AK Parti’nin Türkiye’de başardığı en önemli şey ne derseniz; “Siyasette makas değişimi” derim. Bu, artık Türkiye’de herhangi bir sorun ortaya çıktığı zaman siyaset dışı mekanizmalardan yardım beklemenin kimsenin aklından geçmemesi demektir.
Yani herhangi bir problem ortaya çıktığında toplumun; “siyaset bunu çözecek”, “çözümün adresi siyasettir”, “çözüm mercii siyasettir” anlayışında hemfikir olma halidir. Siyaseti önceleyen vasat ortaya çıkmış durumdadır. Önceden insanımız lafzen aksini söylese de zihnen -bazıları doğrudan bazıları ise dolaylı olarak- siyaset dışı mekanizmalardan çözüm beklerdi. Türkiye’de AK Parti’den sonra siyasetin alanı genişledi ve siyaset önemli, belirleyici ve tayin edici bir merci konumuna yükseldi. Ülkenin hangi alanında bir sorun varsa ister güvenlik ister ekonomik ister sosyal, siyasal ya da uluslararası ilişkiler alanında olsun, her konuda çözüm artık Türkiye’yi yöneten siyasetçilerden bekleniyor. Çözümün adresi siyaset olarak biliniyor ve kabul ediliyor. Bu bir paradigma değişimidir; bu bir makas değişimidir ve Türkiye’de AK Parti iktidarlarıyla bu değişim yaşanmıştır, bir zihniyet devrimi gerçekleşmiştir. AK Parti, siyasette bu paradigma değişimini birçok reforma imza atarak yapmıştır.
Öncelikle 28 Şubat’tan devraldığı sosyal, siyasal ve ekonomik krizleri, demokrasi için birer fırsata dönüştüren reformlara imza attı. Reformlar dönemi başlattı. Toplumu derinden sarsan din özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırdı, sonra da birçok alanda sessiz devrim olarak nitelenen reformları gerçekleştirdi. Avrupa Birliği ile müzakere sürecini başlattı. Toplumun önüne siyasi hedefler koydu. Bunları yaparken de birçok kez statükonun direnci ile karşılaştı. Fakat onların hepsini alışılmadık biçimde aşarak yoluna devam etti. Her bir siyasal krizi yani her riskli alanı demokrasi lehine fırsata dönüştürdü ve bu böyle devam etti.
“Ara Rejim Demokrasisi”nden Çıktık
Mesela 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimini hatırlayın, muhtıra verildi. AK Parti ciddi bir çoğunlukla iş başındayken erken seçim kararı aldı. Bir problemle karşılaştığı zaman sandığa gitme, sandığı adres gösterme alışkanlığını getirdi Türkiye’ye. Tabii ondan önce çok partili hayata geçtiğimizden beri birçok aşama kaydedildi. 1877’den beri parlamentomuz var, onun gelenekleri var. Fakat kabul edelim ki Türk demokrasisi, çok partili hayata geçtiğimizden beri her 10 yılda bir ya askeri bir darbe ya da ciddi bir müdahale yaşadı. Dışarıdan bir gözle baktığınızda, Türkiye’de 1960’tan sonrasını, hatta 1877’lerden sonrasını “Ara rejim demokrasisi” olarak tanımlayabilirsiniz. Biz askeri darbelere ara rejim diyoruz ama askeri darbe gidince düzenlemeleri de gitmiyor ki dolayısıyla aslında ara rejim, demokrasi. Demokrasi, güçlü bir siyaset olursa ara sıra geliyordu Türkiye’ye. 1960 Anayasası, 1982 Anayasası ki bu anayasa hala duruyor, darbe ürünü anayasalar.
