7 Ekim saldırısı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) seçimlerinden bir yıl kadar önce gerçekleşti ve geçen bu bir yıl içinde gerek İran gerek bölge için tarihi gelişmeler peş peşe birbirini takip etti. 7 Ekim sonrasında İran’da özellikle İsrail ile bölge ülkelerinin normalleşme sürecinin sekteye uğramasından dolayı ciddi bir sevinç söz konusuydu. Öte yandan bütün dünyada olduğu gibi İran’ın da beklentisi, İsrail’in bir noktada duracağı ve katliamları sürdürmeyeceğine yönelikti. Ne var ki Binyamin Netanyahu hükümeti, 7 Ekim’i İsrail’e yönelik tanımlanan bütün tehditleri yok etmek için bir kaldıraç olarak gördü ve “bedeli ne olursa olsun” İsrail’in varoluşuna bir tehdit olarak tanımladığı her şeyi ortadan kaldırmış biri olarak tarihe geçmek istedi.
Süreç boyunca İran ve iş birliği içinde olduğu gruplar, Gazze’ye saldırının “maliyetini” yükseltmek suretiyle İsrail üzerine bir baskı kurma yoluna gitti. Ne var ki İsrail’in sürekli olarak el yükseltmesi, durumu başka bir boyuta taşıdı. İranlılar süreç içerisinde İsrail tarafından bir savaşın içine çekilmek istendiğini ve bu “tuzağa” düşülmemesi gerektiğine yönelik defalarca beyanatta bulundular. Buna göre İsrail, mevcut gerilimi İsrail-Gazze denkleminden çıkarmak, ABD-İran denklemine taşımak istiyordu. Bu süreçte İsrail’in, İran’ı çekmek istediği yeri gören İran müesses nizamı ve hükümeti, aktif bir şekilde diplomasi işletmeye gayret etti. Ancak Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir-Abdullahiyan’ın ölümü, İran siyaseti açısından bir başka dönüm noktası oldu. İran’da Mesud Pezeşkiyan hükümetiyle birlikte var olan söylemin tam tersi bir tutum izlenmeye başladı ve Reisi döneminde Batıyla müzakere gibi açıkça dile getirilmeyen konular, dış politikada kendine söylemsel boyutta da yer buldu. Bir önceki dönem sızan ses kaydı sebebiyle “siyaseten ölü” kabul edilen Cevad Zarif de bu vesileyle cumhurbaşkanı yardımcısı olarak yeniden aktif siyasete geri dönmüş oldu.
Seçim Öncesi İran'da Trump Tartışmaları
Bütün bunlar olurken İran’da yaklaşan ABD seçimleri de dönem dönem gündemi meşgul etti. 2024’ün ilk yarısında Biden-Trump yarışını öngören İranlılar, Trump’ın yeniden gelme ihtimalini yüksek bir ihtimal olarak değerlendirerek bu yeni duruma göre analizler yayınlamaya başladılar. Bazı düşünce kuruluşları, bu konuda daha yılın ilk yarısında raporlar yayınladı ve yeni bir Trump döneminde İran’ın nasıl bir tavır takınması gerektiğine dair değerlendirmeler ortaya koydular.
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümü ve sonrasında yaşanan süreç, “muhafazakar Reisi hükümetine karşı Trump senaryosu”nu boşa düşürmüştür. Said Celili gibi muhafazakarlığı İbrahim Reisi’den bile daha uç bir noktada olan bir ismin ikinci tura kalması ve iktidara gelme olasılığı, Donald Trump’a karşı Celili hükümetinin var olması ihtimalini ortaya çıkardı ve bu durum, birçok İranlı analist tarafından en kötü senaryo olarak değerlendirildi. Ne var ki korkulan olmadı ve Said Celili seçimi kaybetti. Sonrasında da yukarıda da değinildiği üzere Pezeşkiyan hükümeti, esnek ve diyaloğa açık politikalarla aktif bir diplomasi yürütmeye başladı.
Bu noktadan sonra ise İran’da Trump’ın adını öne çıkarmayan, daha sistem odaklı bir söylem üretilmeye başlandı. Genel olarak bu söylem, “her kim gelirse gelsin” söylemi üzerine inşa edildi. Öte yandan Trump da seçim kampanyası boyunca İran’la diyaloğa kapalı olmadığının mesajlarını verdi. Bu durum Trump’ın ikinci döneminin, birinci döneminden daha farklı olacağına dair olan inancı güçlendirdiği gibi Netanyahu ile Trump arasında var olduğu söylenen gerginlikler de zaman zaman İran basınında yer buldu.
