Beklendiği gibi Başkan Recep Tayyip Erdoğan, 74. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) çok etkili bir konuşma yaptı. Kendi tabiriyle küresel bir “ufuk turu” çizdi. Konuşmasında terörle mücadele, mülteciler, insani yardım, Suriye, Filistin, Keşmir, Yemen, Libya, Arakan, Kıbrıs, Körfez, Doğu Akdeniz ve İslamofobi konularına değindi.
Aylan Kürdi bebek, güvenli bölge ve İsrail yayılmacılığına ilişkin fotoğrafları kullandı. Söyledikleri ABD’den Avrupa’ya, Hindistan’dan İsrail’e kadar dünya medyasında geniş yer buldu. Kuşkusuz Erdoğan, genel kurul hitaplarına en iyi hazırlanan lider. Konuşması her yıl merakla bekleniyor. İnsanlığın en yakıcı sorunlarını ve dünya düzenindeki adaletsizlikleri onun kadar gündeme getiren bir devlet adamı daha yok.
Aslında Erdoğan, “BM ne işe yarar?” sorusu ile ortaya koyduğu üzere BM’nin giderek etkisizleştiğinin farkında. Özellikle Güvenlik Konseyi’ndeki beş daimi üyenin örgütü kilitlediğini ve İsrail’in BMGK kararlarını hiçbir şekilde umursamadığını çok iyi biliyor. Yine de dünya liderlerine uyarılarda bulunmak, ama özellikle de halkların vicdanına seslenmek için bu platformu kullanıyor. Küresel adaletsizlikler konusunda Erdoğan’ın altını çizdiği noktalar bu yüzden mazlum coğrafyaların sesi olarak dünya genelinde dikkatle takip ediliyor.
Küresel ölçekte daha adil bir dünya kurulabilmesi için sürekli şekilde BM sisteminde reform ihtiyacını dillendiriyor. Bu bağlamda artık Erdoğan’la özdeşleşen ve giderek daha fazla siyasi aktörün zikretmeye başladığı “dünya beşten büyüktür” yaklaşımı yankı oluşturuyor. İleride, İkinci Dünya Savaşı muktedirlerinin kurduğu BM sisteminin çöküşünü anlatan tarih kitapları Erdoğan’ın feryadına ve uyarılarına geniş şekilde yer verecektir. Bu yıl da Erdoğan, sadece insanlığın ve Müslümanların dertlerini haykırmakla kalmadı, aynı zamanda çözüm önerilerini de sundu. Suriye’de güvenli bölge kurulmasından Filistin ve Keşmir’e kadar küresel güçlerin seyretmekle yetindiği veya salt kendi çıkarına göre hareket ettiği kriz bölgelerindeki problemin kaynağını ortaya koydu. Önerilerini sıraladı. Erdoğan’ın BM’de gerçekleştirdiği 17 ikili ve heyet görüşmesinin içeriğini de hem Türkiye’nin pozisyonu hem de tezlerini muhatapları ile paylaşması oluşturdu.
İsrail Yayılmacılığı
Erdoğan’ın 25 Eylül’de gazetecilerle yaptığı sohbette öne çıkan noktalar ise İsrail yayılmacılığı, İslamofobi ile mücadele ve güvenli bölge konularıydı. Erdoğan, Filistin ve İsrail’in 1947, 1948, 1967 ve günümüzdeki sınırlarını göstererek İsrail’in Siyonist işgalciliğini şu cümlelerle eleştirdi: “Siz işgalcisiniz. 1947-1948’de neredeydiniz? Onlara haritayı gösterdik ve dedik ki ‘Bak siz buradaydınız, bundan sonra Filistin küçüldü, siz büyüdünüz.’ Ne ile? İşgal ile... 1967’de buradaydınız. Şimdi ise İsrail 1947-1948’deki Filistin’in büyüklüğüne kavuştu. Filistin ise maalesef o zamanki İsrail’in durumuna düştü.”
Şimdiye kadar küresel ölçekte böylesine yakından takip edilen uluslararası bir organizasyonda neredeyse hiç kimsenin dile getiremediği bir soruydu Erdoğan’ın dile getirdiği. Bu meşru soruyu açıkça tüm dünyaya sordu Başkan Erdoğan. Çünkü şu ana kadar ortaya çıkan göstergeler net şekilde doğruluyor Erdoğan’ın sorusunu.
Bence “İsrail’in bilmediğimiz sınırları mı var?” sorusu, Erdoğan’ın 2009’daki “One minute” çıkışı kadar önemlidir. Çünkü böylesine net bir sınır şu anda yok. İsrail de sınırlarını sürekli genişletme eğiliminde. Hedefte daima yeni bölgelerin işgal edilme söylemi var. Öte yandan bugün dünyada İsrail’in nükleer silahlanması da yayılmacılığı da sorgulanmıyor veya sorgulanamıyor. Kimse İsrail’i bu kadar net ve yüksek sesle eleştirmiyor veya eleştiremiyor. Hatta Körfez ve diğer Arap ülkeleri Kudüs’ün ilhakı meselesini bile neredeyse geçiştirdiler. İsrail ile ortak projelere hız verdiler. İran karşısında ABD ve İsrail’den destek alma amacıyla Arap liderler Kudüs davasını dillerinden düşürdü. Halbuki bu konu, Suudi Arabistan’ın öncülüğünde İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) kurulmasının temeliydi. Bu sebeple Müslüman halklar Kudüs’ün ilhakını gündemden düşürenlere Kudüs’ü satanlar muamelesi yapacak. İşte Erdoğan’ın bu davayı sürekli seslendirmesi bu yüzden sadece Siyonistleri ve İsrail Başbakanı Netanyahu’yu rahatsız etmiyor. Üç maymunu oynayan Müslüman liderler de zorda. Er geç bu kabullenişin hesabını halklarına verecekler. Böylesine katılaşmış bir düzlemde Erdoğan’ın dile getirdiği hakikatler toplumların vicdanında yer ediniyor. Küresel kamuoyunun dikkatini çekiyor.
İsrail ve İslamofobi
Erdoğan’ın BM’deki diğer önemli gündemiyse İslamofobi ile mücadeleydi. Erdoğan Türkiye, Pakistan ve Malezya’nın ortak bir iletişim çalışması içerisinde olduğunu söyledi. Erdoğan Batı ve İsrail’in antisemitizmi kınarken İslamofobi konusundaki pasifliğini eleştirdi. Bu bağlamda görüşmenin ardından Pakistan Başbakanı İmran Han’ın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım da dikkat çekiciydi. İmran Han, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Mahathir ve ben bugün yaptığımız toplantıda üç ülke olarak ortaklaşa, İslamofobi’nin ortaya çıkardığı zorluklarla mücadele etmek ve yüce dinimiz İslam hakkında yanlış bilinenleri düzeltmek için İngilizce yayın yapan bir kanal kurma kararı aldık” ifadeleriyle meseleye verilen önemi dile getirmiş oldu.
Ayrıca Malezya Başbakanı Mahathir Muhammet’in İsrail ve İslamofobi konusundaki açıklamaları da ortak toplantının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Muhammed açıklamasında “Müslümanlar dünyanın her yerinde baskı görüyor ve yurtlarından ediliyor, İslam ve Müslüman düşmanlığı, İsrail’in kuruluşundan ötürü var. Müslümanlar hiçbir şey yapmasa dahi terörizmle suçlanıyor” ifadelerine yer vererek İsrail ile İslamofobi arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor.
Güvenli Bölge ve Mülteciler
Başkan Erdoğan’ın BM genel kurul konuşmasında ve temaslarındaki en önemli konulardan biri de güvenli bölgeydi. Suriye’deki iç savaşın ürettiği boşluğu kullanarak PKK-PYD tarafından ABD desteğinde oluşturulmak istenen bir terör devleti tehdidi devam ediyor. Türkiye, Suriye sınırında güvenli bölge oluşturulmasıyla hem bu terör yapılanmasını elimine etmek istiyor hem de ülkesinden göç etmek zorunda kalmış mülteciler için bir yaşam alanı oluşturmak istiyor.
Erdoğan BM kürsüsündeki konuşmasında bu konuda somut öneriler ortaya koyarak bunları dünya ile paylaştı. Suriye kaynaklı mülteci krizinin önüne geçilebilmesi konusundaki tek somut planın Türkiye’ye ait olduğu bir kez daha görüldü. Erdoğan’ın bu konuda sunduğu detaylı verilerin küresel kamuoyunda, özellikle Avrupalılar tarafından yakından takip edildiği biliniyor.