Anayasaların içerikleri önemlidir ama içeriğinden bağımsız olmamakla birlikte yapım süreçleri de anayasalara dahildir. Sivil bir süreçle anayasa yapmadıysanız o sivil anayasa olmaz. İçine mutlaka mayınlar döşenmiştir ve nitekim de hep öyle oldu. Bir cümle ile bir hakkı verip sonrasında “ancak”lı paragraflar ile o hakkı geri alan anayasalar. Tabi biz Özal döneminde ekonomide dünya piyasalarıyla entegre olan bir değişim gerçekleştirdik. Ne demek bu; Türkiye karar verdi ve piyasa ekonomisine geçti. Bugün herkes ekonominin durumunu piyasa şartları ile değerlendiriyor. 2002’den sonra Erdoğan ve AK Parti ile de şuna karar verdi Türkiye: Bu ülkeyi siyaset yönetecek. Yani sandıktan çıkan yönetecek. Bu çok önemli bir makas değişimi, bir paradigma değişimidir. AK Parti bunu başardı.
Artık Kimse Siyaset Dışı Organizasyonlardan Medet Ummuyor
Şimdi bütün vatandaşlara sorun, herkes kendi partisini söyleyebilir ama siyaset dışı organizasyonlardan medet umanlar, ihmal edilecek kadar azdır.
AK Parti’nin en önemli başarılarından biri bence Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) iktidarın yolunun sandıktan geçtiğini altını kalın çizgilerle çizerek göstermiş ve öğretmiş olmasıdır. Çünkü CHP, çok partili hayata geçtiğimizden beri sandıktan çıkmadan, statükonun müttefikleriyle, statükonun kurumlarıyla iş birliği yaparak iktidarı paylaşma yolunu seçmiştir. Yani hiçbir seçimde yeterli oyu almadı, alamadı ama hep iktidarı engelleme imkanını, vesayet odaklarıyla ittifak yaparak buldu. Tabiri caizse, darbe anayasalarının vesayet kurumlarıyla ittifak yaparak iktidarların ortağı oldu. Hiç pozitif bir tavır sergileyemedi; hep negatif, önleyici bir etkisi oldu.
İktidardan hoşnut olmadığı zamanlarda hep Genelkurmay ve Anayasa Mahkemesi koridorlarında çare aradı. Şimdi adresi iyi öğrenmiş. Çareyi sandıkta görüyor, bu bir gelişmedir, hatta çok önemli bir gelişmedir. Çünkü CHP, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri de kurumsal yapısını devam ettiriyor. Tabii bir ülkede siyaset, iktidarıyla muhalefetiyle bir bütün. Yani siyasi alan dışarıdan baktığınız zaman hepsini ifade ediyor. Muhalefet sadece iktidara odaklanmış ve onun önünü kesmeyi siyaset olarak tanımlıyorsa, ülkenin gidişatına katkıda bulunamıyor demektir. Hatta engel oluyor demektir ki çoğu zaman CHP’de biz bunu görüyoruz. Oysa eğer muhalefet alternatif politikalar üretebilirse, bu politikalar siyaseti dinamik kılar. CHP neden alternatif politikalar üretme yoluna gitmekte zorlanıyor? Çünkü iktidarı zaten yeterli oy almadan paylaşıyordu. Nasıl paylaşıyordu? Statükonun kurumları ve kuruluşları ile ittifak ve iş birliği yaparak paylaşıyordu. Şimdi statükonun zayıflaması, kiminin de gücünü kaybetmesi dolayısıyla bu imkan yok oldu. Bu imkan yok olunca doğrudan sandığa yönelmek zorunda kaldılar. Şimdi halka yönelik daha önce yaptıklarına dair pişmanlıklarını ifade ediyorlar. Helalleşme bunun kavramsallaşmış halidir. Topluma neyin doğru olduğunu öğretmeyi amaç haline getirmiş siyasi yapının nasıl tanımlanacağını ve nasıl bir sonuç üreteceğini bütün millet yaşayarak gördü. Dolayısıyla şimdi mecrası değişti. Kendisine en önemli siyasi başarısının ne olduğu sorulan İngiltere’nin muhafazakar başbakanı Margaret Thatcher, “İşçi Parti’sini merkeze taşımak” diye cevap vermişti. Ben de diyorum ki “CHP’ye iktidara gidecek yolun sandıktan geçtiğini göstermiş olmak”, AK Parti’nin en önemli başarılarından biridir.
