1960’ların başında Güney Kore Türkiye’den daha fakir bir ülkeydi. Yaklaşık 30 yıllık kalkınma sürecinin sonunda Güney Kore 30 bin dolar kişi başı milli gelirle Türkiye’den daha sanayileşmiş ve kalkınmış bir ülke haline geldi. Şu durumda sorulması gereken soru şudur: Güney Kore bunu 30 yıllık bir süreçte başarabilirken Türkiye neden yaklaşık 100 yıllık süreçte başaramadı?
Günümüz dünyasının sanayileşmiş ve kalkınmış ülkelerinin neredeyse tamamı bunu devlet eliyle gerçekleştirebilmiştir. Başarılı ülke örnekleri incelendiğinde devletin özel sektöre doğrudan ya da dolaylı desteğinin sanayileşmenin anahtarı olduğu görülmektedir. Bu durum İngiltere için geçerli olduğu gibi ABD, Almanya, Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler için de geçerlidir.
Bununla birlikte günümüzde sanayileşmiş ülkelerde sanayileşmeye giden yolun serbest ticaretten geçtiği ve devletin özel sektöre karışmaması gerektiği şeklinde bir anlayış vardır. Peki, neden? Ünlü iktisatçı Ha-Joon Chang’a göre sanayileşmiş ülkeler kendilerinin çıkmış olduğu “sanayileşme merdivenini” diğer ülkeler çıkamasın diye itmekte ve bu şekilde hem o ülkeler ile aralarında olan sanayileşme farkını korumaya hem de o ülkelerin pazarları olarak kalmalarını garanti altına almaya çalışmaktadırlar. Chang’ın bu analizinin genel olarak doğru olduğunu söyleyebiliriz.
Ülke Olarak Kalkınmak
Sanayileşme yolculuğunda devletin dört temel görevi vardır: İlk olarak, ülkenin altyapısının sağlam ve ekonomik kalkınmaya elverişli olması gerekir. İkinci olarak, sanayileşme yolunda enerji kritik bir öneme sahiptir. Artan enerji ihtiyacını düzenli ve güvenli bir şekilde karşılayamayan bir ülke sanayileşme noktasında açmaza düşecektir. Bu noktada devlet, ülkenin uzun vadeli enerji ihtiyacını göz önünde bulundurarak sürekli/güvenilir bir şekilde ülkeye enerji tedarikini sağlamaya çalışmalıdır. Üçüncü olarak, Friedrich List tarafından ortaya atılan “bebek endüstri tezi” çerçevesinde, devletin sanayileşme yolunda mesafe kat etmeye çalışan firmaları yıpratıcı dış rekabetten koruması gerekmektedir. Son olarak, ülkede temel/mesleki eğitimin ve yükseköğretimin ülkenin ihtiyaç duyduğu iş gücünü yetiştirecek nitelikte ve kalitede olması gerekmektedir.
Burada bahsi geçen dört temel faktörün -sağlam altyapı, istikrarlı enerji tedariki, bebek endüstrilerin korunması, nitelikli eğitim- yanı sıra devletin ekonomik kalkınma hedefi çerçevesinde bir “sanayileşme politikası” uygulaması ve ekonomik reformlara girişmesi gerekir. Zira şirketlerin teker teker ülkeyi sanayileşmiş bir ülke haline getirme gibi bir hedefleri genelde yoktur. Dahası özel sektörün kendi başına zaman içinde düşük bir sanayileşme düzeyinden yüksek bir sanayileşme düzeyine geçmesi imkansız değilse bile çok zordur. Uluslararası rekabetin ciddi seviyelere ulaştığı günümüz dünyasında ise bunu gerçekleştirebilmek hassaten zordur. Bu durumun ise çeşitli sebepleri vardır.
İlk olarak, şirketlerin kahir ekseriyetinin temel amacı ülkenin sanayileşmesi veya kalkınması değildir. Şirketlerin temel gayesi -gayet anlaşılabilir gerekçelerle- “mevcut şartlar altında” olabildiğince çok kar elde etmektir. Öte taraftan “ülke olarak kalkınmak ve sanayileşmek” için “ülke olarak” bu hedef etrafında kenetlenmek ve bu idealin peşinden koşmak gerekir. Şirketlerin teker teker böyle bir motivasyona sahip olmasını beklemek pek gerçekçi değildir.