Türkiye ile ABD arasında uzun zamandır müzakere edilen güvenli bölge kurulması konusunda en son hayata geçirilen “güvenlik mekanizması” Türkiye’nin taleplerini karşılamadı. Başkan Erdoğan her fırsatta bunu dile getirerek ABD’den somut ve gerçekçi adımlar atmasını istiyor. Bu bağlamda Türkiye için uzun vadede kalıcı bir tehdidi oluşturacak olan bir PKK yapılanmasının yok edilmesi için muhtemel bir operasyon seçeneğinin masada olduğunu da Erdoğan muhataplarına hatırlatıyor. Türkiye daha önce Afrin ve Cerablus’ta yaptığı gibi, uluslararası hukukun kendisine verdiği haklara dayanarak, Fırat’ın doğusuna askeri bir harekat yapabilir.
Fakat Başkan Erdoğan diplomasi ve uzlaşı yoluyla sürecin aşılabilmesi için son noktaya kadar masadaki seçenekleri değerlendirmek arayışında. Erdoğan’ın New York’ta Trump ile görüşerek Fırat’ın doğusunda ortaklaşa kurulan güvenli bölge konusundaki tıkanıklığı aşmak istediği biliniyordu. Bunun için de eylül sonuna işaret etmişti. Erdoğan gazetecilerle konuşmasında, “takvim işliyor” diyerek gerekirse Ankara’nın B, C planlarına geçebileceğini yinelemiş olması farklı bir sürecin işaretlerini veriyordu.
Belki Erdoğan-Trump görüşmesi gerçekleşseydi, güvenli bölgede ABD bürokratlarının oyalaması bitirilebilirdi. İki liderin iletişimi bir sıçrama getirebilirdi. Bunu Washington’da Türkiye’nin tezlerine direnenler de iyi biliyor. Şimdi bu sıçrama ya telefon görüşmesi ile sağlanacak ya da Ankara kendi yolunu çizecek.
Avrupa Uyanmalı
Öte yandan burada mülteciler konusunda Avrupa’nın pozisyonu için bir parantez açmakta fayda var. Türkiye’deki 4 milyon Suriyeli meselesi AB’nin verdiği 3+3 milyar avro ile yönetilemez. Sadece ağustosta Yunanistan’a geçen kaçak mülteci sayısı 9 bin 300 oldu. İdlib’de yüzbinler Avrupa ülkelerine gitmek için hazırlıkta. Afganistan-Pakistan-İran hattından gelebilecek milyonlardan bahsetmiyorum bile. Çözüm limanları kapatmakta değil, mültecilerin yurtlarında kalmasını sağlamakta. Masada Türkiye’nin “Suriyeli mültecileri güvenli bölgelere yerleştirme” önerisinden daha iyisi yok. Merkel’in geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ı telefonla araması ve yeni formüller üretme arayışında olması bunun fark edildiğini gösteriyor. Neler yapılmalı derseniz;
- Geri Kabul Antlaşması revize edilmeli ve ilave fonlar sağlanmalı.
- Güvenli bölgelerin kurulması ve finansmanı konusunda Avrupa aktif destek vermeli ve ABD’ye de bu yönde baskı yapılmalıdır.
- PKK-YPG’ye sunulan aleni destek geri çekilmeli, bu örgütün yaptığı demografik temizlik vurgulanmalıdır.
- Türkiye-AB ilişkilerinde yeni adımlar atılmalı. Vize serbestisi başlamalı, Gümrük Birliği güncellenmelidir.
- Doğu Akdeniz’deki sondajlar konusunda AB, Türkiye ile iş birliğine girmelidir.
Önerdiklerimin kapsamlı bir AB-Türkiye iş birliği çerçevesi oluşturduğunun farkındayım. Siyasetçilerin insani meselelere duyarsız, çıkarlara hassas olduğunu da biliyorum. Bu sebeple mülteci meselesinin Avrupa’nın çok sıkıştığında savuşturacağı bir sorun olmadığı görülmeli. Avrupa’nın güvenliği ve dünyadaki yeni güç denklemlerindeki yeri için Türkiye ile yapılacak iş birliğinin stratejik önemi fark edilmeli. Çünkü BM zirvesinde Başkan Erdoğan’ın bu konuda altını çizdiği satırlar Türkiye kadar Avrupa’yı da ilgilendiriyor.