Bireyin metalaştırıldığı ve değerinin üretim-tüketim ilişkisi üzerinden ölçüldüğü günümüz dünyasında, kanıksanmış ve neredeyse hiç sorgulanmayan bu anlayış, kendisini hayatın her alanında göstermektedir. Ancak tüm insanlığa dair bir söz söylemek için kendi manevi ve kültürel köklerimize yaslanmamız gerekir.
Günümüzdeki post-popülist kültürün tahakkümünün yanı sıra Türk siyasi tarihinde kendi kültürüne yabancılaşmış, milletimizin kökenleriyle bağını koparmaya çalışan ve Türk milletine kültürel dejenerasyon yaşatarak kadim değerlerimizi sınır dışı etmek isteyenlerin tahakkümüne de şahit olduk. O dönemde bu tahakkümün etkisinde kalan kesim ise hiç şüphesiz Türkiye’nin kültür ve sanat camiası oldu. Ortaya koydukları eserle değil siyasi görüşlerine göre değer gördüler. Çünkü dönemin siyasi iktidarı, sanatçılarını, edebiyatçılarını ve fikir adamlarını kendi ideolojik perspektifinden değerlendirmeyi ve buna göre muamelede bulunmayı tercih etti. Kendisinden olmayanı ötekileştirdi, çağ dışı olarak yaftaladı, hor gördü. Türk siyasi tarihinin düşünce suçuyla yüz yüze geldiği bu dönem trajik hikayelerle doludur. Bu hikayelerden birinin baş kahramanı da Sabahattin Ali’dir.
Sabahattin Ali, düşünsel hayatı birçok farklı pencereye açılmış Türk edebiyatımızın önemli simalarından biridir. Düşüncelerinden ötürü tek parti döneminde maddi-manevi her türlü baskıya maruz bırakılmıştır. Özellikle Aziz Nesin ile sürdürdükleri Markopaşa dergisinin yayın hayatına başlamasıyla birlikte bu baskılar artmıştır. Markopaşa’da kaleme aldığı yazılar yüzünden hem Sabahattin Ali hem de Aziz Nesin’e birçok dava açılmıştır. Sırça Köşk, Değirmen, Dağlar ve Rüzgar isimli kitapları dönemin Cumhurbaşkanının da imzasının bulunduğu Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılmış, dağıtım yasağı getirilmiştir. Yine aynı dönemde birçok gazete ve dergi de kapatılmıştır. Sık sık polis tarafından takip edilerek baskına uğrayan Sabahattin Ali, adeta hedef tahtasına oturtulmuş ve nihayetinde kendisini cehennemde hissettiren bu baskı ve zulümden kaçmaya çalışırken faili belli, fakat meçhul denilen bir cinayete kurban gitmiştir. Dönemin iktidarının basına yönelik karartmaları nedeniyle bu cinayet örtbas edilmiştir.
Sabahattin Ali, Tek Parti Dönemi’nde kültür hayatımızı esir alan anlayışa karşı memleketinden beklentilerini şu sözlerle ifade etmiştir:
“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler. Ve insanları sahiden insan eden ve o en büyük nimet hürriyet, riyakar ağızlarda ‘adam avlama yemi’ olarak kullanılmasın. Biz istiyoruz ki, bu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Bir karış toprağımıza, bir tek vatandaşımıza, bize göz dikilmesin.”
Sabahattin Ali yaşadığı dönemde hissettiği baskıyı, zulmü ve arzuladığı özgürlük ortamını bizlere miras kalan bu tarihi cümlelerle ifade etmiştir. Bugün Türk fikir dünyamızın münevver isimleri olarak saydığımız kişilerin tek parti döneminde düşünce dünyalarına ket vurulmaya çalışılmış, hareket kabiliyetleri daraltılmış, hatta kendilerine nefes alabilecek bir alan dahi bırakılmamıştır. Tek parti döneminde düşünen, üreten, edebiyat dünyamızın gelişmesine katkı sunan değerlerimiz, maalesef maddi-manevi bir sefalete sürüklenmiştir. Çağdaşlaşma adı altında milli kültür hayatımızın bayraktarlığını yapan değerlerimize bu topraklarda yaşam hakkı tanınmamıştır. Sabahattin Ali ile yakın dönemde yaşayan ve özgün eserleriyle hem sanat hem de edebiyat dünyamıza katkı sunan isimlerin kaderleri de Sabahattin Ali’den çok farklı olmamıştır. Nitekim;
- Necip Fazıl vefat etmeseydi ömrünün son günlerini mahkûm sıfatıyla cezaevinde geçirecekti.
- İstiklal şairimiz Mehmed Akif’in cenazesi Fatih Cami’ne getirildiğinde üzerine Türk bayrağı bile konulmadı. Naaşını üniversite öğrencileri sahiplendi
- Nazım Hikmet’in kitapları 30 yıl boyunca yasaklandı. Nazım ömrünün 13 yılını mahkum olarak hapiste geçirdi. Sonrasında “adli bir hata” denilerek beraat etti. Yetmemiş olacak ki vefatından sonra Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
- Kemal Tahir kardeşine Sabahattin Ali’nin kitabını hediye etti diye 13 yılını hapiste geçirdi.
- Orhan Kemal, Nazım Hikmet’in kitaplarını okuduğu için yargılandı.
Tek parti döneminin yaşandığı 22 yıl ve etkisinin devam ettiği birkaç yıl boyunca bu ötekileştirme refleksi devam etti. Milli ve manevi değerlerimizi bu topraklardan söküp atmak için her yol denendi. Tek parti zihniyeti, güçlü olduğu her dönemde gücünü millete karşı hoyratça kullanmaktan geri durmadı. Bugünlerde bu zihniyetin temsilcileri o dönem yaptıkları zulüm ve baskıları unutmuşçasına tatlı su demokratlığı yapıyorlar. Samimiyetten uzak, takiyye dolu bu kavram kutsallaştırmaları ise konjonktürel bir manevra alanı oluşturmayı hedefliyor. Tarih, herkesin ulaşabileceği bir noktada duruyor ve susturulamayacak! Tek parti zihniyeti, güçlü olduğunda neler yapabildiğini bize acı hikayelerle gösterdi. Nazım Hikmet’i 13 yıl hapse atanlar da Sabahattin Ali’yi öldürenler de dönemin siyasilerinin jakoben zihniyetiydi.
Eli kalem tutan, zihni işleyen münevverlerimizin el üstünde tutulması gerekirken, onlara sadece cezaevinde yaşam hakkı tanındı. Tek parti dönemi; sağ, sol, muhafazakar, Marksist, sosyalist ayrımı gözetmeksizin zihniyet ve inanç fark etmeksizin, ‘öteki’ olarak gördüğü herkese bu zulmü uyguladı.
Self-oryantalist zihniyete karşı zaferin bir nişanesi olarak Tek parti döneminde iktidarın ötekileştirdiği isimler bugün özgürce dillerde dolaşabiliyor. Uzun yıllar sürgünde yaşayan ve yine sürgünde hayatını kaybeden Nazım Hikmet’e 2009’da, ölümünden 45 yıl sonra, tekrardan Türk vatandaşlığı verildi. Necip Fazıl’ın, Mehmet Akif’in ve Sabahattin Ali’nin şiirleri ve yazıları, üniversitelerde, toplantılarda, meclis kürsülerinde hasılı toplumumuzun her noktasında hak ettiği yere 2000 sonrası dönemde ulaştı. Türkiye; şiirlerin, müziklerin ve kitapların yasaklandığı bir ülkeden şiirlerini ve şairlerini sahiplenen, ideolojik bir ayrım yapmayan, kendi benliğini inşa eden her bireye özgürlük hakkı tanıyan bir noktaya yükseldi.
Sabahattin Ali’nin “insanlar kafalarındaki fikirlerinden dolayı değil yaptıkları kötü işlerden dolayı hesap vermeli” talebinin, bugünün Türkiye’sinde karşılık bulduğunu ve anlam kazandığını görüyoruz. Günümüzde, Sabahattin Ali gibi entelektüel değerlerimizin öldükten sonra değil de yaşarken kıymetinin bilindiği bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Doğum gününde Sabahattin Ali’yi rahmetle ve saygıyla anıyorum...