Türkiye’nin ikinci partisini yönetenlerin içinde önemli bir kesimin zihni 1940’ların kodlarından hala kurtulabilmiş değil. Sıkıştıkları zaman eski söylemlerine sarılıyorlar. Ve siyaset dışı organizasyonlardan medet umma alışkanlıkları depreşiyor.
Bu partinin dış dünyaya yönelik bazı söylemlerinde insan şunu düşünmeden edemiyor: Herhalde içeriden bir vesayet odağı bulamayınca dışarıdaki vesayet odaklarını imdada çağırmaya çalışıyorlar. Bu alışkanlıklarından da belki bir müddet sonra vazgeçerler. Siyasetin, doğası gereği sandık ve halktan başka belirleyicisi, istikamet tayin edicisi olamaz. Onun için CHP’nin vesayetçi alışkanlıklarını daha demokratik alışkanlıklar ile değiştirme zamanı geldi de geçiyor bile.
Ortadoğu’da Arap Baharı yaşanırken, yani çevremizdeki fay hatları hareketlenmişken, Türkiye’nin muhtıra, kapatma davası, 7 Şubat hadisesi, Gezi olayları, 17-25 Aralık, MİT tırları ve en sonunda da 15 Temmuz gibi büyük badireleri de atlatarak yoluna devam ediyor olmasının en önemli etkenlerinden birisi, Türkiye’nin demokrasisini geliştirerek yola devam etmesidir. Her karşılaştığı krizde, demokraside geriye doğru değil ileriye doğru adım atmış olması, burada çok büyük başarı sağlamasına neden oldu. Tabii bu reformların devam etmesi lazım. Bizim art arda başlattığımız reform paketleri, Türkiye’nin bu sıkıntılı bölgede istikrarlı bir biçimde yola devam etmesini sağladı, başarıyı getirdi. Krizleri yönettik fakat şunu söyleyeyim, başarıyı yönetmek krizleri yönetmekten zordur. Onun için başarıyı yönetmeye çok daha fazla çaba sarf etmek, çok daha fazla kafa yormak lazım.
Siyaset Dışındaki Devleti Ortadan Kaldırdık
Türkiye, asker-sivil ilişkilerinde çok önemli mesafe almıştır. Millet, siyasal iradesini kullanmak üzere siyasetçileri görevlendirmiştir. Onlar karar alacak, devlet mekanizmaları da uygulayacak. İlk kısımda saydığım reformlar sonucunda ve yine siyasi iradenin savunma sanayiine verdiği önemle elde ettiği gelişmeler, demokrasimiz alanında önemli kazanımlarımızdır. Sivil irade, içeride Genelkurmay Başkanlığı’nı Savunma Bakanlığı’na bağlamıştır, Jandarma Genel Komutanlığı’nı İçişleri Bakanlığı’na bağlamıştır, Milli Güvenlik Kurulu’nun, Yüksek Askeri Şura’nın yapısını değiştirmiştir. Peki böyle yaptık da ne oldu? Şimdi, Milli Güvenlik Kurulu’nun toplantılarını kimse merak ediyor mu? Yok. Eskiden en önemli husustu cumhurbaşkanlığı seçimleri ve hep kriz olurdu. Meclis üzerinden savaş jetleri uçurulur, koridorlarında askerler gezer, darbe teşebbüsleri olur, cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile muhtıra verilirdi. Yani öyle bir mekanizma kurulmuştu ki Cumhurbaşkanı tepede, devleti yönetecek halkın dışında bir devlet gibi tanımlanmış ve konumlanmıştı. Hükümetler de milleti yönetecek, daha doğrusu milletin belediyecilik hizmetlerini yani devletin İdari-Mali İşler Başkanlığı’nı yapacaktı. Peki devlet kimdi? Devlet, siyaset dışındaki mekanizmaydı. İşte bunu ortadan kaldırdık.