Trump’ın İkinci Dönemine Girerken
İsrail’de özellikle hükümet destekçisi isimlerin ekseriyeti Donald Trump’ın zaferini büyük bir coşkuyla karşıladılar. Öte yandan Trump’ın seçilmesinin ardından kabinedeki yeni isimler de belirginleşmeye başladı. Ekseriyetle şahin isimlerden oluşması, “maksimum baskı” politikasının geri geleceğine dair kanaatleri güçlendirdi. Ancak bizzat Donald Trump’ın kendisinin kestirilemez karakter yapısı, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın geleceği ve Trump ile Amerikan müesses nizamı arasında yaşanan sorunlar gibi konular sebebiyle analizler genel olarak önümüzdeki döneme karşı temkinli bir yaklaşım gösteriyor.
Özellikle Batı’da çıkan analizlerin hemen hepsi, İran’a yönelik bir baskı beklentisinde. Financial Times'ın haberine göre Trump'ın ikinci dönemi, İran'a yönelik sert ekonomik yaptırımlarla başlayacak. Buna göre yeni yönetimin öncelikli hedefi İran'ın petrol ihracatını mevcut günlük 1,5 milyon varil seviyesinden ilk dönemindeki gibi 400 bin varile düşürmek. Yeniden izleneceği öngörülen “maksimum baskı” politikasının nihai hedefi, önceki dönemde olduğu gibi İran'ı yeni bir nükleer anlaşma için masaya oturtmak olarak belirtiliyor. Ancak bu kez Trump yönetiminin de farklı bir tavır takınacağı belirtiliyor. Trump'ın İran konusundaki en önemli değişimi, önceki dönemin 12 şartını tek bir şarta indirgemesi olacağı, onun da sadece “Nükleer silaha sahip olmama” koşuluna bağlanacağı öne sürülen iddialar arasında. Eylül 2024'te Trump'ın “İran'la anlaşmaya varmamız gerek, sonuçları hayal edilemez” açıklaması da bu yeni yaklaşımın işaretlerini verdiği düşünülüyor. Trump'ın yeni kabine tercihleri, özellikle İran için çetin bir sürecin habercisi gibi görünüyor.
Öte yandan UAEK'nun son toplantısında İran'ın nükleer programını daha sıkı denetim altına almayı ve UAEK ile tam iş birliği yapmasını talep eden karar oylandı. Bu karar için 19 ülke lehte, 12 ülke çekimser oy kullanırken sadece Rusya, Çin ve Burkina Faso aleyhte oy kullandı. Kararın kabul edilmesi birçok analist tarafından İran üzerinde uluslararası baskının sürdüğünü ve bu konunun küresel güvenlik için önemini hâlâ taşıdığına işaret olarak yorumlandı. İran basınında, bu kararla birlikte özellikle Avrupa ülkelerine yönelik çok sayıda sert tonda haber analiz yayınlandı.
Son olarak İsrail tarafı, dünyanın en büyük enerji kaynakları üzerinde oturan İran’ın nükleer kapasiteyi barışçıl amaçlarla elde etmek istemediğini, diplomatik yolların zaman kaybı olduğunu, İran’ın bir şekilde zorla bu amaçlarından vazgeçirilmesi gerektiğini 25 yıla yakın süredir savunuyor. ABD’yi ise bir şekilde müdahil olmaya zorlamak istiyor. Trump’ın yeni hükümetinin İsrail’le ne derece paralel çalışacağını bugünden kestirmek zor olsa da İsrail hükümetine yakın isimlerin Trump hükümetinden duydukları memnuniyet, içinde ipuçları taşıyor.
Karar Sonrası İran İçindeki Tartışmalar
İran’daki tartışmalar, bazı ton farklılıkları olsa da genel olarak iki ana eksende ilerliyor. Reformcu isimler ve basın, Trump'la müzakerenin mümkün ve hatta gerekli olduğunu savunuyor. İran Devrim Rehberi Hamaney’in danışmanı Ali Laricani’nin nükleer anlaşma (Kapsamlı Ortak Eylem Planı-KOEP) hakkında söylediği sözler oldukça önem arz ediyor. Laricani yaptığı açıklamada, “KOEP vahiy değildir” diyerek anlaşmanın değişmez olmadığını ve yeni bir anlaşmanın yapılabileceğini belirtti ve Trump yönetimiyle müzakerelere açık olduklarını ifade etti. Reformcular, özellikle Avrupa’nın İran'a karşı aldıkları son kararla birlikte gösterdikleri sert tutumunu gerekçe göstererek doğrudan Trump yönetimiyle görüşmenin daha avantajlı olabileceğini savunuyor.
