adama, yüzüncü yıl marşını besteleme işi sipariş edilmektedir. Muharrem İnce, yalnızca kendi çıkarlarına hizmet etmediğinden ötürü CHP’liler tarafından neredeyse hain ilan edilmektedir. O halde tek parti zihniyetine hizmet etmeyen kim varsa onların ötekisidir.
Anadolu insanı irfanıyla, hissiyatıyla bu zihniyeti anlamaktadır. Hiçbir tarihsel bilgiye sahip olmayanlar dahi dedelerinin, ninelerinin hatıralarından tek parti zihniyetini tanımaktadır.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Türkiye’yi dünyaya açmıştı. İnsanlar “Artık Türkiye’de darbe olmaz” derken önce 28 Şubat darbesi, sonra FETÖ darbe girişimi ile karşı karşıya kaldık.
Niyazi Berkes, “Gelenek, kaplumbağa kabuğuna saklanır, gün gelir dışarı çıkar.” demişti. Zalimin insafına sığınmak yerine iman ve özgürlükten, gelenekten ilham almak daha keyiflidir. Tıpkı dedelerimizin yaptığı gibi.
Yaşını başını almış bir tek parti zihniyeti profesörü Emre Kongar, “6 yaşında Kur’an okuyan bir beyne bilim girmez.” diyor. Tek parti zihniyetinin paslı bir çivi olarak bazı insanların beyinlerine nasıl saplanıp kaldığını gösteren bir örnek bu.
Tek parti döneminin acımasız yılları, yer demir gök bakır. Sivaslı bir köylü elde ettiği buğdayın vergi kısmını kağnı arabasına koyup Sivas’ın yolunu tutar. Tek parti zihniyetinin memurlarının karşısına gelince saat 17.05’tir ve memurlar köylüye “mesai bitti, bugün git yarın gel” derler. Köylü köyüne geri döner ve kilometrelerce yol tepip ertesi gün vergi yükümlüğünü yerine getirir.
Yaşar Kemal’in Aşık Veysel’le ilgili benzer bir hikayesi vardır: Maraşlı bir Milli Eğitim Müdürü Sivas’ta göreve başlamış ve halk müziği konserleri düzenlemiş. Aşık Veysel’i davet etmiş ama usta dağa kaçmış. Ustayı jandarma maharetiyle tutup müdürün huzuruna getirmişler, neden kaçtığını sormuşlar. O da “Bu adamlar, saz çalmak gericilikmiş diye bir defa sazımı yaktılar; ikincisinde hem sazımı kırıp yaktılar hem de beni dövdüler.” demiş.
Kısaca tek parti döneminde yapılanlar, Başbakan Menderes ve arkadaşlarının idamından sonra gerçekleştirilenler, 28 Şubat sürecinde yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik “Yargılanacaksınız!” nidaları, tek parti zihniyetinde hiçbir değişim olmadığını göstermektedir. Siyasetin reklam kısmı, cami önünde geçecek, seçim bitince herkes zihniyetinin bulunduğu yere taşınacak. Bu zihniyetten demokrasi ve insan hakları beklemek safdillik olur çünkü bunların demokrasisi AMA’lı demokrasidir.