İkinci olarak, hiçbir şirket teknolojik bir ürünün bütün parçalarını kendisi üretmez veya üretemez. Örneğin ortalama bir otomobil binlerce parçadan oluşur ve otomobil üretimi gerçekleştiren bir şirketin bütün bu parçaları kendisinin üretmesi ne verimlidir ne de mümkündür. Bu açıdan, otomobil üreten bir şirketten ziyade “otomobil üreten bir endüstriden” söz edilebilir. Bu noktada bir şirketin tek başına “otomobil üretmeye girişmesi” pek de anlamlı değildir.
Üçüncüsü, bir şirket tek başına sanayileşme noktasında bir hamle yapmaya kalkışsa bile bu sefer de ortada çözülmesi gereken büyük bir sermaye sorunu olduğu görülür. Teknoloji geliştirmek ve teknolojik bir ürünün seri üretimine geçmek bir taraftan çok büyük yatırımlar gerektirir. Diğer taraftan da bu yatırımların geri dönüşü on-yirmi yıl gibi uzun bir zamanda gerçekleşir. Mevcut finansal yapı -kısmi rezerv bankacılığı- çerçevesinde şirketler fon ihtiyaçlarını genel olarak öz kaynaklarından ziyade banka kredisi yoluyla karşılayabilmektedir. Şu halde teknolojik bir atılım yapmak isteyen bir şirket çok büyük yatırımlar yapmak ve gelecek on-yirmi yıllık süreçte bu yatırımın kara geçmesini beklemek durumundadır. Böyle bir şirket bulunsa bile bu sefer de ilgili şirketi kredilerle destekleyecek bir bankanın bulunabilmesi -anlaşılabilir gerekçelerle- çok zordur.
Sanayileşme Yolculuğu
Dördüncüsü, ekonomi bir bütündür. Tek bir şirketin “kendi başına” sanayileşebilmesine ve teknolojik hamle yapabilmesine pek imkan yoktur. Her şirket diğer şirketlere önemli oranda bağımlıdır ve bir şirket “gelişirken” diğer birçok şirketin de onunla eş zamanlı olarak gelişmesi gerekir. Şirketlerin sanayileşme yolculuğunda başarı düzeyi diğer ilişkili şirketlerle ne kadar sağlıklı/güçlü ilişkilere sahip olduğuna bağlıdır. Bu da ortada çözülmesi gereken ciddi bir koordinasyon sorunu olduğunu göstermektedir.
Böylece kalkınma yolculuğunda sağlanması gereken dört temel şartın -sağlam altyapı, istikrarlı enerji tedariki, bebek endüstrilerin korunması, nitelikli eğitim- yanı sıra tüm ülkenin bu hedef etrafında kenetlenmesi gerektiğine işaret eden dört ekonomik realite -motivasyon sorunu, endüstrilerin bölünemezliği, finansman sorunu, koordinasyon sorunu- daha bulunmaktadır.
Devletin Çözmesi Gereken Temel Problemler
Söz konusu sekiz faktörün neticesinde açıkça ortaya çıkmaktadır ki bir ülkede sanayileşmenin sağlanabilmesi için tüm paydaşların/tarafların bu hedef etrafında kenetlenmesi, devletin de bir orkestra şefi edasıyla bu süreci yönetmesi gerekmektedir. Devlet, özel sektörü havuç-sopa politikası çerçevesinde yönlendirmeli, kritik öneme sahip öncü endüstrilerden başlayarak tüm ekonominin teknolojik düzeyini artırmaya çalışmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için de devlet çeşitli sektörlerden yakın iş birliği içinde olacağı şirketleri seçmeli ve onlarla “sanayileşme yolculuğuna” çıkmalıdır. Devlet, çeşitli sektörlerden “seçtiği” şirketleri, ucuz kredi sağlama, ucuz enerji kullandırma, vergi indirimi, arsa-bina tahsisi, risk paylaşımı ve şirkete ortak olmak gibi çeşitli ayrıcalıklarla desteklemeli (havuç) ve bu şirketlerin zaman içinde gerçekleştirdikleri gelişimi çok yakından takip ederek istenen performansı gösteremeyen şirketleri yasal çerçevede cezalandırmalıdır (sopa). Devlet bu uygulamalarla eş zamanlı bir şekilde de söz konusu şirketleri gelişip serpilene kadar uluslararası rekabetten korumalıdır.
Yerli otomobil üretmek amacıyla devlet desteğiyle kurulan ve devletin öncülüğünde beş büyük şirketin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan TOGG devlet eliyle sanayileşme noktasında oldukça iyi bir örnek teşkil etmektedir.