Buna karşılık muhafazakar kanat, Trump’ın kabinesi için seçtiği isimlere dikkat çekerek bu iyimser yaklaşıma karşı çıkıyor ve bu iyimserliğin İran’a gelecekte sorunlar çıkaracağını savunuyor. Muhafazakar Keyhan gazetesinde Trump'ın terörle mücadele danışmanlığına getirdiği Sebastian Gorka’nın İslam karşıtı görüşleri ve Florida Senatörü Randy Fine gibi aşırı sağcı isimlerin kabinede yer alması sıklıkla eleştiriliyor. Ayrıca Financial Times'ın haberine atıfla, Trump'ın İran'ı “iflas ettirmeyi” hedefleyen yeni bir maksimum baskı politikası planladığı ifade ediliyor. Özetle muhafazakar kanat, İran’daki yeni hükümetin göstermeye çalıştığı esnek ve aktif dış politika anlayışını riskli buluyor.
Muhafazakarlar, İbrahim Reisi’nin ölümüyle birlikte ülkede milli birlik ve beraberlik vurgusu sebebiyle yeni hükümete karşı destekte bulunmuşlardı. Gerek verilen demeçlerde gerek basına verilen görüntülerde İran’ın yüksek çıkarlarının her daim muhafazakar-reformcu ayrımının ötesinde olduğu vurgusu söz konusuydu. Hükümetin ilk 100 gününde ise muhafazakar cenahtan Pezeşkiyan’a yönelik eleştiriler görece yumuşak ilerledi. Ancak İsrail’in ülkeye, vekil güç ağına ve özellikle Lübnan’a yönelik saldırıları ile beraber muhafazakar kanat içinde de endişeler artmaya, bununla birlikte eleştirilerin sertliği de yükselmeye başladı. İran’ın bütün esnek tavrına rağmen İran ekonomisi, ağır yaptırımlara uğramaya devam eder ve maksimum baskı süreci geri dönerse İran içerisindeki bu ayrışmaların derinleşeceği söylenebilir.
Değerlendirme
Lübnan’la ateşkes sağlayan İsrail, kuzey cephesini de kapatmış oldu ve Netanyahu açıkça savaşın bitmediğini, sadece ateşkes yapıldığını, artık İran’a odaklanacağını deklare etti. Güney ve kuzey sınırlarında tanımladığı tehditleri pasifize etmiş bir İsrail’in, İran’ın inşa ettiği nükleer kapasiteyi sona erdirmek için yıllardan beri yapacağını söylediği hamleleri yapması olasılık dışı değil. Öte yandan bunun ABD ve Batı için ne derece maliyetli olacağı da ortada. Birinci Trump döneminin sert koşulları altında esnekliğini yitiren İran siyaseti, bugün diyaloğa tamamen açık ve yumuşak bir profil ortaya koyuyor. Öte yandan Trump tarafından ara ara dile getirilen “İran’la görüşmek” söylemi de ilk döneme göre farklı bir görüntü oluşturuyor. En nihayetinde Batılılar da İran’ı tamamen sıkıştırmanın Rusya’ya ve Çin’e ne kadar çok alan açtığını tecrübe etmiş durumdalar. Dolayısıyla ABD’nin ve Batı’nın, İsrail’in maliyet artırıcı ve İran’ı daha sert bir alana savuracak hamlelerine direnç göstermesi çok olası. Kısacası yeni Trump yönetiminin İsrail’le tam bir koordinasyon halinde olacağı, ancak İsrail’in (ABD’nin onayı olsun ya da olmasın) her ne yapacaksa Trump’tan önce yapmak isteyeceği söylenebilir. Dolayısıyla bu senaryoda Trump için de söylemsel olarak “ben iktidarda değildim” söylemi üzerinden bir hareket alanı açılmış olur. Yine aynı senaryo sonrasında İran’ın, yapılacak baskılarla kontrollü bir şekilde masaya çekilmeye çalışılacağı söylenebilir. Sürecin en başından beri sistematik olarak bir plan dahilinde hareket eden İsrail, eğer Trump iktidara gelene kadar bütün kaynaklarını sonuna kadar zorlayıp böylesi bir hamle yaparsa Trump 2.0 döneminde İran’la nükleer konular dışında müzakere edecek başka konular olacaktır.