“Covid-19” küresel virüs salgını, sadece küresel ekonomi-politik düzen için değil, aynı zamanda dünya ekonomisi ve küresel ticaret adına da geri döndürülmesi mümkün olmayan derin izler bıraktı. Bu nedenle, gerek Birleşmiş Milletler (UN), gerek Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), gerek Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (WB), gerekse de Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi önde gelen uluslararası kurumlar nezdinde, bilhassa 2021'de yoğunlaşan, küresel ekonomik sisteme yönelik yeni bir anlayışın inşası, yeni bir ekonomik modele yönelik çalışmaların hızlandırıldığı bir süreçle karşı karşıyayız.
En kritik sorun olarak, küresel pandemi; kıtalar, coğrafyalar, kuzey ve güney yarı küre arasındaki adaletsizliği, dengesizliği daha da derinleştirmiş durumda. Bu nedenle, küresel sistemin daha adil, daha kapsayıcı bir modele yönelmemesi halinde, karşılıklı güvene dayalı bir küresel iş birliğini oluşturmak ihtimal dahilinde bile değil. Tüm bu zorlukların ortasında, 21. yüzyılın 3 “megatrend”i olan “sürdürülebilirlik”, “mobilite” ve “dijitalleşme”yi önceliklendirerek, dünya ekonomisi kendisine yeni bir yol haritası oluşturmak durumunda. 2020'nin ikinci yarısından itibaren, 2021'in son çeyreğine kadar küresel pandemi, dünya ölçeğinde bulaşıcı hastalıklar ve salgınlar bir numaralı risk düzeyine yükselmiş olsa da, 2021'nin sonunda itibaren dünya ekonomisi temel 3 risk algısına geri döndü: Küresel iklim değişikliği, siber güvenlik ve ekonomi-politik gerginlikler.
Üç küresel risk de dünya ekonomisi ve küresel ticaret için ciddi bir “belirsizlik” anlamına geliyor. Küresel pandeminin etkisini kaybetmekte olduğuna dair görüş ve değerlendirmeler ağırlık kazanmış olsa da sebep olduğu belirsizliği tümüyle geride bırakmak, kuvvetle muhtemel, 2022 sonbaharını bulacak. Söz konusu üç temel risk de, gelişmiş ekonomilerden çok, esasen Türkiye gibi G20 üyesi yükselen ekonomiler ve diğer gelişmekte olan ekonomiler için bir cephede önemli fırsatları, diğer cephede önemli riskleri beraberinde getiriyor. Bilhassa, Türkiye'nin son 15 yılda hızlandırdığı alt ve üst yapı hamlesi ve mega projeler ile küresel ekonomik sistemin yeniden yapılandığı, küresel ulaşım ve lojistik koridorlarının yeniden şekillendiği bir dönemde, küresel ticaretten, küresel tedarik zincirinden daha fazla pay almasını sağlayacak, sürdürülebilir kalkınma hedeflerini gerçekleştirebilecek 100 yıllık bir “hareket alanı”, bir “fırsat penceresi” oluşturmayı başardığını da göz ardı etmeyelim.
3 “Megatrend” ve Türkiye İçin Fırsatlar
Küresel ekonomik sistemin önceliklendirdiği bir başlık olarak, sürdürülebilirlik, Türkiye'nin bu alanda gerçekleştireceği atılım ve başarılara bağlı olarak, küresel rekabetteki konumumuzun “sürdürülebilirliği” adına, küresel ticaretteki payımızı, 2021'de ilk kez ulaştığı yüzde 1,1'den yüzde 1,5'e ulaştırma noktasında kritik önemde. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı “yeşil kalkınma devrimi”, bu alanda en temel yol haritasını temsil ediyor. Türkiye'nin “2053 Net-Sıfır Karbon” hedefi adına, bir tarafta “sıfır atık yönetimi” diğer tarafta yerli ve milli “yenilenebilir enerji” teknoloji ve altyapı hamlesi ve Türkiye ekonomisinin bütünü için bir “döngüsel ekonomi” ekosistemi oluşturmamız gerekmekte. Çünkü, dünya GSYH'ndaki yüzde 1,14'lük payını, dünya sera gazı (karbon) salınımının yüzde 1'i bir payla, daha fazla üretimi daha az karbon salarak gerçekleştiren Türkiye'nin, döngüsel ekonomi ve sıfır atık stratejisi ile oluşturacağı ekosistem, Türkiye'ye milyarlarca dolarlık karbon piyasası ihracat geliri ve cari işlemler fazlası olarak dönecek.
