Türkiye Yüzyılı’nın en önemli seçimi olarak kabul edilen 14 Mayıs seçimlerinde sandıktan Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan birinci çıkmasına rağmen, cumhurbaşkanlığı için ilk turda gerekli olan yüzde 50 artı 1’i kıl payı kaçırması sebebiyle dergimizin yayına hazırlandığı döneme denk gelen 28 Mayıs’ta seçimin ikinci turu düzenlenecek. Bu seçimlerin ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz. Sizler analizimizi okurken seçim sonuçları muhtemelen açıklanmış ve cumhurbaşkanlığını kimin kazandığını öğrenmiş olacaksınız. Kriter’in son sayısında yayımlanan yazımızda “eser siyasetinin mi yoksa vaat siyasetinin mi halkta karşılık bulacağını 14 Mayıs seçimlerinde göreceğimizi” ifade etmiştik.
Seçim sonuçlarına baktığımızda yapılan tüm kara propaganda ve sosyal medya manipülasyonlarına rağmen halkımızın Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında Cumhur İttifakı’na gösterdiği büyük teveccühün bizleri mahcup etmemesi, kendi adımıza sevindirici olduğu kadar halkımızın hissiyatını yansıtması adına önemlidir.
Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur seçimini kazanmak adına deyim yerindeyse tüm tuşlara aynı anda basmasının seçmende bir kafa karışıklığı meydana getirdiği açık bir şekilde görülüyor. Bu durumun doğal olarak seçmende bir güven aşınması oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’nun seçim vaatlerini “gerçekleştirebilirlik” veya “inanılırlık” penceresinden ele aldığımızda, bu vaatler için yapılabilecek en doğru tanım “post-truth seçim vaatleri”dir.
Post-truth Kavramı
İngilizce’de 2016’nın kelimesi olarak seçilen bu kavram, ilk olarak 1992’de Steve Tesich tarafından kaleme alınan “Government of Lies” (Yalanlar Hükümeti) adlı makalede kullanılmıştır. Amerikalıların önemli bir kısmının o dönem iktidarda olan Bush hükümetinin siyasi propagandalarını sorgulama gereği duymadan gerçekmiş gibi kabul etmesini eleştiren Tesich’in makalesindeki anlamıyla, “post-truth” kelimesi önüne geldiği kavrama “önemsiz ya da gereksiz” anlamı katıyor. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun ekonomi vaatlerinin önüne “post-truth” kelimesini eklediğimizde, doğruluğunun veya gerçekleştirilme imkanının önemini yitirdiği vaatlerden bahsetmiş oluyoruz.
Kılıçdaroğlu’nun ekonomik vaatlerinin ne olduğunun, gerçekleştirilebilir olup olmamasının bir önemi olmadığının en net örneği 2019’daki yerel seçimler döneminde verilen “her çiftçiye 1 traktör bedava” vaadidir. Katıldığı bir programda CHP’nin kazandığı belediyelerde çiftçilere tek bir tane bile traktör verilmediğinin hatırlatılması üzerine CHP grup başkanvekili Özgür Özel oldukça pişkin bir şekilde, bu vaadin gerçek bir vaat olmadığını; sadece çarpıcı olduğu, kulağa hoş geldiği için öylesine söylendiğini ifade etti. Bizler bu vaadi paylaştığı tweetine “inanamayacaksınız ama…” şeklinde başlamasını ironi zannederken, meğerse seçmeni “sakın inanmayın” diye uyarmaktaymış.
