Kriter > Dış Politika |

Fransa’da Hırs, Tecrübesizlik ve Başarısızlık Hükümeti


Fransa’da son üç yıllık dönemde hem dış hem iç siyasette hırs, tecrübesizlik ve maceracılık, Macron hükümetini yönlendiren ana parametreler olmuştur. Bu politikaların sonucunda ise faturayı Fransa’nın uluslararası güvenirliği, saygınlığı ve daha da önemlisi halkı ödemiştir.

Fransa da Hırs Tecrübesizlik ve Başarısızlık Hükümeti

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Fransa ekonomisine, siyasetine ve halkına etkisi başkanlığından önce başlamıştır. Bilindiği üzere bir önceki Başkan François Hollande, başkanlık döneminin ardından seçimlere katılmamaya karar veren tek siyasetçiydi. Hollande’ın bu kararı vermesindeki en büyük neden o dönem ekonomik olarak Fransa’nın başarısız bir performans sergilemesi ve sınıfta kalmasıdır. Öyle ki, 2008 krizinden sonra Avrupa ekonomileri kendilerini hızla toparlarken bunu başaramayan tek Avrupa ülkesi Fransa olmuştur. Hollande'ın görev süresi boyunca, Fransa’da işsizlik yüzde 17 artarken Almanya ve İngiltere’de bu oranlar düşüş göstermiştir. “Düşük ücretli, güvensiz, korumasız ve bir haneyi geçindiremeyecek; standart dışı veya geçici istihdam” anlamına gelen “Precarious work”, yukarıdaki ülkelerde sabit kalırken bu güvencesiz işçilerin sayısı Fransa’da 700 bin artmıştır. Ayrıca Avrupa ülkelerinin kamu borcu ortalamasının düşüş göstermesine rağmen Fransız kamu borcu yükselmiştir. Hollande hükümetinde ekonomi danışmanlığı görevi ile başlayıp Finans Bakanlığı’na kadar yükselen Emmanuel Macron da Hollande’ın sonunu getiren ekonomik bilançodan sorumlu olarak görülmektedir. Ancak yeni bir parti kuran Macron, yeni imajı ile Nisan 2017 seçimlerinde yüzde 24.01 oy oranı ile birinci turun galibi olmuştur. Daha sonra, ikinci turda aşırı sağ partisi lideri Le Pen ile karşılaşması, 2002’de Jacques Chirac’ta olduğu gibi Macron’un seçimleri kolay bir şekilde kazanmasını sağlamıştır.

 

Diplomaside Hırs ve Tecrübesizlik

Fransa kamuoyunun çeyreğinin dahi ilk tercihi olmayı başaramayan Macron, seçilir seçilmez uluslararası arenada polemik yaratmış ve liderlik savaşına girmiştir. Başkanlığının ilk aylarında değişime sunduğu Avrupa Birliği (AB) yönetmeliğine karşı çıkan Polonya’yı, Birlik hedeflerine aykırı davranmakla suçlamış, Polonya halkının daha iyi bir hükümete layık olduğunu iddia etmiştir. Böylelikle, günümüzde de çokça yaptığı gibi mensubu olmadığı bir halk adına fikir beyanında bulunmuş ve uluslararası ilişkilerin kadim kuralı olan “iç işlerine karışmama” ilkesini ihlal etmiştir.

Fransa liderliği ile tatmin olmayacağı sinyallerini veren Macron’un hırslı tavırları gün geçtikçe daha da çok belirginleşip dikkat çekmektedir. AB’yi "çok zayıf, çok yavaş ve çok verimsiz" olarak tanımlayan Macron, her yıl sunduğu yeni reformlar ile AB içinde liderliği ele almak adına büyük çaba sarf etmektedir. Dönemin Polonya Başkanı Beata Szydlo, ülkesi hakkında yukarıda bahsi geçen Macron’un “kibirli” çıkışlarını tecrübesizliğine bağlarken Macron hedeflediği AB reformlarının büyük bir çoğunluğuna ulaşamamış ve Merkel’in gölgesinde kalıp AB liderliği koltuğuna oturamamıştır. Bu tavır yıllar geçtikçe farklı uluslararası kuruluşlarda da sergilenmiştir. Nitekim hatırlanacağı üzere, Kasım 2019’da NATO’nun “beyin ölümünün” gerçekleştiğini ileri süren Macron, kendi fikirleri sayesinde bunun üstesinden gelinebileceğini savunmuştur. NATO’dan bağımsız bir Avrupa güvenlik birliği hayal eden Macron’un bu projesi de Merkel’in yapılan açıklamayı “radikal ve zamansız” bulması üzerine suya düşmüştür. Başarısızlıkları biriktikçe hırsı da büyüyen Macron, içerisinde bulunduğu uluslararası kuruluşlardan son dönemlerde umudunu kesmiş olmalı ki gözünü başka ülkelerin liderliğine dikmiştir. Libya’da darbeci Hafter’e destek vermiş, Lübnan’da ise kurulacak yeni hükümette söz sahibi olabilmek için terörist örgüt olarak kabul ettiği Hizbullah’la dahi gizli bir şekilde masaya oturmuştur. İnsan hakları ve demokrasiye olan bağlılığı ile nam salmaya gayret gösteren Fransa’nın, teröristlerle ilişki kurması ülke imajına büyük bir zarar vermiştir. Bu gerçeğin farkına varan Macron, toplantıyı haberleştiren “Le Figaro” muhabirini herkesin ortasında sert bir dil ile azarlamıştır. Böylelikle basın özgürlüğünde de öncü olmayı hedefleyen Fransa’nın imajına yine bir Macron darbesi vurulmuştur.

