Arap ülkelerinin yöneticileri, yaklaşık yüz yıldır rotasını kaybetmiş bir coğrafyanın çocukları. Beni Suud, Beni Şerif, Beni Zayed ve Beni Sisi ailelerinin soyundan gelen Arap toplumları, asırlardır Osmanlı karşıtlığı üzerinde inşa edilen Arap milliyetçiliği ile yoğuruldu. Barış Pınarı Harekatı bu durumu bir kez daha gösterdi. Neredeyse üç asırdır İngilizlerin, Fransızların ve ABD’nin kendilerine vaat ettiklerine her seferinde inanan Arap yöneticiler, Batılılar tarafından kandırıldılar, aldatıldılar, sömürüldüler. Toprakları işgal edildi, uygulanan katliamlarda yüzbinlerce kayıp verdiler. Fakat Arap toplumu liderlerinin bu duruma karşı ne bir tavır sergiledikleri, ne de feveran ettikleri görüldü.
Asırlarca hakim olduğu coğrafyada adaletle hükmeden Osmanlı’nın Arap toplumu üzerindeki olumlu algısını yok etmek adına Arap milliyetçiliğini yücelten Arap liderler, Batı’nın yaptığı bütün zulümleri de görmezden geldi. Böylelikle son yüzyılda bölgenin sosyolojisi, felsefesi, jeo-politiği, jeo-ekonomisi ve jeo-stratejisi yerle yeksan oldu.
Osmanlı sonrası Batı’nın bölgedeki hamleleriyle birçok devletçiğe bölünen Arap diyarı, birlik oluşturmak için de yine Batı’nın yönlendirmesine ihtiyaç duydu. Arap Birliği, İngiliz Dışişleri Bakanı Anthony Eden’in desteği ile 1945’te vücut buldu. Kurulduğu günden beri İsrail’in işgalleri ve katliamları başta olmak üzere Irak’ın işgali de dahil hiçbir konuda ortak karar alamayan Arap Birliği’ne Arap halklarının bakışı “Araplar anlaşmamak üzere anlaştılar” deyimiyle özdeşleşmiştir. Çünkü Arap Birliği, Arap halklarının geleceğini ve çıkarlarını koruyacak hiçbir konuda bugüne değin bir ittifak sağlayamadı.
Türkiye Karşıtlığı
Batı’ya karşı hiçbir karşı duruş gösteremeyen Arap Birliği’nin, Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı Barış Pınarı Harekatı’na karşı ortaya koyduğu tavır, bir utanç vesikası olarak tarihe kaydedildi. Arap halkları tarafından ise büyük şaşkınlıkla karşılandı. Mısır’ın çağrısıyla toplanan Arap Birliği, Türkiye’nin güney sınırında oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek ve bölgeye barış ve huzur getirmek amacıyla başlattığı Barış Pınarı Harekatı’nı kınadı.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır’ın öncülük ettiği statükocu blokun Türkiye karşıtı tutumu sonuç bildirgesine de yansıdı. Harekatı “Türkiye’nin düşmanca tavrı” olarak nitelendiren Arap Birliği’nin sonuç bildirgesinde, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) Suriye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasıyla ilgili 2254 numaralı kararını ihlal ettiği öne sürüldü. Suriye topraklarında yıllardır bulunan ABD, Rusya ve İran güçleri için “düşman ve işgalci” tabirini dahi kullanmayan Arap Birliği’nin, Türkiye’yi bu şekilde kınaması kurumun içinde bulunduğu açmazın ve bölünmüşlüğün göstergesi olarak yorumlandı. Barış Pınarı Harekatı’nı “Bir Arap devletinin topraklarının işgal edilmesi ve egemenliğine saldırı” olarak yorumlayan Arap Birliği, terör örgütü YPG/PYD’yi Türkiye’ye karşı destekleyerek kuruluş felsefesini de tartışmaya açmış oldu.
İsrail’in Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’ni ilhakına, Lübnan ve Suriye’ye yönelik hava saldırılarına cılız tepkiler dışında ortak bir beyan bile yayımlamaktan aciz kalan Arap Birliği’nin Barış Pınarı Harekatı karşısındaki duruşu büyük bir paradokstur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye karşıtı kampanyaya karşı, “Ülkenize kaç Suriyeli Arap kabul ettiniz?” sorusu Arap liderlere verilen en iyi yanıt oldu.
BAE-Suudi Arabistan ekseninin son dönemde Yemen’i bölmeye yönelik politikaları herkes tarafından bilinirken, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne” yönelik endişeler ortaya konulması da ayrıca büyük bir tutarsızlık örneğidir.
Katar ve Somali Çekince Koydu
Tüm bunlara rağmen BAE, Suud ve Mısır ekseninde olmayan Katar, Somali gibi birçok Arap Birliği üyesi ülkeler, kınama kararına çekince koydu. Fas ise Arap Birliği’nin açıklamasının Rabat’ın görüşünü yansıtmadığını ifade etti. Son yıllarda Suud ve BAE’nin tehdidi altında olan Kuveyt ve Umman gibi ülkeler de bildiriye katıldı.
Bunun yanı sıra Barış Pınarı Harekatı konusunda Filistin hükümetinin ortaya koyduğu tavır da dikkat çekti. Arap halkları gibi Filistin halkının da hemen hepsi bu konuda Türkiye’nin yanında yer alırken Filistin hükümeti, BAE, Suud ve Mısır ekseninde aldıkları destek ve geçmişte Lübnan’ın Beka vadisinde el-Fetih ve PKK’nın yöneticileri arasındaki ilişkilerden dolayı sessiz kalarak kınamaya destek vermiş oldu. Hamas başta olmak üzere birçok Filistinli hareket ise bu konuda Türkiye’yi destekledi ve Arap Birliği’nin kınamasından beri olduklarını açıkladı. Toplantıya 22 Arap ülkesinden sadece 10’unun dışişleri bakanı seviyesinde katılması kafaların karışık olduğunu gösterirken, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden gelen “Sonuç bildirgesi BAE ve Mısır’ın tutumunu yansıtmaktadır” açıklaması da bu durumun kanıtı oldu.
Arap Birliği’nin kararına karşı gelen tepkiler de birliğin içinde bulunduğu durumu yansıtıyordu. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in Twitter hesabından “Araplar, Kürtler, Türkmenler terör zulmü altındayken sesi çıkmayan Arap Birliği, terörle mücadeleden rahatsız oluyor” diyerek tepki gösterdi. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, “Nüfusunun büyük çoğunluğu Araplardan oluşan bir bölgenin PKK terör örgütü tarafından işgal edilmesinden, masum Arap sivillerin yurtlarından sürülmesinden, Arap köylerinin yerle bir edilmesinden hiçbir rahatsızlık duymayanların, terörle mücadelemizden duyduğu rahatsızlık bizim için bir gurur vesilesi olabilir” açıklaması da olan biteni özetliyordu.
Arap Şairlerin Eleştirisi
İşte Arap liderler ve halkları arasındaki tezat nedeniyle Araplar, yüzyıldır gerçek liderlerini arıyor. Nizar Kabbani’den Ahmet Matar’a, Ömer Ebu Rişe’den Mahmud Derviş’e Arap aleminin ünlü şairleri Arap liderlerinin hainliklerini, Arap Birliği’nin Batılı çıkarlar için aldıkları kararları ve halkların yok sayılmasını şiirlerinde sert bir dille eleştirirler. Iraklı ünlü Şair Ahmet Matar “Özet” adlı şiirinde Arap alemini şöyle tasvir ediyor:
“İnsanlar arasında güven yok. İnsanlara güven yok. Yarısı diktatör yöneticinin yanında polis Diğer yarısı da suçlu!”
Sudanlı ünlü düşünür Abdulvehhab el-Efendi de Arap aleminde halkların esir olduğunu, yaratıcılığın bittiğini, Arap liderlerin ülkelerini temsil etmediğini ve eğitimin Babil döneminden bile geri olduğunu belirttikten sonra, Arap coğrafyası için “Arap Kabristanı” tabirini kullanır. Efendi, Arap liderlerin Arap halklarını temsil etmediğini ve Arap halklarının liderlerinin dışında Türkiye’ye büyük bir hayranlık duyduğunu belirtiyor.
Halbuki Arap liderler, coğrafyanın kurtuluşunun Türk-Arap kardeşliğinden geçtiğini bilmeliydiler. Son yüzyılda yaşadıkları bütün tecrübeler onlara bu hakikati yüzlerce kez ortaya koymuştu. Osmanlı’nın önemli aydınlarından Çerkes Şeyhizade Halil Halid, “Türk Hakimiyeti ve İngiliz Cihangirliği” adlı risalesinde “Türk ve Arab’ın Kader Birliği” başlığı altında şu notu düşer: “Yabancı emperyalizminin istilasına en çok fırsat veren şey, elitlerin nefsi ihtirasları yüzünden meydana gelen ayrılıklardır. Bu ihtiraslar sebebiyle Araplar, Türklerden hazin bir şekilde ayrıldılar. Bu ayrılığa bugün en çok üzülen yine Araplardır. Arap bölgelerinde, Türklerle olan siyasi birlik zamanlarını hasretle yad edenlerin halkın yüzde doksanını oluşturduğu kesin olarak bilinmektedir.
Yine Hint alt kıtasının ünlü Müslüman düşünür ve şairlerinden Muhammed İkbal, yıllar önce bir makalesinde şunları kaydediyor: “Yaşananlar açık şekilde göstermiştir ki, Yakın Doğu’daki halkların siyasi birliği, Türklerin ve Arapların yeniden bir araya gelmesine bağlıdır. Türkleri, Müslüman dünyadan uzak tutma politikası batılı Emperyalistler tarafından hala uygulanmaktadır. Araplar, batılıların oyunlarına dikkat etmelidir, Türkler bölgeden çekildikten sonra başlarına gelenleri asla unutmamalıdır.”