Devlet iradedir, milletin tamamıdır. Ve o milletin tamamı, siyasal iradesini kullanmak üzere siyasetçileri görevlendirir. Onlar karar alır ve devlet mekanizmaları da uygular. Şimdi sorsanız genelkurmay başkanının adını ya da kuvvet komutanlarının adını çoğu kimse bilmez, MGK’nın ne zaman toplandığından kimsenin haberi yoktur. Ve eskiden olduğu gibi onların da siyasete, topluma, medyaya vaziyet etme gibi istekleri de istidatları da yok. Peki Türkiye ne gibi kazanımlar elde etti böyle yaparak?
Siyasetle Elde Ettiğimiz Kazanımlar Çok Fazla
30 yıldır çözülemeyen Karabağ topraklarının özgür kılınmasında Azerbaycanlı kardeşlerimiz ile birlikte en belirleyici katkısı olan Türkiye’dir. Ve uluslararası medya, bu İHA ve SİHA’ların savaşın seyrini değiştirdiğini yazıyor. Sadece burada mı? Suriye’nin kuzeyinde, Irak’ta, Libya’da yani birçok yerde. Türkiye önceden 4 ülkedeydi, şimdi 16 bölgede ve hepsinde de aktif inisiyatifler alıyor ve başarılı oluyor.
Mesela yaptığımız değişiklikler terörle mücadelede herkesin işini kolaylaştırdı. İrade de belli idare de belli. Yurt dışında yine Libya’da, Suriye’de her tarafta yardımcı oluyor oradaki düzenin sağlanmasına. Böyle bir başarı elde ettik. Demek ki devlet sisteminde ortaya koyduğumuz reformlar yani siyasi iradenin alan genişlemesini sağlaması, Türkiye’ye olumlu ve pozitif sonuçlar kazandırdı.
Mesela yoksulluk; AK Parti iktidara geldiğinde ülkenin üçte biri yoksulluk sınırındaydı. Şimdi o rakamlar artık yok. Konjonktürel problemler, ekonomide yaralanmalar her zaman olabilir. Uluslararası ilişkilerde bizim etrafımızdaki problemler, 2008’deki ekonomik kriz, daha sonra ekonominin tüm dünyada pandemi dolasıyla sıkıntıya girmesi, bunların hepsinin nasıl yansımaları olduğunu görüyoruz.
Mesela yargı alanında da birçok değişim oldu. Yargı alanında bu değişimler olmadan önce güvenlik birimlerinde iş birliği yapan FETÖ mensupları, Türkiye’de hükümet darbesine yeltendi. Ve dönemin başbakanına fezleke hazırladılar. Türkiye’yi Irak ve Suriye’ye çevirmek istediklerini gördük ve bunları yine demokratik adımlarla, Cumhurbaşkanımızın, arkadaşlarının dik duruşu ve elbette milletimizin dik duruşu ile önledik. Tabii şimdi milletin işi gücü ile uğraşmak durumundalar. Şunu söylüyorum her alanda geriye baktığımız zaman çok iş başardık, yaptık; ama ileriye baktığımız zaman da yapmamız gereken işler, yaptıklarımızdan daha fazla. Ve dediğim gibi başarıyı yönetmek, krizi yönetmekten daha zordur; onun için de bu noktaya yani başarıyı yönetmeye odaklanmalıyız. Ve reformlarımızı güçlü yapmalıyız, çok alanda eş zamanlı reformlara ihtiyacı var Türkiye’nin. Sadece AK Parti’nin meselesi değil; bütün siyasetin, toplumun meselesidir yeni sivil bir anayasanın yapılıp Türkiye’ye armağan edilmesi. Türkiye’nin sivil süreçlerle tartışılmış ve sivil idarece reformu ortaya konmuş biçimlendirilmiş ve içeriği doldurulmuş bir anayasaya ihtiyacı vardır. Bunu Türkiye olarak hep söyledik ve elimizden geleni yaptık. Elbette herkes dünyada olup biteni görüyor, etkileniyoruz ama istikamette bir değişiklik yok. Hedeflerimizi gerçekleştirmek için birçok şey yapmalıyız.