 

İç Siyasette Başarısızlıklar Silsilesi

Diplomaside hırsının ve tecrübesizliğinin kurbanı olan ve dostlarını artırmak yerine azaltmaya girişen Macron, iç siyasette daha da karanlık bir tablo çizerek zor olanı başarmıştır. Eurostat verilerine göre gayrisafi yurt içi hasılada AB ortalamasının altında, işsizlik oranı ve kamu borcunda ise ortalamanın üstünde kalan Fransa, ekonomik başarısızlığın faturasını halka kesmiştir. Her yıl yeni zamlarla karşılaşan Fransızlar çözümü protestolarda, yürüyüşlerde aramıştır.

Öncelikle Kasım 2018’de başlayan ve günümüze kadar devam eden “sarı yelekliler” protestosundan bahsedilmelidir. Akaryakıt ve otoyol ücretlerinin yükselişini protesto etmek amacıyla vatandaşların sokaklara dökülmesiyle başlayan bu hareket süresince, 11 kişi ölmüş, 4 binin üzerinde insan ise yaralanmıştır. Başlangıçta yakıt fiyatlarını protesto etmek üzere başlayan ancak sonra hükümet karşıtlığına evirilen bu hareketin, sendika ve partilerden bağımsız bir şekilde organize edilmiş olması Fransız halkının Macron’a olan inancının ne denli düştüğünü gözler önüne sermektedir. İki yılı geride bırakan ayaklanma, hala hız kesmiş değildir. İlk başlarda 250 bin göstericiye ulaşan hareket, Covid-19 pandemisine rağmen, geçtiğimiz hafta 6 bin kişiyi bir araya getirmeyi başarmıştır.

Aralık 2019’da Fransa hükümetinin emeklilik yaşının yükseltilmesini, ancak emekli maaşının düşürülmesini öngören kararının ardından bir buçuk milyon kişi sokaklara çıkmıştır. Bahsi geçen protestolar, eşi benzerine zor rastlanılacak seviyelerde polis şiddetine sahne olmuş, Dünya Af Örgütü ve Avrupa Konseyi’nin tepkisini çekmiştir. “İnsan hakları ülkesi” Fransa’da bu durumların yaşanması oldukça endişe verici olarak nitelenmiştir.

Son olarak Macron’un salgın süreci yönetiminden bahsetmek yerinde olacaktır. 24 Ocak’ta Fransız Sağlık Bakanı yapmış olduğu “Koronavirüsün Fransız nüfusuna yayılma riski çok düşüktür.” açıklaması, Covid-19’un ne kadar ciddiye alındığını gözler önüne sermektedir. Hükümetin ne kadar lakayt davrandığının başka bir örneği ise Macron’un toplamda 613 vaka ve 9 ölüye ulaşıldığı bir günde, Fransızları koronavirüs salgınına rağmen dışarı çıkmaya teşvik etmesi olmuştur. 6 Mart günü eşi ile tiyatroya giden Macron, “Hayat devam ediyor. Tehlikeli kesimler dışında sosyal alışkanlıklarımızı bırakmamızın bir anlamı yok.” diyerek Fransızları sokağa çıkmaya, sinemaya ve tiyatroya gitmeye davet etmiştir.

Ancak bu açıklamadan birkaç gün sonra sokağa çıkma yasağı getirilen Fransa’da hastaneler dolup taşmıştır. Hazırlıksız yakalanan Fransa’da, birçok AB ülkesinde olduğu gibi maske eksikliği yaşanmıştır. Bu durumu gizlemek için Cumhurbaşkanı sözcüsü Sibeth Ndiaye, maskenin gereksiz hatta sakıncalı olduğuna dair açıklama yapmış siyasi menfaat ve günü kurtarmak adına halkın sağlığını tehlikeye atmıştır. Bu hatalar sonucunda bugün Fransa pandemiden en çok etkilenen ülkeler arasında yer almaktadır. 450 binin üzerinde toplam vaka ve 30 binin üzerindeki ölü sayısı ile Avrupa’nın en çok zarar gören ikinci ülkesi olmuştur. Günlük 13 bin vaka sayısına ulaşıldığı Eylül ayının böyle devam etmesi durumunda, Fransa’nın birincilik koltuğuna oturacağı aşikardır.

Sonuç olarak, üç yıllık dönemde hem dış hem iç siyasette hırs, tecrübesizlik ve maceracılık; Macron hükümetini yönlendiren ana parametreler olmuştur. Bu politikaların sonucunda ise faturayı Fransa’nın uluslararası güvenirliği, saygınlığı ve daha da önemlisi halkı ödemiştir. Milliyetçiliği ile tanınan Fransız halkının ülkeye bu denli zarar veren Macron’a, 2022 seçimlerine kadar sabredip sabredemeyeceği ise merak konusudur.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası