Kriter > Dış Politika |

“Jeopolitik Güç” Olma Hedefi Olan Avrupa Birliği’nin Savaşlara Yaklaşımı


Jeopolitik mücadelelerin artması ve ortaya çıkan çatışma ve savaşların sebep olduğu ve olabileceği yeni tehditler, AB güvenliğini de etkileme potansiyeli barındırıyor. AB hem çifte standart yaklaşımları ile hem de kendi içinde bütüncül bir dış ve güvenlik politikası oluşturamama zaafı ile krizlere ve çatışmalara çözüm üretemeyen bir aktör olmaya devam ederse, jeopolitik güç olma hedefi kendisi için ulaşılamayan bir hedef olmaya mahkumdur.

Jeopolitik Güç Olma Hedefi Olan Avrupa Birliği nin Savaşlara Yaklaşımı

Soğuk Savaş sonrası oluşan istikrar ve barışın sürdürülebilirliği; 1990’larda etnik savaşlar, 2000’lerde terör ve teröre destek veren ülkelerle mücadelelerle sınanmıştı. Arap Baharı (2011) sonrasında ortaya çıkan süreçte ise barış ve istikrar; başarısız devletler, terör ve göç tehdidi ile sınandı. Çoğunluğu devlet içi olan bu çatışmaların pek çoğu halen daha sürerken, bunlara devletler arası savaşlar ve çatışmaların da eklendiğini görüyoruz. Ayrıca devlet içi çatışmalara küresel ve bölgesel güçlerin müdahil olmasının, devlet içi ve devletler arası savaş ve çatışma ayrımını giderek daha da belirsizleştirdiğinin altını çizmek gerekiyor.

Uluslararası hukukun babası olarak bilinen Hugo Grotius, 1625’te yazdığı De Jure Belli ac Pacis yani “Savaş ve Barış Hukuku” adlı kitabında savaşın ancak bir ülkenin yakın bir tehlikeyle karşı karşıya olması ve güç kullanımının hem gerekli hem de tehditle orantılı olması durumunda haklı görülebileceğini ifade etmiştir. Ancak savaşların ne kadar haklı savaşlar (just war) olduğu, ne kadar uluslararası hukuk kurallarına riayet edildiği ve barış ve istikrarın sürekliliğini sağlama görevi olan uluslararası örgütlerin görevlerini ne kadar yerine getirebildikleri sorularını, sıkça duyduğumuz bir süreç içindeyiz.

Bu ortaya çıkan ve değişen çatışma ve savaş ortamı ile uluslararası ilişkilerde artan jeopolitik riskler; sivil güç, normatif güç, yumuşak güç olarak tanımlanan Avrupa Birliği’nin söylemleri, stratejileri ve yöntemleri ile dış, güvenlik ve savunma politikalarına da yansımaktadır. Özellikle 24 Şubat 2022’de Rusya’nın “özel bir askeri operasyon” olarak duyurduğu Ukrayna işgal sürecinin başlaması, AB’nin küresel aktör olarak tanımlanması için yeni bir hedef koymasıyla neticelenmiştir. Bu hedef, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından 13 Eylül 2023’te Birliğin Durumu (State of the Union) konuşmasında, Avrupa Birliği’ni jeopolitik güç (geopolitic union) yapma amacı olarak dile getirilmiş ve AB’yi bu yönde dönüştürmek adına pek çok adım da atılmıştır.

 

AB’nin Rolleri

Jeopolitik güç olma hedefi ile Birlik değerlerini terk etmeden ama onun üzerine kurduğu aşırı iyimser varsayımları bir tarafa bırakan AB’nin, kırılganlıklarının özellikle siyasi amaç için silah olarak kendisine karşı kullanılmaya başlanmasıyla, karşılıklı bağımlılık ve liberal dönüşüm ısrarı üzerine tekrardan bir risk analizi yaptığını görüyoruz. Olması gerekendense olanı değerlendirip, jeopolitik çatışmalara sahne olan bu uluslararası ortamı kabul eden AB’nin kendi kırılganlıklarını gidermeyi, uluslararası ilişkileri sadece ekonomik karşılıklı bağımlılık üzerinden okumayı bırakmayı ve gerekirse çatışma için hazırlıklı olmayı kabul etmesi, bu anlayışın neticesidir. Tabii bir de bunun AB’nin tutarlı ve bütüncül bir dış politikası ile desteklenmesi gerektiğinin bir kez daha anlaşılması var. Bu yönde atılan adımları özellikle AB’yi savaşa hazır duruma getirme çabasını; değiştirdiği savunma stratejilerinde, kabul ettiği ilk savunma sanayii stratejisi ile ortak savunma sanayii ve teknolojisini geliştirme ve AB’ye stratejik otonomi kazandırma kararlarında görmekteyiz.