Türkiye, böylece yenilenebilir enerji teknolojilerini ve yatırımlarını kendi öz kaynakları ile karşılayan ve bu sayede Paris İklim Anlaşması'nın hakkını en iddialı bir şekilde ortaya koyan ender ülkelerden birisi olarak, küresel ticarette de “yeryüzünü koruyan yeşil ekonomi” olarak daha güçlü bir “marka” konumlandırmasını perçinlemiş olacak. Buna karşılık, döngüsel ekonomi, sıfır atık yönetimi, net-sıfır karbon yönetimi konusunda başarısız olması halinde ise küresel ticarette önemli bir pazar payı kaybı riskiyle karşı karşıya kalacak ki; Türkiye'nin önümüzdeki 10 yılda cari işlemler açığını cari işlemler fazlasına dönüştürebilecek bir ekonomi olabilecek iken, bu fırsatı tepmesi, Türkiye ekonomisi adına “sürdürülebilir kalkınma” patikasını kaybetme noktasında da pek çok riski beraberinde getirebilir.
Küresel Pandemiyle Türkiye'nin Yeniden Keşfi
Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) geçtiğimiz Kasım’da yayınlanan Küresel Ticaret 2021 Raporu'nda öne çıkarılan en kritik önemdeki başlık “reshoring”di. Anlamı, yurt dışından, daha doğru bir deyişle hayli uzak noktalardan hammadde, ara mamul ve/veya nihai mamul tedarik eden bir ülkenin, bu tercihini ağırlıklı olarak ülke içerisinden ve/veya yakın coğrafyadan tedarik etmeye başlaması. DTÖ'nün işaret ettiği husus, bilhassa Covid-19 küresel virüs salgını ile birlikte, hem ABD hem de AB'nin Asya'ya bağımlı bir küresel tedarik zincirinden, iç kaynaklara ve yakın coğrafyaya dayalı bir kaynak tedarikine yöneldikleri yönünde. İmalatın ve ticaretin yakın coğrafyaya yoğunlaşması olarak özetleyebiliriz.
DTÖ raporu, dünyanın önde gelen ekonomileri için kilit konumdaki imalat sanayi alt sektörlerinde kendi kendine yeter hale gelme eğiliminin güç kazandığını belirtiyor. Bununla birlikte bazı ülkelerin yurt dışına çıkan imalatı, tümüyle geri getirme çabası konusunda da küresel ticareti baltalayıcı yönü itibariyle uyarıda bulunuyor. Rapor, küresel pandeminin ilk 6 ayı sonunda, bilhassa dünyanın önde gelen ülkelerinin önemli bir bölümünde, sağlık endüstrisinin virüsle mücadelesi açısından kritik düzeyde önem arz eden tıbbi malzeme, kişisel koruyucu ekipman ve aşı komponentleri, ürün içerikleri için yurt dışına bağımlılığı azaltacak hamleler yapıldığını hatırlatıyor.
Bununla birlikte, konunun sadece tıbbi malzeme ve sağlık endüstrisi ürünleri ile sınırlı kalmadığını, örnek vermek açısından, ABD'nin çelik imalatında kendi kendine yetebilen bir ülke hedefini, ulusal güvenlik açısından bir önceliği dönüştürdüğünü de vurguluyor. Nitekim gerek DTÖ gerek OECD nezdinde, hem ABD hem AB hem de Japonya'nın, Çin'in demir-çelik üretimindeki kapasite fazlası adına epeydir müzakerelerde bulundukları bir gerçek. DTÖ'nün altını çizdiği bir diğer önemli uyarı ise ülkelerin ticareti kısıtlayıp, ulusal yeterliliği aşırıya kaçacak şekilde teşvik etmeleri halinde, 70'ler 80'ler dünyasına dönüş şeklinde, ülke ekonomileri için verimsiz yatırımları, ülke ekonomileri için verimsiz üretim ortamını teşvik edebileceği.
Bu nedenle, Avrupa Birliği açısından, ticaret ve yatırımlar boyutunda Balkanlar'ın yeniden keşfedildiğini gözlemiyoruz. Nitekim Türkiye'nin, bilhassa son 5 yılda, Balkan ülkeleri ile artan ekonomik ve ticari ilişkileri, Türk girişimcilerin Balkan ülkelerindeki yatırımları önümüzdeki dönemde bir kat daha önem kazanmış olacak. Covid-19 küresel pandemisi Balkanlar'ın yeniden keşfedilmesi anlamına geliyor. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Balkan ülkelerine yeni üretim teknolojisi yatırımlarının hız kazandığına da birlikte şahit olacağız. Türkiye'nin jeostratejik, jeoekonomik önceliği ve başarıları, bir cephede Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Kafkasların, diğer tarafta Balkanlar'ın küresel tedarik zincirinde daha hayati bir rol üstlenmesi adına da büyük önem arz ediyor. Türkiye'nin küresel lojistik ve ulaşım ağındaki güçlenen rolünü, bir lider, bir bölgesel oyun kurucu ülke olarak Balkanlar'a genişletmesi, “kazan-kazan” yaklaşımı ile yeni fırsatları da tetikleyecek.
Türkiye'nin Yeni Ekonomik Model'inin İpuçları
Coğrafyamızda yaşanan hızlı gelişmeler, son olarak Rusya’nın Ukrayna’ya savaş ilan etmesi, ülkelerin her türlü emtia, ürün, enerji ve teknoloji için birbirine bağımlı olmalarında bir sakınca olmadığına dair görüşlerin anlamını bütünüyle kaybettiğini gösteriyor. Oysa 2000'lerin başlarında, “neoliberal” yaklaşımların ve “küreselleşme” rüzgarlarının uluslararası ekonomi çevrelerine tümüyle hakim olduğu dönemde kabul görmüş yaklaşımlar, tam tersini savunmaktaydı. Bu nedenle, Türkiye'nin 2017'den itibaren başlattığı ve 2019'dan itibaren daha da ivme kazandırdığı “tam bağımsız milli ekonomi” hedefi, 2021 itibariyle kurumlar arası mutabakatı daha da perçinlenmiş yeni bir aşamaya geçti. 2025'e kadar gecikmeksizin tamamlamamız gereken bir aşama.
Türkiye için tam bağımsız milli ekonomiyi, küresel ölçekte 3 megatrendi gözeten bir yaklaşımla inşa ediyoruz. Türkiye ekonomisini bu hedefe taşıyacak Yeni Ekonomi Modeli'nin öncelikle sürdürülebilirlik, mobilite ve dijitalleşme olarak ifade ettiğimiz 3 megatrendi kapsayan, kavrayan ve sahada uygulayan bir model olması gerekiyor ve model bu formata göre yürüyor. Çünkü, “Yeni Ekonomi Modeli”, cari işlemler fazlasını, güçlü yurtiçi tasarrufları, “milli ve yerli” teknoloji hamlelerini ve finansmanını gözeten ve önceliklendiren bir anlayışla şekillendiriliyor. Bu anlayışın özü, Türkiye'nin küresel ticaret ve dünya ekonomisindeki iddiasını arttıracak bir yaklaşımı temsil ediyor.
Türkiye ekonomisinin küresel GSYH ve küresel ticaretteki payını ilk etapta yüzde 1,5'e taşıyacak bir odaklanma, Türkiye ekonomisinin küresel rekabete yönelik imkan ve kabiliyetlerini güçlendirecek ve sürdürülebilir kılacak bir modelin inşası anlamına da geliyor. Küresel ekonomi-politiğin hayli sancılı gelişmeler ile yeniden yapılandığı bir dünyada, Türkiye'nin bölgesel ve küresel ağırlığının durmaksızın derinlik kazandığı bir dünyada, Türkiye'nin tam bağımsız milli ekonomi hedefi, aynı zamanda “sıfır atık” ve “yeşil kalkınma devrimi”ni özümsemiş bir yaklaşımı da gerektiriyor. Çünkü, Yeni Ekonomi Modeli'nin aynı zamanda döngüsel ekonomiyi de gözeten, Türkiye'nin yerli ve milli kaynaklarının etkin kullanıma yönelik modelleri de içeren bir yaklaşımı da temsil etmekte.
Yeni Ekonomi Modeli aynı zamanda Türkiye ekonomisinin mobilitesi adına da pek çok fırsat sunuyor. Küresel mobilitede iddialı olmak, bir ülkenin ulaştırma, lojistik alt ve üst yapısının da iddialı olmasını gerektirmekte. Türkiye'nin son 15 yılda gerçekleştirdiği ulaştırma ve lojistik alt yapı projeleri, üstyapı hamleleri, bir yandan Türkiye'nin sürdürülebilir kalkınması adına 100 yıllık ihtiyacı karşılayacak “mega” hamleler iken diğer yandan dünya ekonomisi ve küresel ticaretteki iddiamızı devam ettirmek adına vazgeçilmez projeler. Çünkü yeni otoyollar, yeni hızlı tren ve lojistiğe dayalı raylı sistemler, demiryolları; 2030'da Türkiye'yi uluslararası havacılık endüstrisinde 300 milyonun üzerinde yolcuya ve dev bir havayolu lojistiğine taşıyacak havalimanları, küresel ticaretin en önemli taşıma metodu olan denizyollarında yeni dev limanlar ve deniz lojistik merkezleri olmadan Türkiye'nin iddiasını sürdürülebilir kılması mümkün değil. Bu nedenle, Yeni Ekonomi Modeli'mizi milli tasarruflara, milli teknolojiye ve milli kaynaklara dayalı bir anlayışla tahkim etmeyi, perçinleştirmeyi ve derinleştirmeyi sürdüreceğiz.