CHP’nin tutulmayan veya ütopik ekonomik vaatlerinin sayısını artırmak hiç de zor değil zira bunlardan bol miktarda mevcut. Bu vaatlerin en güncellerinden birisi ülkeye 5 yıl içinde 300 milyar dolar kaynak getirileceğine yönelik vaadidir. Tüm dünyadaki ekonomik koşullardan dolayı para bulmanın zorlaştığı ve pahalı hale geldiği bu dönemde, ülke yönetimine dair herhangi bir sıfatı olmamasına rağmen böylesi büyük bir fonun hangi gerekçeyle, kimler tarafından, ne şartla verileceğinin açıklanmaması, vaadin gerçekliği hususundaki soru işaretlerini artırmaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun bol soru işaretleriyle dolu en güncel ekonomik vaadi ise vatandaşın kredi kartı borçlarıyla ilgili. Bu vaadinde Kılıçdaroğlu, kredi kartı borçlarının hazine tarafından devralınacağını belirterek, kredi kartı borçlarının faizinin tamamen silineceğini, anapara ödemelerinin ise 36 taksitte alınacağını ifade etmektedir. 3 Mart 2023 itibarıyla kredi kartı kullanım hacminin 514 milyar lira olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda bu vaadin “post-truth” kavramının da ötesine geçerek “ultra post-truth” bir ekonomi vaadi olduğunu söylemeliyiz.
Kılıçdaroğlu’nun ittifak ortaklarını ikna etmek için uyguladığı “ne vereyim abime?” stratejisinin seçmenlere sunduğu ekonomik vaatler bağlamındaki karşılığı “ne vadedeyim abime?” stratejisidir. Bu stratejinin 14 Mayıs’ta seçmen nezdinde beklenilen boyutta bir karşılık bulmadığını belirtmekle beraber, belirli bir kitle tarafından sorgulanmaya bile gerek duyulmaması, siyaset bilimciler tarafından iyi irdelenmelidir.
Erdoğan Karşıtlığı Üzerine İnşa Edilen Siyaset
Zira CHP’nin siyasetini üzerine inşa ettiği “Erdoğan düşmanlığı” veya “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” anlayışı, partinin kemikleşmiş kitlesinin üzerinde bir fikri felç hali oluşturup bu kitleyi hakikat bağlamından kopararak önyargılar inşa etmelerine yol açıyor. Sonuç olarak bu kitle neye inanmak istiyorsa ona inanıyor, böylelikle çelişkinin, tutarsızlığın, yalanın bir önemi kalmıyor. Bir başka deyişle, lidere inanmak yetiyor, onun bir gün önce söylediğine inanan kitle, bir gün sonra tersini söylemesine de aynı ölçüde inanıyor. Çünkü CHP’nin karar vericilerinin betimlediği Erdoğan portresine koşulsuz inanan bu kitle için, vaatlerin gerçekçi ya da ütopik olmasının bir önemi olmadığı gibi aslında ortada bir vaat olmasının da bir önemi yok.
AK Parti’nin Siyaset Ekseni
Recep Tayyip Erdoğan’ın şiar edindiği “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” ve “insan ölür kalır eseri, eşek ölür kalır semeri” sözleri aslında kendisinin ve AK Parti’nin siyasi anlayışının, eser siyaseti temeli üzerine inşa edildiğini göstermesi açısından önemlidir. AK Parti’nin seçimler için hazırladığı bilgilendirme videosunun başında Erdoğan tarafından sarf edilen “100 yılın işini 20 yıla sığdırdık” ifadesinin, eğer hakkaniyetli bir şekilde düşünecek olursak, doğru olduğu kadar oldukça mütevazı bir söylem olduğu da açıktır. Zira gerçekleştirilen icraatları göz önünde bulundurduğumuzda hangi alandaki verilere bakarsak bakalım, 80 yılda yapılan hizmet ve eserlerin sadece kat kat fazlasının değil aynı zamanda gerçekleştirilmesi hayal bile edilemeyen pek çok icraatın hayata geçirildiğini görebiliriz.
AK Parti’nin iktidarını kabaca iki safhaya ayırabiliriz. İlk safhayı, bir taraftan 80 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca imkansızlıktan veya ihmalden kaynaklanan kapsayıcı kalkınma için olmazsa olmaz altyapı yatırımlarının hayata geçirildiği bir yandan da seçilmiş milli iradenin ayaklarına pranga olan vesayet odaklarıyla mücadeleyle geçen ıslah ve restorasyon dönemi olarak adlandırabiliriz.
Vesayetle mücadelenin kolay geçmediğini, ülkenin kalkınması ve toplumsal refahın sağlanması konusunda atılacak adımları geciktirdiğini özellikle altını çizerek belirtmek gerekir. Ülkenin demokratikleşmesi ve ilerlemesinde adeta el freni olan vesayet sisteminin büyük oranda ortadan kaldırılmasını müteakip Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemiyle geçilen ikinci safhada ekonomiden enerjiye, sağlık sisteminden eğitime, sosyal devlet anlayışını merkeze alan bir anlayışla ülkemize özgü yeni bir model inşa etme dönemine geçilmiştir. Tüm bu çabaların neticesinde küresel krizler, bölgemizde meydana gelen savaşlar, terör saldırıları, darbe girişimi, Covid-19 salgını ve dünya tarihinin en büyük afeti sayılan deprem felaketi gibi pek çok olumsuzluklara rağmen 20 yıllık AK Parti iktidarında 2002’ye nazaran her alanda büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.
Türkiye’ye Çağ Atlatan Hizmet ve İcraatlar
Yapılan büyük altyapı yatırımları neticesinde üretime ve istihdama dayalı büyüme modeli ile ülkede üretim ciddi oranda arttı. Söz gelimi 2002’de sadece 192 adet organize sanayi bölgesi (OSB) varken, oluşturulan güven ve istikrar ortamı sayesinde bu sayı bugün 366’dır. OSB’lerde çalışan sayısı ise 384 binden 2 milyon 770 bin kişiye çıktı. Artan OSB ve fabrikalar sayesinde 2002’de 36 milyar dolar olan ihracatımız, 2022’de 255 milyar dolar olarak gerçekleşti. Artan üretim ve istihdam ile 232 milyar dolar olan GSYİH rakamımız 2022’de 905 milyar doları aştı. Böylelikle kişi başı milli gelir 3 bin 608 dolardan 10 bin 618 dolara geldi.
80 yıllık cumhuriyet tarihinde yapılanın kat kat üstünde otoyollar, havaalanları, barajlar, tüneller, hastaneler, okullar, üniversiteler, köprüler ve diğer yatırımları hakkıyla saymaya kalksak bir makale değil hacimli bir kitap yazmak gerekir. Üstelik tüm bu başarılar altını bir daha çizelim küresel kriz, salgın hastalıklar ve Rusya-Ukrayna Savaşı gibi büyük çaplı sayısız olumsuzluklara rağmen elde edildi.
Cari açığımızın en önemli sebebi olan enerji ithalatını azaltmaya yönelik adımların başlangıcı olan Karadeniz ve Gabar’daki doğal gaz ve petrol keşiflerinin ekonomik büyüklüğü daha şimdiden yüz milyarlarca doları geçti. Büyük ihtimalle devamı gelecek petrol ve doğal gaz keşiflerinin yanı sıra yeşil enerji yatırımlarına da büyük bir hız vererek Nisan 2023 itibarıyla yenilenebilir enerjinin toplam enerji üretimi içindeki payı yüzde 52,3’e çıkarıldı. Ayrıca yakın zamanda devreye alınması beklenen Akkuyu nükleer güç santrali ile enerji sepetimize ilk defa nükleer enerji de katılmış olacak.
Yerli otomobilimiz TOGG, İMECE gözlem uydusu, TÜRKSAT-6A ve bor karbür gibi yüksek katma değerli çok sayıda ürün ülkemizin ekonomik refahı ve kalkınması için birer sıçrama tahtası olacaktır. Yerli ve milli savunma sanayiinde göğsümüzü kabartan gelişmeler bir yandan dosta güven düşmana korku vermesi hasebiyle geleceğe güvenle bakmamızı sağlıyor, diğer yandan Türkiye’nin küresel oyun kurucu rolünü perçinliyor. Her biri Recep Tayyip Erdoğan’ın riyasetinde gerçekleştirilen bu icraatlar, “yaparsa Erdoğan yapar” sözünün çıkış noktası olurken, ekonomik vaatler söz konusu olduğunda Erdoğan’a duyulan güvenin kaynağını oluşturmakta.