AB’nin jeopolitik güç olması; Birliğin kendine münhasır (sui generis) yapısını göz önünde bulundurarak, savunma strateji ve doktrinlerinde değişim gerçekleştirirken, değerler ve normlarını bir tarafa bırakmadan halen çatışmaların çözümünde barışçıl yolların, uluslararası hukukun ve normların uluslararası ilişkileri düzenlemesini tercih ederek, bunu da çifte standarttan kaçınarak yapmasına ve süreci bu şekilde yönetebilmesine bağlıdır. Bu şekilde bir yaklaşım, onu diğer jeopolitik aktörlerden farklı kılabilir.

Bu bağlamda, jeopolitik güç olma hedefi olan AB’yi; çatışmaları ve savaşları sonlandırmak için arabulucu rolü, çatışmaların tırmanmasını engelleyici rolü ve etrafındaki bölgelere ve kendi vatandaşlarına güvenlik sağlayıcı rolü çerçevesinde değerlendirmek gerek.

İsrail-AB bayraklar

NATO Üyeliği Şart mıdır?

İki yılı aşkın süredir devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı’nda, Rusya her geçen gün Ukrayna topraklarında ilerliyor. Ukrayna’nın mühimmat sıkıntısının artmasının, beklediği askeri ve mühimmat yardımının istenilen düzeyde ve zamanında gerçekleşememesinin, savaşın Ukrayna açısından olumsuz bir yöne doğru evrilmesine sebep olduğu ortadır. Tüm bunlar olurken Gazze saldırısı ile gerginleşen İran-İsrail hattında ise süreç, İsrail’in 1 Nisan’daki Suriye’deki İran Konsolosluğu’na düzenlenen saldırısı ve ona misilleme olarak İran’ın İsrail’e yüzlerce siha ve füze fırlatması ile neticelendi. ABD, İngiltere ve Fransa, İsrail’i hedef alan bu siha ve füzelerin yüzde 99’unun imha edilmesinde İsrail’e destek sağlayarak İsrail’in en az tahribatla neredeyse hiç hasar almadan kurtulmasını sağladılar.

Rusya’nın füze ve insansız hava saldırıları ile altyapısı neredeyse yok olma noktasına gelen ve buna engel olunması için savaşın başından beri ABD ve Avrupa’dan destek ve koruma özellikle de hava savunma sistemleri isteyen Ukrayna, Batının İsrail’e verdiği “tam ve gerçek destek” hakikati ile karşı karşıya kaldı. Oysa yıllardır İsrail’e gösterilen destek gibi bir destek, NATO üyesi olmadığı argümanı üzerinden Ukrayna’ya verilmemişti. Kaldı ki İsrail de NATO üyesi değil.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda savaş çıkmadan önce Fransa ve Almanya liderlerinin Rusya ve Ukrayna arasında oynamaya çalıştıkları arabuluculuk rolü bir sonuç vermemiş, savaş başlamıştı. Savaş süresince ise AB’nin savaşın tırmanmasını engelleyemediğine tanıklık etmekteyiz. Son olarak da AB’nin ve bazı AB üye devletlerinin komşularında güvenlik sağlayıcı olarak alabileceği tedbirleri siyasi irade ile aldığına ve söz konusu Ukrayna ise bu siyasi iradenin doğrudan askeri güç ile müdahil olma durumunda bazı sınırları olduğunu görüyoruz. AB’nin jeopolitik ağırlığının Rusya-Ukrayna Savaşı’nda bu açıdan zayıf kaldığını söyleyebiliriz.

 

AB’nin Ulaşılamayan Hedefi

İsrail ve İran arasında gerginleşen ve sonrası misillemelerle çatışmaya evrilen süreçte ise başta ABD, Fransa ve İngiltere’nin İsrail’in savunmasında aktif olarak yer alması ve AB’nin İsrail’in yanında olduğu İran’ın saldırılarını kınayan açıklamaları, bu siyasi iradenin söz konusu çatışmada İsrail olduğunda farklı bir tutum içinde yer aldığını göstermiştir. Bu çatışmada da arabuluculuk konusunda sınıfta kalan gerginliğin tırmanmasını önlemede başarılı olamayan bir profil çizen AB, üyesi Fransa’nın aktif desteği ile İsrail’e güvenlik sağlayıcı olabileceğini göstermiştir.

İsrail-Filistin meselesinde yıllarca her ne kadar Ortadoğu Dörtlüsü (Middle East Quartet- BM, AB, ABD, Rusya) içinde yer alan aktörlerden birisi olmasına rağmen sadece (payer) ekonomik destek rolünü üstlenebilen, oyuncu (player) ve arabulucu rolünü İsrail üzerinde kararlarını değiştirebilecek bir etkisinin olmaması yüzünden oynayamayan bir AB var. Gerçi Eski ABD Başkanı Trump yönetiminin benimsediği İsrail-Arap ülkeleri arasında normalleşmeyi sağlamaya çalıştığı İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) ile Filistin-İsrail meselesi için çözüm çabalarında, Ortadoğu Dörtlüsü ve bunun içinde yer alan AB devre dışı bırakılmıştı. Bugün de Gazze Savaşı’nın sonlandırılması, ateşkes ve barışın sağlanabilmesi, esirlerin takası, yardımların Gazze’ye ulaştırılması ve sivillere saldırıların durdurulması gibi konularda etkili bir AB görememekteyiz. Bunun nedeni hem süreçte ABD kadar etkili bir aktör olamaması hem AB üye devletlerinin kendi içindeki fikir ayrılıkları hem de Filistin meselesine sadece terör örgütü olarak kabul ettikleri HAMAS üzerinden okumaları neden olmaktadır. Gazze Savaşı ile başlayan sürecin bölgesel bir savaşa dönme yani tırmanmasına engel olacak adımlar ise özellikle İran-İsrail arasındaki karşılıklı misillemeleri sonrasında sadece söylem düzeyindedir.

Oysa jeopolitik güç olma hedefi olan AB’nin öncelikle güvenlik sağlayıcı olabilme kabiliyetini artıracak arabuluculuk, kriz ve çatışmaların tırmanmasına engel olma gibi özelliklere de sahip olması gerekmektedir. Dünyanın çeşitli yerlerindeki bu jeopolitik çatışmaların etkisi, siyasi ve ekonomik olarak AB üye devletlerini de etkilerken ayrıca potansiyel yeni tehditleri de içinde barındırmaktadır.

1972’de gerçekleştirilen Münih Olimpiyatlarında Filistin Kurtuluş Örgütü’nden ayrılarak kurulan Kara Eylül Örgütü’ne mensup kişiler, İsrailli sporcuları İsrail’deki hapishanelerde tutulan Filistinlilerin serbest bırakılması karşılığında rehin almışlar ve Alman polisinin başarısız kurtarma operasyonu da rehin alınan İsrailli sporcuların ölümü ile neticelenmişti. Bugün Gazze Savaşı, İran-İsrail gerginliği ve Rusya-Ukrayna Savaşı gibi süregelen çatışma ve savaşların yanı sıra halen varlığını sürdüren ve Moskova’da yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan bir DEAŞ terör tehdidi bulunmaktadır. Temmuz 2024 Paris Olimpiyatlarında olası bir terör eylemine karşı Fransız hükümetinin aldığı tedbirleri ve diğer ülkelerden sağlayacağı güvenlik desteğini bu açıdan da değerlendirmek gerekir.

Jeopolitik mücadelelerin artması ve ortaya çıkan bu çatışma ve savaşların sebep olduğu tehditler ve olabileceği yeni tehditler, AB güvenliğini de etkileme potansiyeli barındırmaktadır. AB hem çifte standart yaklaşımları ile hem de kendi içinde bütüncül bir dış ve güvenlik politikası üretememe zaafı ile krizlere ve çatışmalara çözüm üretemeyen bir aktör olmaya devam ederse AB’nin jeopolitik bir güç olma hedefi, kendisi için ulaşılamayan bir hedef olmaya mahkumdur.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası